05/03/2010 | Yazar: Rahmi Öğdül

Brian O’Dohert’nin Art Forum dergisinde 1976 yılında peş peşe yayınlanan üç klasik makalesi Ahu Antmen’in sunuşu ve çevirisiyle ‘Beyaz Küpün İ&cced

Brian O’Dohert’nin Art Forum dergisinde 1976 yılında peş peşe yayınlanan üç klasik makalesi Ahu Antmen’in sunuşu ve çevirisiyle ‘Beyaz Küpün İçinde, Galeri Mekânın İdeolojisi’ başlığı altında yayınlandı (Sel Yayıncılık). Toplumsal alan ile bir resim düzlemi olarak tuvalin geçirdiği dönüşümler arasındaki ilişkileri, paralellikleri birlikte düşünmek için bu kitap iyi bir fırsat sunuyor bizlere.

KAPALI BİR KUTU
O’Dohert, tuvalin sınırlarının, sanatçıyı, izleyici çevreleyen psikolojik bir çerçeve olduğunu belirtiyor “Galeri Mekânı Üzerine Notlar” denemesinde. Perspektife dayalı resimler döneminde izleyici, resme baktığında bir mekâna girmiş hissine kapılıyordu. Perspektif, resmin içindeki her öğeyi bir koninin boşluğuna, hiyerarşik bir sıraya göre konumlandırırken, çerçeve de bir ızgara gibi, ön, orta ve arka plandaki mesafeleri gözler önüne seriyor, yarattığı derinlik yanılsamasıyla izleyiciyi kendi içine çekiyordu. Ergon tabir edilen ana temayı ve parergon denilen ana temanın dekorunu, ayrıntılarını (parergon) izlemek için göz adeta bedenden ayrılıp, bedenin bir ikamesi olarak resmin içinde gezintiye çıkıyordu. Kapalı bir kutu, bir monad olarak perspektife dayalı resim, içinde bulunduğu mekândan kopukluğu ile ayırt ediliyor.
On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda atmosfer ve renk, perspektifi aşındırmaya başlıyor.

Özellikle izlenimcilerle birlikte akademik resmin kuralcı, sağlam bir desene, çizgisel perspektife dayalı resminden bir kopuş yaşanıyor. Tuval derinlik yanılsamasını bir kenara bırakarak, adeta dümdüz bir düzlem haline gelmiştir. Resimler artık çerçeveye baskı yapmaya, sınırlarını zorlamaya başlamışlardır. Bedenden ayrılan göz artık resmin içinde rahatça dolaşamaz; görüntüyü tarayan dış bir göz haline gelmiştir; çerçevenin belirlediği sınırları aşmaya, farklı çerçeveler arasında bağlantılar kurmaya başlar. Bu göz, çerçevenin içini mutlak biçimde kapalı bir alan olmaktan, bir monad durumundan çıkarır; çerçeveyi belirsizleştirir. Artık resmin dışındaki alan da yavaş yavaş hissedilmeye başlanır. Bu tür derinlikten yoksun bir resim düzlemi düşüncesi resmin kenarlarına, sınırlarına daha yoğun bir baskı bindirmiştir.

ŞEYLERİN HİYERARŞİK DÜZENİ
Tuvalde yaşanan bu değişimlerin izlerini toplumsal alanda da sürmek mümkün. On dokuzuncu yüzyıla ait akıl ve bakış sınıflandırmalar yapıyor, şeyleri taksonomik, dolayısıyla hiyerarşik bir düzene göre yerleştiriyor; çerçevenin, sınırların otoritesini kabul ediyordu. Bu bakış için odağa yerleştirilen ergon, yani ana tema önemliydi; bakış uç bölgeleri, sınırları aşmaya çalışmıyordu. Ayrıntılar bir dekor olarak bu ana temayı (parergon) destekliyor ve aynı zamanda da sınırlıyordu da. Konular, alanlar belirli sınırlar içinde irdeleniyordu. Derin uzmanlıkların gerektirdiği bir dönemdi, her şey kendi sınırları içinde derinlemesine inceleniyordu; disiplinlerin birbirlerinden kesin sınırlarla ayrıldığı bir dönem.

Yirminci yüzyılda ise bakışın sınırlara kaydığı görülüyor. Tuvaldeki değişime paralel olarak artık perspektifin belirlediği, tek bir konuya odaklanan sınırlı  anlayıştan vazgeçildiğe, sınırların belirsizleştiğine tanıklık ediyoruz. Sınırların, ancak bu sınırları genişletmek üzere tanımlandığı bir döneme girilmiş oldu böylelikle. Konular derinlemesine değil, yanlara doğru genişledikçe zenginleşeceği düşüncesi hâkim olmaya başladı. Disiplinler arasındaki kesin sınırlar erirken, disiplinlerarasılık mevhumu ortaya çıktı.

Günümüzde ise konuların çerçevenin dışına çıktığı, birbirinin içine karıştığı, her şeyin geçici paranteze alınarak, ‘ve’lerle yan yana getirildiği tek düzlem üzerinde hareket ediyoruz. Bir zamanların tek bir perspektife dayandırılarak derinlemesine irdelenen konuları, artık sınırlarından taşıp birbirinin içine nüfuz etmeye, sızmaya başladı; yeni melez disiplinler ortaya çıktı; sınırları ima eden disiplinlerarasılık mevhumunun bile geçersizliğini yitirmeye başladığı böyle bir dönemde, iki şey arasında seçim yapmanın imkânsızlaştığı bulanık sularda yüzüyoruz.

Etiketler: kültür sanat
nefret