07/11/2023 | Yazar: Sa Bahattin
Halbuki, televizyon karşısında karnımı kaşıyıp boş boş otururken, tüm hayatını zulüm, işkence ve yalnızlık içerisinde geçirmiş bir canlının bedeninin önüme sunulmasında adil hiçbir yan bulamıyordum.
İllüstrasyon: Kaynak
Bilmiyordum
1 Kasım Dünya Vegan Günü’ymüş. 2015 yılından beri veganım. Bunu daha yeni öğrendim.Skandal!
Tarihçe
Bu bilgiyi duyunca, tabii ilk işim, nereden çıktığını araştırmak oldu. Vikipedi sayfasından anladığıma göre; 1944 yılında veganlık konusunda insanları bilinçlendirmek maksadıyla İngiltere’de kurulan The Vegan Society (Vegan Topluluğu)’nin* kuruluş yıl dönümü dolayısıyla 1994’ten bu yana kutlanıyormuş bu gün. İyi oldu öğrendiğim. Artık kutlarım.
Etseverlik günleri
Dediğim gibi, yaklaşık sekiz yıldır veganım. Öncesindeki 5 yıllık vejetaryenliği de hesaba katarsak toplam 13 yıllık bir hikâye benimkisi. Ve her şey ABD’de doktora yaparken vejetaryen bir geyin evinde oda tutmamla başladı. Yeme alışkanlığımı değiştirmeden önceTürkiye’de (özellikle Adana’da) kebaplar, şırdanlar, içli köfteler, kızarmış piliçlerle; ABD’de ise en ucuz yemek olarak Mc Donald’s’ın burgerleri ya da suşiler, barbekülerle geçen bir hayatım olmuştu. Elbette, onun öncesinde de vejetaryenlik kavramından haberdardım. Ama bu ‘yaşam tarzına’ bitkilerin de canı olduğu, yemek için öldürmenin olağan olduğu, bağışıklık sistemimizin sürekli bir şeyleri öldürmesi sayesinde hayatta kalabildiğimiz gerekçeleriylekarşı çıkıyordum
Maydanozcuğum
Tüm bu gerekçelerime inat gibi 2007-2010 yılları arasında ABD’de deneyimlediğim berbat beslenme beni çok zorlamıştı. İlk Türkiye ziyaretimde çoğu kişinin sandığı gibi kebaba ya da şırdana değil, yeşilliğe koşmuştum. Çünkü orada herhangi bir masada maydanoz, nane, roka,tere gibi şeyler görmek neredeyse imkânsızdı. Domatesler tattan, kokudan, renkten mahrum; elmalar içi boş ıslak, şekerli plastiklerdi. Yeşilliği ve tazeliği öyle özlemiştim ki, ilk yaz tatili için Adana’ya döndüğümde kendimi TV izlerken maydanoza limon sıkıp yerken bulmuştum.
Vejetaryence
Doktoranın şartları ağırlaştıkça yemek yapmak konusunda daha da tembelleşmiş ve bedenimi ucuz et yemeklerinin hücumuna açık hale getirmiştim. Bu sürdürülemez yaklaşım, sonunda bazı sorunlar doğurdu: Ağır bir kabızlık nöbeti geçirdim. Mutsuz ve huysuzdum. Ev arkadaşıma durumu anlattığımda, bana ‘Bu sorunun yediğin etlerden kaynaklandığını düşünüyorum. En azından bir sürelik vejetaryen beslenmeyi denemek ister misin?’ diye karşılık verdi. Hayatımda bazı değişiklikler yapmam gerektiğini idrak ettiğim bir dönemdeydim. Bunu bir fırsat olarak değerlendirdim. Hemen o andan itibaren en az 3 ay vejetaryen beslenmeyi deneyeceğime söz verdim. İlk gece başlayan plasebo etkisi ve takip eden günlerdeki şahanelik öforisi ile kendimi vejetaryenliğe toptan teslim etmiştim.
Zor olmuyor mu?
Vegan oluncaya kadar vejetaryenlikten hiç vazgeçmedim. “Zor” olduğu anlar hiçbir zaman ‘canımın et istemesi’yle ilgili değildi. Zorluk, daima (ama daima) istediğim özelliklere sahip bir yemek bulamamamla ilgili oldu. Nasıl olmuştu bilmiyorum, ama vejetaryenliği denediğim ilk günden başlayarak hayvan bedeni benim için yenilmez bir şey sınıfına girmişti. Zihnim onu plastikle, kağıtla, demirle bir tutuyordu.
