05/07/2010 | Yazar: Erdal Partog

Medya, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hedef tahtası konumundayken ben de bu yazıda medyayı hedef alarak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın pozisyonuna düşmek istemiyorum. Ancak adımın yan

Medya, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hedef tahtası konumundayken ben de bu yazıda medyayı hedef alarak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın pozisyonuna düşmek istemiyorum. Ancak adımın yandaş medya taraftarına çıkması ihtimaline rağmen, medyanın etik yoksunu olduğunu söylemekten geri durmayacağım. Tabii ki burada medya derken alternatif medya dışında kalan ana akım medyayı, ana akım medya ile de hem hükümeti destekleyen hem de ona muhalif olanları kast ediyorum.

Maalesef bugün ana akım medya, etik değerlerinden uzaklaşmış bir yayın politikası sürdürüyor. Medya, gerçekleri ve doğruları demokrasi adına aramak yerine, gerçekleri ve doğruları maskeleme görevini kendine iş edinmiş görünüyor. Her ne kadar hükümetin yaptıklarını alkışlayanlar ya da onu yuhalayanlar farklı türden medya olarak lanse edilse de her iki medya anlayışının da benzer yönde hareket ettiğini söyleyebiliriz.
Türkiye’de medya temel bir hak olan iletişim hakkını savunamıyor, savunmak için de çaba harcamıyor. Bu yönde çaba harcayan birkaç gazeteciyi tabii ki bunun dışında tutuyorum. Ancak gerçek anlamda etik davranan birkaç gazeteci dışında medyanın insan haklarını ciddiye almadığını düşünüyorum.
Hâlâ birçok gazeteci, devletin üstün bekasını, temel insan haklarının üstünde tutma alışkanlığını sürdürüyor. Asker, polis, emekli elçiler ve valiler medya tarafından tek muhatap olarak algılanıyor. Siyasetçiler ise olması gerekenden az medyada yer buluyor. Yürütmenin hamilerine söz hakkı veren medya etik değerleri unutup devletin güvenliği üzerine kurulu bir yayın politikası izliyor.
Son günlerde artan şiddet olaylarının ardından medyanın kapalı ve baskıcı yaklaşımı daha da belirginleşiyor. Televizyon programlarının birinde konuklarının seviyesiz tartıştığını söyleyen Fatih Altaylı programı normal saatinden önce bitirdi. Oysaki konuşmacıları kendisi çağırmıştı. Fatih Altaylı Kürt meselesini tartışmak adına çağırdığı paşalardan ve mit görevlilerinden nasıl bir açılım bekliyordu bilmiyorum. Ancak bir bildiğim var ki o da Fatih Altaylı, Kürt sorununa farklı bir bakış açısı getiremiyor. Bu ve buna benzer programların neredeyse hepsi Kürt sorunu konusunda aynı yayın politikasını izliyor. Yürütme erkinin eski temsilcileri, Kürt sorunun asli unsuruymuş gibi konuşuyor ya da konuşturuluyor. İşin asli unsurları medyada kendilerine yer bulamıyor. Kürt meselesinde Kürt halkı temsilcileri ya da Türkiye’de siyaset yapan politikacılar medyada yeterince yer alamıyor. Sorunu çözecek siyasi irade parlamento ve sivil toplum kuruluşlarıyken maalesef medya sorunun muhatapları olarak yürütme erkini inatla ön plana çıkarıyor. Medyanın bu tavrı ister istemez yaşanan sorunları daha da bulanıklaştırıyor.
Medyanın Kürt sorunu konusunda yaşadığı bu kafa karışıklığı maalesef sadece bununla da sınırlı kalmıyor. Sosyal güvenlik, yoksulluk, toplumsal cinsiyet, eşcinsellik, yaşlılık vb. konularda da aynı sığlıkta devam ediyor.
Bu anlamda medya; insan haklarına saygılı iletişim hakkını savunan değerler üzerine kurulmalıdır. Yoksa iktidar partisini öven, Kürt sorununu askere havale eden, eşcinselleri din kurumu ile çatıştıran, işçileri düzen karşıtı, yoksulları tembel gösteren neoliberal ve anti demokratik bir yayıncılık anlayış ile bir yere varamayız. Medya etiği üzerine düşünmeyen ana akım medya mensupları demokrasi çıtasını yükseltmek istiyorsa sadece siyasilerden medet ummamalıdır, medya da taşın altına eline koymalıdır.

Bu anlamda medya, siyasetçileri tartışma zeminine çekmeli doğru soruları insan hakları bağlamında sormalıdır. Vatandaşın hakkını devlete karşı savunmalıdır. Yoksa medya devletin üstün bekasını vatandaşa rağmen korumaya çalışırsa geleceğimiz pek de aydınlık olmayacaktır. Bugünlerde ekseni kayan sadece siyasi partiler değil aynı zamanda ana akım medya olduğunu da unutmamalıyız.
 

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret