10/04/2011 | Yazar: Volkan Yılmaz

"Liberaller dâhi en azından bir diyalogun gerçekleşebilmesi için iki tarafın eşit hukukî pozisyonda olması gerektiğini söylerler.

"Liberaller dâhi en azından bir diyalogun gerçekleşebilmesi için iki tarafın eşit hukukî pozisyonda olması gerektiğini söylerler. Lütfen biraz siyasî özen. Hepimiz bu kadarını hak ediyoruz." 

Yüksek ihtimâlle mâlumunuzdur, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe! Girişimi ile Sosyal Değişim Derneği, Türkiye’de nefret suçlarını yaratan koşulları tartışmak ve nefret suçları ile nefret söylemine karşı neler yapılabileceğini birlikte düşünmek amacıyla 15-17 Nisan 2011 tarihlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde Uluslararası Nefret Suçları Konferansı düzenliyor. Kongrede Türkiye’de azınlıklar, İslamofobi, Anti-semitizm, LGBT bireylere yönelik ayrımcılık gibi geniş bir yelpazede nefret suçları ve nefret söylemi tartışılacak. Öncelikle böyle bir kongrenin nefret suçları ve nefret söyleminin yaygın/sistematik biçimde hemen her gün örneklerinin görüldüğü bir memlekette yapılması onu daha da önemli kılıyor. Konferansta gözlerimin aradığı bir konu yok, gözlerimin aramadığı bir isim ise oturum başkanı. 

İlkinden ve kısaca derdimi anlatabileceğimden başlayayım. Dünyada nefret suçları ve nefret söyleminin en sık rastlanan odaklarından biri de engelliler (bedensel, işitsel, görsel, zihinsel engelliler, günlük hayatı idame ettirmede güçlük çıkaran kronik hastalıklara sahip olanlar). Engellilere yönelik en büyük sistemik nefret suçlarından birinin de Nazi Almanyası döneminde yaşanan Holocaust faciası olduğunu biliyoruz. “Aryan ırkından” sayılsalar bile engelliler, eşcinseller, sosyalistler ve Yahova’nın Şahitleri gibi Hristiyan gruplarla birlikte katledildiler. Türkiye’deki toplumsal değer sistemini düşününce genellikle kimsenin aklına engellilere yönelik nefret suçları ve nefret söyleminin pek buralarda kök salabilecek bir mesele olabileceği ihtimali gelmiyor. Fakat ne yazık ki durumun pek öyle olmadığına dair emareler mevcut. Engelli bireylerin haklarının son yıllarda görünürlük kazanması ile biraz olsun aileleri tarafından bodruma kilitlenen engelli birey haberlerinde azalma olmuş gibi. Ama 22 Mart 2011 tarihinde Doğan Haber Ajansı Gaziantep muhabiri Mehmet Bulut’un haberi tersi bir örneğe işaret ediyor. Habere göre, Gaziantep’in en işlek caddesi olan Atatürk Bulvarı’nda bedensel engelli bir birey yolun karşısına “yavaş” geçtiği için kendisini taciz eden üç kişi ile tartışıyor ve bu kişilerce bıçaklanıyor. Neyse ki zanlılar yakalanıyor. Engelli bireyler toplumsal görünürlük kazandıkça, onlara yönelik nefret suçları da ne yazık ki görünür olmaya başlıyor. En azından Anayasa, Özürlüler Yasası ve Türkiye’nin de imzacısı bulunduğu Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi ve Ek Protokolü engellilik temelinde ayrımcılığı hukukî koruma altına alıyor. Cennet vaat etmiyor tüm bu yasal korumalar engelli bireylere ama asgari bir güven sağlıyor olsa gerek. Umarım bir dahaki Uluslararası Nefret Suçları Konferansı’nda bu konuya da eğilmek mümkün olur.
 
