25/05/2011 | Yazar: Tunca Özlen
Dokuz yıldır iktidarda bulunan ve yine iktidar olacağı bilinen AKP ile çok daha uzun zamandır muhalefette bulunan ve yine muhalefette kalacağı bilinen CHP’nin ne kadar oy alacağı 12
Dokuz yıldır iktidarda bulunan ve yine iktidar olacağı bilinen AKP ile çok daha uzun zamandır muhalefette bulunan ve yine muhalefette kalacağı bilinen CHP’nin ne kadar oy alacağı 12 Haziran seçimlerinde ortaya çıkacak. İktidarın ve ana muhalefetin el değiştirmeyeceği belli iken, önümüzdeki genel seçimler neden bu kadar tartışılıyor?
Sovyetik Çağ’ın ürünü olan Birinci Cumhuriyet, yerini Post-Sovyet Çağ’ın ihtiyaçlarına denk düşen Yeni Osmanlı’ya bırakıyor. Muhalifler içeri tıkılır, basılmamış kitaplar imha edilir, İnsanlık Anıtı’nın kafası tekbir sesleri eşliğinde kesilir, gençliğin geleceği şifrelenir, çocuk tacizcileri salınır, kadınlara üç çocuk yapmaları emredilir, anne karnındaki bebek cop darbeleriyle katledilir, Hizbullahçılar aramızda dolaşır, türban serbest bırakılır, içki adım adım yasaklanır, internet erişimimiz kısıtlanırken Türkiye’de rejim değişiyor.
AKP iktidarının ilk evresini (2002-2007) devletin çözülme dönemi olarak, ikinci evresini ise (2007-2011) devletin yeniden konsolide olma dönemi olarak adlandırırsak, önümüzdeki üçüncü evre kurumsallaşma dönemine tekabül edecektir. Yeni rejim filizlendi ve kök saldı, şimdi boy atma zamanı geldi.
12 Haziran sonrası oluşacak meclis bileşimi, yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışmalarına, dolayısıyla yeni rejimin kurumsallaşmasına meşruiyet / rıza üretmesi açısından büyük önem taşıyor. İktidarın ve ana muhalefetin el değiştirmeyeceği belli iken, yeni rejimin kurumsallaşması sürecine meclis bileşenlerinin hangi güçle ve rolle dâhil olacaklarının tayin edilecek olması, 12 Haziran seçimlerini tarihi kılıyor.
Düzen partilerinin temsilcileri kendilerini laf dalaşına ve kaset kavgasına kaptırmış durumdalar. İdeolojilerin, siyasi farklılıkların, ilkelerin tartışılmadığı bir seçim atmosferinde oluşacak yeni meclis bileşimine meşruiyet üretmek de sol liberallere düşüyor. Düzen partileri kimsenin inanmadığı boş vaatlerle 12 Haziran için gün sayarken, sol liberaller tarafından emekçi kitlelerde umut ve heyecan yaratabilmek adına ortaya atılan sihirli sözcük, “Kurucu Meclis”. Buna göre belirli koşulların oluşması durumunda 13 Haziran günü ortaya çıkacak meclis bileşiminin yapacağı Anayasa, yeni bir dönemin başlangıcı olabilir.
Kurucu Meclis tanımlamasına herhangi bir itiraz yöneltmek mümkün değil. Cumhuriyet’in tasfiyesine son noktayı koyacak, Yeni-Osmanlı projesine uygun biçimde re-organize edilen devlet kurumlarının yeni rejimdeki rollerini ve ağırlıklarını belirleyecek olan bir meclisin, darbelerden sonra kurulan ve anayasa hazırlayan 1960 ve 1980 meclisleriyle bile kıyaslanamayacak ölçüde kuruculuk misyonu ağır basan bir karaktere sahip olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Nasıl ki AKP sıradan bir burjuva iktidarı değildiyse, Yeni-Osmanlı’nın ilk meclisi, Kurucu Meclis de sıradan bir burjuva meclisi olmayacaktır. Biri gider biri gelir, bizi emekçilerin gündemi ilgilendirir diyenler varsa, o gündemi hangi kaynaklardan takip ettiklerini öğrenmek isterim.
Seçimlere dönersek, liberallerimizin heveslerinin kursaklarında kalmamasının birincil koşulu, AKP’nin yeniden tek başına iktidara gelmesidir. Anketlerde çıkmayan bir sonucun sandıktan çıkması, meclise veda etmeye hazırlanan Uras’ın deyimiyle, “Ergenekon’un zaferi olur”. Geçmişle yüzleşmek, vesayetin köküne kibrit suyu dökmek, darbecilerin belini kırmak gibi görevler meclise girmesi beklenen 25-30 Blok adayının üzerine yıkılmayacaksa, yapılması gereken AKP’nin başladığı işe dönmesi, fakat bu sefer gerçekten de sonuna kadar gitmesidir. Yok AKP bu sefer de eline geçen fırsatı kendi iktidarını sağlama almak ve her türlü muhalefeti sindirmek için kullanırsa… Statükoculuğu öyle bir ayyuka çıkar ki, onu bu sefer liberaller bile kurtaramaz!
Post-Sovyetik çağın ülkemizdeki ilk Kurucu Meclis’ini selamlayan liberallerin, iktidarın toplumsal muhalefete yönelik dokuz yıllık baskı ve sindirme politikasına rağmen, AKP’den hala değişim ve statüko karşıtlığı adına beklentiye girebilmelerini sağlayan temel faktör Kürt sorunu. Yeni Anayasa’da vatandaşlık tanımının ulusal bir kimliğe gönderme yapmaksızın yapılması, islamcılar için cemaat devletine, liberaller için ise çok-kültürcülüğe açılan bir kapı anlamı taşıyacaktır. Arkaik bir tek millet anlayışından geriye düşülmesi karşısında yurttaşlık tartışmalarında emekçi kimliğine vurgu yapılmasını gündeme getirmek sosyalistlerin yegâne tutumu olabilir.
Öbür taraftan 13 Haziran Meclisinin kuruculuğu, yurttaşlık tanımının değiştirilmesine indirgenemez. Yeni rejimin kurumsallaşma evresine denk düşen bir kuruculuk, 1923’ün molozlarını da ortadan kaldırmak zorundadır. Gözleri bir kez daha kamaşmak üzere olan sol liberallerimiz aksine, Türköne somut durumun somut tahlilini yapmakta daha başarılı görünüyor. Türköne’yi ayırt eden 13 Haziran Meclisinin kurucu misyonuna dikkat çekmesi değil: “Bugün Türkiye’de anayasa konuşuluyor. Türkiye mecburen anayasa yapacak. Şu anda tartışılıyor, olgunlaştırılıyor ve gerçekleştirilecek. Bu kurulacak olan anayasal düzen en az 200 – 250 yıllık bir geleceği belirleyecek. Bizden sonraki kuşaklar, yani 5 nesil, bu bir iki yıl içerisinde yapılacak olan anayasal düzen içerisinde yaşayacaklar.”
Kurucu Meclis tartışmaları karşısında liberallerde görülen çocuksu sevinç ve umut yerine, yukarıdaki ifadelere kendinden emin olma ve geleceğe hükmetme hali egemen. Türköne’nin sözünü ettiği 200-250 yıllık süreçte ilk yapılacak iş, 1923-2011 arasının bir asırdan kısa süren bir ritim bozukluğu olarak tarihe not düşülmesi olacaktır. Ne de olsa her yeni rejim, yeni bir tarih yazımı (yoksa sökümü mü demeliyim) gerektirir.
Ortada 200-250 yıl sonrasına göz diken bir proje varken, liberallerin meclisin kurucu karakterini şarta bağlamaları, ancak çaresizliğin dışa vurumu olarak yorumlanabilir: “Önümüzdeki süreçte yapılacak yeni anayasa tartışmalarına, barışın mümkün kılınacağı yeni kabuller sistemiyle girilmesi gerekir. Meclis’in gerçekten yeni anayasa yapıcı bir kuruma dönüşmesi için yüzde 10 barajının kaldırılması, bütün eğilimlerin meclise yansıması gerekir. Ancak bu anlamda Meclis bir kurucu nitelik kazanabilir. Şimdiki temsil düzeyi ile bu meclisin, kurucu hüviyet kazanması pek mümkün değildir.”
Kürkçü’nün temsili demokrasiye olan bu sarsılmaz inancı, tarih dışıdır. Post-Sovyetik çağın Türkiye’sinde emekçi yığınlar nesneleştirilmiş, her türden muhalefet kriminalize edilmiş, siyasetin ekonomiyle ilişkisi tasfiye edilen sosyal devletin yerine konan sadakalara indirgenmiş, seçimler büyük paraların döndüğü PR çalışmalarına benzemiştir. “Bütün eğilimlerin meclise yansıması” talebi, yeni rejime meşruiyet sağlama çabasıdır fakat beyhudedir. Kurucu Meclis’in ilan edeceği yeni rejim, korku ve gözetim toplumu üzerinde yükselecek ve 2002-2011 aralığında zaman zaman ihtiyaç duyulan statüko karşıtlığına daha az ihtiyaç duyacaktır.
Ancak Türkiye’de ihtiyaçlar karşılıklı değil. “Geçmişte Ergenekon için yapmış olduğunuz yorumlardan hiç pişmanlık duyuyor musunuz?” sorusuna verilen yanıta bakılırsa birilerinin hala umudu var: “Hayır hayır. Hepsi doğru. Başlangıçta bu, bir derin devlet, kontrgerilla operasyonu, Susurluk’un devamı gibi başlatıldı. Ve arkasından, operasyona kendi oluşturmak istedikleri dizayn çerçevesinde yön vermeye başladılar.”
Mavioğlu dokunmuş, yanmış ancak iflah olmamıştır. “Ergenekon operasyonu rayından çıktı” iddiası kimden gelirse gelsin tam bir uydurmadır. Toplumsal muhalefetin bu yönde etkili bir basıncı yokken başlayan operasyonun, AKP’nin iktidarını konsolide etmesinin bir aracı olduğunu gördükten sonra bile “yandı gülüm keten helva” diyebilmek, 13 Haziran’a ne kadar hazırlıksız girildiğini göstermektedir.
13 Haziran sonrasında gündeme oturacak yeni Anayasa tartışmalarında havuç Kürt sorunu, sopa başkanlık sistemi olacak. Bakalım iş işten geçtikten sonra kimlerin gözleri açılacak. Ne de olsa havuç gözlere iyi gelirmiş.
Etiketler: yaşam, siyaset