Düşünce deneyleri
Öte yandan ölüm konusundaki fikrimde küçük bir incelik oluşmuştu: Hayvanları yemek için öldürmekte sorun olmayabilir, ama onlara ölmeden önce yaşattığımız korkunç hayatın savunulacak bir tarafı yok. Daha ikna edici bir noktayaysa ‘kendimi ilk insanmış gibi hayal ederek’ ulaştım. Kafamda kurduğum şöyle bir düşünce deneyi vardı: “Bu kişiliğimle, bu bedensel, zihinsel, duygusal özelliklerimle, yaban hayatının içerisinde aç kalsam, gidip meyve toplamak mı isterdim, yoksa hayvan peşinde koşup avlanmak mı?” Bu ve benzeri zihinsel egzersizlerde ben sürekli bitkilere yöneliyordum. ‘Bitki yokluğundan ötürü hayvan peşinde koşmak ZORUNDA kalırsam’ diye egzersizin sınırlarını zorladığımda “o kadar gayret edip, iyi bir planlama ve basit birkaç aletle bir hayvanı yakalayabiliyorsam, onu yemeyi bu kadar istiyor ve onun için bunca emeği göze alıyorsam; artık onu tüketmeyi de hakkederim canım” diye telkin ediyordum kendimi. Halbuki, televizyon karşısında karnımı kaşıyıp boş boş otururken, tüm hayatını zulüm, işkence ve yalnızlık içerisinde geçirmiş bir canlının bedeninin önüme sunulmasında adil hiçbir yan bulamıyordum.
Geldi gelmekte olan
Derken 2015 yılında, ODTÜ kampüsünde geçirdiğim birkaç ayın sonunda ‘vegan olunacak yerin burası’ olduğunu düşünmeye başlamıştım. Çünkü kampüste bulunan Çatı isimli restoranbirçok vegan seçeneğiyle bana kolay ulaşılabilen bir yemek fırsatı sunuyordu. Bir gün, kaldığım lojmanda uyumadan önce bir video izledim. Videoda, küçük bir çocuğa elma verildiğinde onu ağzına götürdüğü, kuzu verildiğinde ise onunla oynadığı anlatılıyordu. Etkilenmiştim. Zaten olmak için sabırsızlandığım şeye dönüşmekte kendimi serbest bıraktım: vegan olmuştum.
Kan kontrolleri
Hemen aynı hafta bir sağlık kuruluşuna gidip genel kan değerlerimin yanında demir, B12 gibi parametrelerimi de ölçtürdüm. Her şey yolundaydı. Demek ki vejetaryenlikle geçirdiğim 5 yıl bu konuda bir etki yaratmamıştı. O tarihten başlayarak her altı ayda bir kan testi vermeyebaşladım. Bir gün B12 seviyemde bir düşüş fark edildi. Önce tedaviyi reddettim. “Eğer bu sadece ette bulunan bir şeyse ve zaten hayvan etinden alınmış bir vitamin desteği kullanacaksam, gidip eti yerim” diye düşündüm. Okumaya başladım. Bu okumalar B12’nin hayvan hücrelerince değil toprak bakterilerince üretildiğini ortaya koydu. Bunun üzerine gittim, veganlara uygun B12 aldım. Bir yıl kadar sonra demirim de düştü. Baktım, onun da vegan alternatifleri var. Aldım, kullandım. İki ay önce yaptığım son testte tüm değerlerim “iyi” çıktı.
Kafama göre (mi?)
Şimdi diyeceksiniz ki bu süre boyunca canın hiç mi yoğurt, peynir, yumurta, bal ne bileyim bir dondurma istemedi? Cevap inanılmaz gelebilir, ama istemedi. Ancak soruyu farklı bir şekilde sorarsanız, ‘hoşunuza gidecek’ bir cevap alabilirsiniz. O günden bugüne hiç peynir, yumurta yemedin mi? Maalesef yedim. Bazı restoranlarda sipariş olarak verdiğim domatesli makarnanın üstüne kaşar serpmişlerse onu yedim mesela. Çünkü israf etmenin de çok yanlış bir şey olduğunu düşünüyorum. O an yemeğin toptan çöpe gitmesi fikri beni öyle rahatsız ediyor ki kendi beslenme tarzımdan feragat etmeyi uygun buluyorum.
Son söz
Salt beslenme değil, hayvanların rızası olmadan onlardan alınmış, onların emeğiyle üretilmiş her şeyden uzak durmaya çalışıyorum. Kişilik haklarına yüksek saygısından ve sömürüye karşıtlığından ötürü veganlığın hak temelli tüm düşüncelere çok yakıştığına inanıyorum. Dahası, vegan olup da LGBTİ+ haklarına karşı olan bir kişi görmedim henüz. Siz de değilseniz (hâlâ) bir düşünün derim.
Hepinize esenlik, sabır, hoşgörü dolu günler dilerim.
Dayanışmayla,
* The Vegan Society’nin History, (Tarihçe) kısmının Türkçe çevirisini yapmaya çalıştım. İlgilenenler metne buradan ulaşabilirler. https://docs.google.com/document/d/e/2PACX-1vQuXJ1eMReaoVs6GFeVrKF8jOruIhfnBwxnUbzItoyEXGe79_0Z4vuLji6kSN5vHU2jdi_dB0ru4H7c/pub
** KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: yaşam, ekoloji