09/07/2010 | Yazar:
Anne-abla-bacı kuşağının ‘tekil’ kadınları onlar. Erkek solun içindeki feminist kadın temsilciler. Bağımsız kadın sinemasının öncüleri.
Anne-abla-bacı kuşağının ‘tekil’ kadınları onlar. Erkek solun içindeki feminist kadın temsilciler. Bağımsız kadın sinemasının öncüleri. Erkek hegemonyasının politik esaretine rağmen, yaşamlarını inandıkları gibi yaşayan bir kuşağın cesur kadınları…
Perihan Mağden, KAOS GL’nin Mart-Nisan sayısında Adnan Yıldız’la gerçekleştirdiği söyleşisinde enfes tespitlerde bulunmuş, Türkiye edebiyatı ve kültürel iklimi üzerine. Mağden’in bir tespitini -affına sığınarak- akademik dile tercüme etme cüretini gösteriyorum. Zira Türkiye’nin sol entelijansiyasını anlatmak için bundan iyi bir tanım bulunamazdı. Ama bu tanım, Mağden’den bir başkası tarafından da yapılamazdı.Geçmişten bugüne, sol hareketin erkek hegemonyasını anlamak için “PHALLUS kardeşliği” ifadesinden daha müthiş bir tanım olamaz kanımca.
Mağden’in, “PHALLUS’a Tapanlar Cemiyeti üyesi kadınlar” bahsi, bizzat bugünde feminist hareketin ucunda kıyısında -tam içinde ya da kenarında ve bezinde- yer alarak, bu dayanışmanın maddi manevi destekçileri olan biat cemaatinin küçük burjuva şımarıkları, aşıra aşırta yazan çizen feministlerin; nasıl özgürlük bilincine erdiklerini, sağdan çaktıran solun suni yollu cennetlerinde nasıl yeşerdiklerini anlamak için de ufuk açıcı.
Örtük (eş)cinsellikleriyle, LBGTT bireylerin canı gönülden savunucusu olan hem hafıza sever hem de savar iyi aile çocuklarının, tastamam mirasçısı ve şıkır tıkır yeni gardiyanları oldukları meselelerin, sivil vesayetlerin kontrollü öncülüğünde tanığa dönüştürüldüğü eğitici-öğretici ‘yeni ezber’ hareketleri sorgulamak için de bir anahtar.
Solun, ezeli-sessiz erkek şiddetinde şık damlık, femme- fatale feminist’lik yapanların; kendilerini isimsiz kadınların hak savunucusu ve hamisi konumuna canı gönülden bir ablaklık içinde yükseltişini anlamlandırmak için de gerekli bir tanım “PHALLUS kardeşliği”. Devrimci erkek ruhun, yenilenmiş cins bilir imajı örtük şiddeti gizlemek yerine salt bastırırken; senin yerine düşünür ve konuşur hale gelenlerin ‘sen’ oluvermesi de post modern atmosferin kaygan zemininde kaçınılmazlaşır. Diğerini iteklerken, açığa çıkan boşluğa kendini tak diye oturtan yeni, yeniden “cilalı sol-sağ kıta dur!” düzeni kendi seçkinine de yol açar.
Mini minnacık grup elitizmi, herkesi ‘burjuvalaşmak, sınıfsallaşmak ve sevgi yumağına dönüştürmek arzusu içinde derleyip, toplayıp, kuşatırken kendisi, Yaradan’ın katından iktidar merkezine hızla akar. Sağ, sola topuk kırarken; sol, hukuksal hakları seçkinine özgü kılan yeşilin huzur verici tonundan, halka değil HAK’ varır. Kapitalizmin çoklu yapısını sol adına halkla bütünleştirmeye kalkanlar, çok katmanlı toplumsal yapının içinde ortalığa sosyalizm soslu sağın solunun, ekşimik bulantı hissini yayarlar. Böylelikle, nostaljinin soğuk ve ölü nefesinde, sorgulan-mış gibi yapılan 1968’lerin ne ötesine ne de gerisine varılabilir.
Bu bağlamda, sivil vesayetin gölgesinde yeniden hatırlanan ve sınırlı yüzleşmelerle özür dilenenden; ‘Kutsal Devlet’in Rap Sesleri 3” filminin, “Affettiniz mi bizi Babacığım?” repliğiyle özür dileyen, ‘dünün asi şimdinin hayırlı evladının’ insafına kalan bir günah çıkarma törenine geçilir. Bense, “Sol cennetin ırmakları” yerine, vurgun yemiş sünger avcısının ‘Bir Avuç Cenneti’ni’ hatırlamayı tercih ederim.
Çünkü bugün hâlâ, büyük bir incelikle tek elde toplanan sol hareketin aseksüel hegemonyasını ve solun, o günden bugüne nasıl ve neden dönüşemediğini anlamak için çocukluğumun düşsel imgeleminde apayrı bir yeri olan ‘kadın sinemasının ‘entelektüel sol’ kadın kuşağının filmlerinden oluşan bir sinema seçkisine göz atmayı öneriyorum.
Her biri kendi sanatsal başarısıyla sol/feminist/entelektüel/yalnız ve tekil kadın sinemasını yaratan bu kuşağın büyüttüğü bir kız çocuğu olarak, edebiyat sinema paslaşmasıyla ortaya çıkan bu ölümsüz filmlerin; politik sol hareketin erkek hegemonyasını, bugünde nasıl ters yüz ettiğini anlamak için muazzam bir kaynak olduğunu düşünüyorum.
Sizi kalbimize o kadınlarla gömdük efemine beyler!
1968’lerden 1980’lere darbelerle, işkencelerle ve mahpusluklarla geçen sol kuşağın entelektüel erkeklerinin yıllar süren iç hesaplaşmaları bir yana, bu kuşağın ve onların romantik ardılların ötesine bir çırpıda ta en başından geçmiş sayılı kadın sinemacılar arasında Hale Soygazi’den, Müjde Ar’a, Nur Sürer’den Lale Mansur’a, Meral Oğuz’dan, Ayşe Emel Mesci ve Deniz Türkali’ye kadar ismini buraya sığdıramadığım bir dolu feminist kadın aktris sadece varlıklarıyla bile solun erkek diktasını anlatmaya yeterlidir. Pek çoğu değerli edebiyatçıların eserlerinden senaryolaştırılan -Necati Cumalı’dan,Ümit Kıvanç’a, Sevgi Soysal’dan, Duygu Asena, Füruzan ve Adalet Ağaoğlu’na kadarvarlığından, ismine, bizzat cinselliğinden yaşamın her alanındaki her türlü etkenliğine kadar ‘kadın’ olmanın hallerini onların beyazperdeye yansıyan imgelerinin ışığında gördük.
Her birinin yaşantısının farklı mücadelelerini sinemada nasıl dönüştürdüğünü görerek, bir kuşağın şahit olamadığı kayıp kadınlıkları onların tanıklığında yakaladık. Hale Soygazi’nin kişisel sinemasında, Sil Baştan (1997), Bir Umut (1996), Bekle Dedim Gölgeye (1990), Kadının Adı Yok (1985), Bir Avuç Cennet (1989), Bir Yudum Sevgi (1984) Simone De Bevoir’ı onun yorumundan keşfettik; kentli modern kadının entelektüel kederine ortak olduk.
Kadınlık bilincinin idrakinde, kat kat zincirlerimizin büyüdükçe birbirine eklemlendiğini öğrendik. Nur Sürer-Müjde Ar ikilisinin Dul Bir Kadın’ı (1985) ile boşanmış bir kadının geleneksel-muhafazakâr toplum kıskacında cinselliğini yaşamaya kalktığında nasıl sömürüldüğünü gördük. Lale Mansur-Meral Oğuz çiftinin fırtınalar koparan filmi Düş Gezginleri’yle (1992) LBGTT’nin L’sine vardık. Apolitik, ehli burjuva, kadın işi sinema yaftalarıyla alenen aşağılanan ya da şimdilerde hesaplı bir şekilde devir daim adına takdir gören bir kuşağın kadın sinemasından bugün kendine sol diyen erkek egemen kuşağın öğreneceği çok şey var.
Oğullarını yiyen babanın devrimin, hayırlı evlatları olmaktan vazgeçmeyen, hezimet-hıyanet-huşu kuşağı yeni solun bugünde marjinalleşmek, farklılaşmak ve popülerleşmekten öteye yeni bir sözü ve eylemi olmadı da görülüyor. Tekilliği, şahsi egolarını şişirmek olarak algılayan erkek sol ve onun maskülen kadın türevleri ile küçük burjuva ahlakının, direk ikiyüzlülüğe tekabül eden bu durumunda, hâlâ mücadele eden bu sanatçıların varlığı, mücadelesi ve çabaları bir toplumu tek başına dönüştürmeye yetmeyecek. Onlar zaten bir kuşağı filmleriyle büyüttüler ve daha nicelerini büyütecekler.
Peki ya diğer faniler? Sıradanken tanrılığa oynayan, sağdan çakma solculara; solu sol yapan kadınlar ne diyecek? Anne-abla-bacı kuşağının “PHALLUS” kırıcı kadınlarına söz vermeli. LBGTT düşmanı Sayın kadın bakanımız S.A. Kavaf’a rağmen “özel olan (bugün de) politik”.
Etiketler: kültür sanat