İkinci mesele ise, Kongre’de bir de gözlerimin hiç aramadığı bir ismin yer alması: Taraf gazetesi köşe yazarı Hilal Kaplan. Uluslararası Nefret Suçları Konferansı başlıklı bir konferansta Sayın Kaplan’ın adını görmek (Nefretin Siyaseti: İslamofobi, Antisemitizm ve Milliyetçilik oturumunda kolaylaştırıcı olarak) benim için bir hayli şaşırtıcı oldu. Yazımın bu kısmı kendisini ve eşcinsellik konusundaki düşüncelerini yeniden tartışılır kılmayı hedeflemiyor; ilk kısmı gibi siyaseten anlamlı bulduğum Uluslararası Nefret Suçları Konferansı’nın düzenleyicilerine ve diğer insan hakları savunucularına hitap etmeyi sürdürüyor. Tabii ki Sayın Kaplan konferansta LGBT hakları oturumunda konuşmacı ya da kolaylaştırıcı değil. Fakat bu durumun vehametini benim için hafifletmiyor. Kaplan’ın dâhil olduğu nefret söyleminden çok daha hafif bir vakadan örnek vereyim. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı bu öğretim yılının ilk dersinin ayrımcılık olmasına karar vermesinin ardından CHP milletvekili Canan Arıtman bakana bir mektup yazıp şöyle demişti: "Cinsiyet ayrımıyla ilgili çalışmalarda sonuna kadar destekliyoruz; ancak siyasi bir boyuta çekilir ve Kürt açılımına dönerse asla izin vermeyiz." Sayın Arıtman çocuklara toplumsal cinsiyet eşitliği anlatılmasına var ama Türkiye’de Türkçe’den başka diller var diye anlatılmasına destek vermiyor. CHP milletvekili Canan Arıtman’ı cins temelli cinsel şiddet oturumuna kolaylaştırıcı yapar mıydınız? Ne yazık ki durum daha da vahim. Sayın Kaplan, Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın “eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum” açıklamasından sonra, Kavaf’a farklı bir yerden karşı çıkışıyla LGBT camiasında tanınır oldu. Kaplan “İslâm ve eşcinsellik meselesi” başlıklı yazısında eşcinselliğin bir hastalık değil, zinânın bir veçhesi ve günah olduğunu belirtmişti. Ardından yazdığı “İslâm ve sekülerizm” başlıklı yazısında ise “eşcinselliğin “cinsel yönelim” ibaresiyle anayasa girmesinden tutun da evliliklerinin ve evlat edinmelerinin devlet tarafından kabulüne kadar savunulan talepler Müslümanlar için “zulüm” anlamı taşıyor” demişti. Biliyorsunuz aynı dönemde Mazlum-Der, Özgür-Der, AKDER, Anadolu Gençlik Derneği, İHH, Tüketici Hakları Merkezi ve Türkiye Yazarlar Vakfı’nın içerisinde bulunduğu bir grup kuruluş Sayın Kavaf’a sözlü ve yazılı destek vermişlerdi ve şöyle demişlerdi: “İnsan nesliyle ve dünyanın geleceğiyle oynayan lobi/zihniyet/oluşumlar [yazar notu: bu kısım kapanma davalarıyla yıllardır uğraşan ve toplam yıllık bütçesi açıklama yapan STKların önemli bir kısmından düşük olan LGBT derneklerine gönderme yapıyor] tarafından da beslenen ve desteklenen eşcinsellik, bize göre de normalden sapma durumudur. ... Bu durumun [yazar notu: eşcinsellik] meşrulaştırılması ve doğal bir durum gibi kabul edilmesi hayatın kendisine karşı bir ihanettir.” O günler LGBT bireylerin Türkiye’deki varlık mücâdelesinin, nüfusun ezici çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede kendini liberal demokrat tanımlayan bir gazetede “Müslümanlara bir zulüm” olarak sunulduğu ve anayasal olarak cinsel yönelim temelinde ayrımcılığın yasaklanmasından “hayatın kendisine karşı bir ihanet” olarak bahsedildiği günlerdi. Ve ne yazık ki hiç de geride kalmadılar.
 
Kavaf’a destek veren derneklerle ilgili yapılan suç duyurusunda İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, açıklamanın "sorumlu ve samimi saptamalardan ibaret" olduğu gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi. Antalya’da düzenlenen Uluslararası Aile Konferansı’nda eşcinsellik “her toplumu tehdit eden bir hastalık” olarak tanımlandı [yazar notu: Sayın Kaplan bu şekilde kavramsallaştırılmasına karşı çıkardı] ve tam mücâdele kararlılığı kamuoyuna duyuruldu.
 
2004 yılında Türk Ceza Kanunu’nun ayrımcılığa dair maddesindeki değişiklik taslağından cinsel yönelim ibaresi çıkarılmıştı. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu Kanun taslağından da cinsel kimlik ibaresi çıkarıldı. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu taslağından da. Türkiye, Birleşmiş Milletler’in LGBT bireylerin dünyanın her yerinde yoğun ve sistematik şekilde karşılaşmakta oldukları her türlü şiddet, cinayet, tecavüz, işkence ve yargısız infaza dikkat çeken bildirisini de imzalamadı. Nefret cinayetleri bitmek tükenmek bilmedi. Nefret söylemi gündelik hayatın bir parçası.
 
Tabii ki Sayın Kaplan bu gidişâtın içerisinde çok küçük bir katkıya sâhip. Tabii ki homofobinin tek kaynağı Siyasal İslâm değil. Fakat Sayın Kaplan’ın entellektüel bir kadın olarak, bu süreçte katkısını ne tarafa yaptığı çok açık. Böyle bir bağlamda, Dur De!’nin Facebook sayfasından Sayın Kaplan’ın katılımını protesto eden bir arkadaşa şöyle bir açıklama yapıldı: “Nefret suçlarının asıl kaynağına karşı mücadele ederken bir başka alanda kendisi de bu suçlara mâruz kalmış kesimleri dışlamak yapmamız gereken son iş. Biraraya gelmeden eşcinseller müslümanlara derdini nasıl anlatacak diye düşünmemiz gerek.” LGBT örgütleri benim bilgim dâhilinde hiçbir zaman Müslümanları dışlamadılar. Uluslararası Nefret Suçları Konferansı’ndan LGBT bireylerin konferans öncesinde kendilerini “Müslümanlara” [yazar notu: sanıyorum homofobik Siyasal İslâm temsilcilerini anlamalıyız, ama neden konferansa gelmişlerki?] nasıl anlatacaklarını düşündükleri bir mecra olmamasını bekleriz. Hadi diyelim öyle bir mecra, Sayın Kaplan’la ya da diğer homofobik Siyasal İslâm temsilcileri ile yukarıda özetlediğim bir bağlamda LGBT bireylerin eşit platformda tartışma yapabilmelerini beklemek liberal bir safdillik bile değil. Liberaller dâhi en azından bir diyalogun gerçekleşebilmesi için iki tarafın eşit hukukî pozisyonda olması gerektiğini söylerler. Lütfen biraz siyasî özen. Hepimiz bu kadarını hak ediyoruz. 


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret