27/12/2010 | Yazar: Remzi Altunpolat

Üniversitede Neo-Liberal Dönüşümü Devlet-Piyasa İkiliğinin Ötesinde Okumak

Üniversitede Neo-Liberal Dönüşümü Devlet-Piyasa İkiliğinin Ötesinde Okumak

“Üniversiteler toplumun tüm çelişkilerini yansıtan küçük birer aynadır.”, Lenin 
 
Son yıllarda bilim üretimi ve üniversitelerde yaşanan dönüşüm üzerine muhalif mahfiller nezdinde üretilen hayli geniş sayılabilecek bir külliyattan söz etmek mümkün. Söz konusu dönüşüme dair hemen bütün bu metinlerin üzerinde hemfikir olduğu husus üniversitelerin/yükseköğretimin piyasalaşması/ticarileşmesi. Sitayişle anılan sosyal refah devleti döneminde eğitimin kamusal bir hizmet olarak sunulmasından hareketle bilimsel faaliyetin kendisi ile üniversitenin/yükseköğretiminin esasen ve handiyse ebed-müddet kamusal niteliği haiz olduğu iddiasının ileri sürülmesi. Böylesi bir yaklaşım kapitalist bir toplumda üniversitedeki iktidar ilişkilerini sorunsallaştırmamakta, üniversiteyi tamamen üretim- mübadele ilişkilerinin dışında gibi bir alan olarak tariflemektedir. Üniversiteyi ve bilgininin/bilimin üretimini yapılandıran müşterek bir zihniyetin olduğunu ve bu zihniyetin temel saikinin diğer toplumsal üretim alanlarına koşut üniversite düzleminde bir ekonominin kurulması olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir. Oysaki üniversite, Ahmet Murat Aytaç ve Zafer Yılmaz’ın haklı olarak belirttiği gibi, denetleme üzerine inşa edilmiş ve iktisadi rasyonalite tarafından yapılandırılmış öznellik biçimleri ile faillik teknolojileri üreterek sonuçta egemen kapitalist zihniyete gerçek bir tabiyetin sacayaklarından birini oluşturan bir aygıttır.[1]
 
Kapitalizmin hâkim toplumsal formasyon haline gelmesiyle genel olarak eğitim özel olarak da yükseköğretim, yeni egemen sınıf olan burjuvazinin çıkarları doğrultusunda biçimlenmeye başlamıştır. Kapitalist toplumda eğitim/yükseköğretim, adına küreselleşme denilen neo-liberal ideolojinin yön verdiği dönem öncesinde şu işlevlere sahipti:
1. Hâkim eğitim paradigmasında sosyalizasyon diye tabir edilen, aslında genç kuşakları disipline ederek itaatkâr bedenler yaratma sürecini gerçekleştirmek,
2. Devletin ideolojik aygıtı olma vasfıyla resmi-egemen ideolojinin üretilip yaygınlaşmasını sağlamak,
3. Asimetrik toplumsal ilişkileri ve eşitsizlikleri meşrulaştırarak yeniden üretilmesini ve derinleşmesini mümkün kılmak,
4. Devlet aygıtının ihtiyacı olan bürokratik-teknokratik kadrolar ile kapitalist sermaye birikimin ihtiyacı olan kalifiye işgücünü yetiştirmek,
 
Neo-liberal zamanlarda bu dört işlevin yanında eğitime/yükseköğretim bir başka işlev daha kazanmıştır: Şeyleşme, yani eğitimin/yükseköğretimin bir metaya dönüştürülerek, artı değer sömürü aracı ve sermayenin değerlenme alanı haline gelmesi.[2]
 
Bu bağlamda eğitimin/yükseköğretimin piyasalaşması süreci yeni bir olguya işaret etmemektedir. Meseleye sınıfsal bir perspektiften yaklaşıldığında eğitim kurumları bir bütün olarak egemen sınıfların hizmetindedir. Ancak 20. yüzyılda bir yandan sosyalist ülkelerin mevcudiyeti, diğer yandan kendi içerisinde sınıfsal/toplumsal mücadelelerin kazandığı ivmeye paralel olarak kapitalist ülkelerde egemen sınıflar belli tavizler vermek zorunda kalmış; eğitim/yükseköğretim kamusal olarak ifa edilmeye başlanmış ve geniş halk kesimlerine açılmıştır. Günümüzde yaşanan ise, 1970’lerde sosyal refah devletinin içerisine girdiği kriz sonrasında yaşanan tasfiye sürecinde eğitim/yükseköğretim alanının bu sefer büyük bir pazar olarak ön plana çıkması, ticarileşme de sınır tanımaması ve sosyal refah devleti döneminde elde edilen hakların gasp edilmesidir.[3]
 
Nuray Ergüneş ve Sinan Alçın’ın derlediği Neo-Liberal Dönüşüm Sürecinde Üniversiteler (2008), üniversitenin/yükseköğretimde yukarıda çerçevesi çizilmeye çalışılan dönüşüme projektör tutan; farklı alanlardan altı akademisyenin meseleyi çeşitli veçheleriyle irdelemeye çalıştığı önemli bir yapıt.
 
Kitap İzzetin Önder’in, “Bilimsel Eğitim-Mesleki Eğitim İkileminde Üniversite” adlı yazısıyla başlıyor. Önder, ideal bilimsel eğitimi tanımladıktan sonra, yine ideal bir çerçevede üniversitenin işlevlerini, onun bilimsel eğitim ve araştırma faaliyetlerinin icra edildiği en üst düzeyli kurum olmasından hareketle açıklamaya çabasına girişiyor. Dolayısıyla üniversitenin bir meslek eğitim kurumu olarak görülmemesi gerektiğini, üniversite-sanayi işbirliği adı altında üniversiteyi ideal işlevlerini yerine getirmekten alıkoyarak sermayenin emrine sokan ideolojik manevralarla üniversite kavramının içinin boşaltılmasına ve düzeyinin aşağıya çekilmemesine karşı duruşun, salt bilim yararına değil aynı zamanda toplumsal yarar açısından da çok önemli olduğunu vurguluyor.
 
Işıl Ünal, “Yükseköğretim Finansmanına Neo-liberal Çözüm: Yitirilen Masumiyet ve Masuniyet” başlıklı yazısında, küresel kapitalizmin derinleşmesi bağlamında üniversitelerde yaşanan değişimin, gerçekte bilimsel bilgi ve emek gücünün yeniden üretiminin sermayenin çıkarlarına uygun biçimde ve piyasa disiplini altında yapılmasının güvence altına alınmaya yönelik bir süreç olduğunun altını çiziyor. Ancak bu nedenle üniversitelerin geçmişte olduğundan daha büyük ölçüde piyasa güçlerince kontrol edildiği, üniversiteler üzerindeki denetimin devletten piyasaya geçtiği yolundaki iddiaları eleştiriye tabi tutuyor. Söz konusu varsayımın genel olarak eğitimdeki ve özel olarak üniversitedeki kurumsal ve finansal değişimi sınıfsal bir perspektiften kavramayı güçleştirdiğini; değişimin devlet-piyasa ve kamu-özel ayrımlarına dayalı olarak ele alınmasının eğitim-bilim ile iktidar arasındaki ilişkileri görünmez kıldığını; kapitalist toplumda eğitim ve bilim meta ilişkileri temelinde örgütlenmiştir, tam da bu nedenle devlet bütçesinden finanse edildiği durumlarda bile bu niteliğini kaybetmediğini ifade ediyor.
 
Kitapta daha sonra spesifik iki alanda zuhur eden dönüşüm ile ilgili yazılara yer veriliyor: Tıp ve Hemşirelik ile iletişim. Onur Hamzaoğlu ve Özlem Özkan,Neo-liberal Ekonomik Politikaların Tıp ve Hemşirelik Eğitimine Etkileri” başlığını taşıyan yazılarında, tıp ve hemşirelik eğitimindeki dönüşümü neo-liberalizmin sağlık sektöründen beklentileri üzerinden değerlendirmektedirler. Neo-liberal dönüşüm sürecinde sağlık emek gücünün önemli bir bölümünü oluşturan hekim ve hemşireler, sağlık sektörünün yeni gereksinimlerini karşılayabilecek şekilde yetiştirilmek istenmektedir. Bunun için öncelikle tıp ve hemşirelik eğitimi piyasayla doğrudan ve dolaylı yollarla ilişkilendirilerek ticarileştirilmiştir; eğitimin içeriği; müfredatın uluslararüstüleşen sağlık sektörünün beklentilerine göre düzenlenmesi, uygulamanın artırılması ve erken sınıflara çekilmesi, esnek üretimin kavram ve uygulamalarından yola çıkan eğitim teknikleri ve araçların kullanılmasıyla yeniden şekillendirilmiştir.
 
Kumru Berfin Emre ve Yasemin Özgün,  “Eğitimde Neo-liberal Politikalar: Türkiye’de İletişim Fakültelerinin Dönüşümü” başlıklı yazılarında, neo-liberal dönüşüm çerçevesinde 1990’lı yıllardan sonra iletişim çalışmalarında piyasa yönelimli bir damarın oluşmaya başladığı, eleştirel çalışmalar yerine halka ilişkiler ve reklam konularında yapılan çalışmaların sayısının hızla arttığını vurgusu yapmaktadırlar. Neo-liberal politikaların eğitim alanında ağırlığını hissettirdiği yıllar kalkınma paradigması merkezli basın-yayın yüksek okullarının iletişim fakültelerine dönüştüğü yıllardır. Bu doğrultuda üniversiteyi piyasaya eklemlemeyi ölçüt alan yeni anlayış, iletişim fakültelerinin üniversitenin halka ilişkiler birimi olarak yeni bir işlev edinmesine neden olmuştur.
Ramazan Günlü, “Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi: Sosyo-Politik Bir Değerlendirme” adını taşıyan yazısında, Erdoğan Teziç’in başkanlığı döneminde YÖK tarafından hazırlanarak kamuoyuna sunulan Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi (2007) kitabını bütün boyutlarıyla masaya yatırmaktadır. Bu kitabın demokrasiye ve insan haklarına dayalı üniversite geleneği ile değişim arasındaki bağlantıda etik standartlar, akademik özerklik ve özerk demokratik üniversite kavramalarını anımsattığını ancak günümüzde üniversitenin yeni ekolojisi olarak küresel bilgi toplumu çerçevesinde piyasaya açılmayı ve teori ile uygulama mesafesinin daralmasını gösterdiğini belirtmektedir. Bu zaviyeden bakıldığında Strateji Kitabı, bilimsel merak ve kendini inşa etmeye dayalı meslektaş modeli ile işletme modeli arsındaki gerilimde melez bir model yaratma “gerekliliğini” esas almaktadır. Bununla birlikte Strateji Kitabı’nın referanslarının Türkiye’nin 2001 yılında dâhil olduğu yükseköğretimi sınırsız bir biçimde sermayenin vesayetine sokan Bologna Süreci ile OECD’nin özellikle üniversitenin ajans denetimi çerçevesinde mali özerkliğini temel alan kurumsal özerklik anlayışı olduğu düşünülürse çubuğun piyasalaşma yönünde daha fazla büküldüğü görülecektir.
 
Kitabın son yazısı olan“Dönüşüm Sürecinde Bilim, Üniversite ve Özgürlük”’de Erkan Aydoğanoğlu, bir toplumsal üretim alanı olarak bilimin ve üniversitenin tarihsel serüvenine ışık tutmakta; bilim-üniversite-ideoloji ilişkilerini, üniversitenin amacını, işlevlerini ve sınırlarını kendi çıkarlarına uygun olarak dizayn etme çabasındaki egemen sınıfların bilimsel üretime ve üniversiteye müdahalelerini ele alarak bilim özgürlüğü ve akademik özgürlük kavramlarına açıklık kazandırmaya çalışmaktadır.
 
Sonuç olarak üniversite bileşenlerinin üzerine düşen görev; sloganların arkasına sığınmadan, kimi zaman akademik kapitalizm olarak da nitelenen üniversitedeki neo-liberal dönüşümü iyi okumak, devlet-piyasa ikiliğinin ötesinde her türlü iktidardan maada üniversiteyi bir mücadele alanı olarak kurgulamaktır.
 
Neo-Liberal Dönüşüm Sürecinde Üniversiteler, (ed.) Nuray Ergüneş & Sinan Alçın, Tarem Yayınları, İstanbul, 2010.

BirGün Kitap, 13 Kasım 2010


[1] Ahmet Murat Aytaç & Zafer Yılmaz, “ Devlet-Piyasa İkilemenin Ötesinde bir Mücadele Alanı Olarak Üniversite”, Dönüştürülen Üniversiteler ve Eğitim Sistemimiz, (der.) Servet Akyol vd., Eğitim Sen Yayınları, Ankara, 2008, s. 425.
[2] Fikret Başkaya, “Eğitim Neye Yarar?”, Reel Atatürkçülük, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara, 2007, s. 225-227.
[3] “Eğitimin Amerikanlaşmasına Hayır! Üniversitede Her şey Satılık mıdır?” Yeni Demokrat Gençlik, sayı: 138, (Ekim 2008), s. 28. 
 

Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam