21/11/2024 | Yazar: Oğulcan Özgenç

Hande Kader’in, Hande Buse Şeker’in, Derin S.’nin, Ecem Seçkin’in, Eylül Cansın’ın ve katledilen, intihara sürüklenen tüm transların davalarını sahiplenen, bugün iktidarın trans karşıtı politikaları karşısında inatla direnen trans hakları aktivistlerinin mücadelesi “Gerçeğim ve buradayım!” diyen bir hakikat mücadelesi değil midir?

“Yaşamak İstiyorum!” ya da bir hakikat talebi Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Salgın haline gelen bir kepazeliğe son veriliyor”, “’İki cinsli şarkıcılar’ hizaya getiriliyor”, “Kadınlığı yine ortada kaldı”…

Gazete manşetlerinde boy gösteren bu ifadeler, Pembe Hayat LGBTİ+ Dayanışma Derneği’nin 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü etkinlikleri kapsamında açılışı yapılan “Yaşamak İstiyorum!” sergisinden. Sergi, Bülent Ersoy’un cinsiyet uyum sürecinin ardından Türkiye’de yazılı basına yansıyan, dönemin gazetecilerinin “sansasyonel” bir konu bulmuş olmanın iştahıyla kaleme aldığı “haberlerden” ve daha fazlasından oluşuyor. Onca gazete kupürü arasında gezinirken iktidarın sıklıkla işe koştuğu iki “kıymetinden sual olunmaz” aparat da ilk bakışta göze çarpıyor: tıp ve hukuk.

Ersoy'un cinsiyet uyum sürecinin ve sonrasının basına yansıyan hikayesinde transların bu düzenleme mekanizmaları tarafından nasıl kuşatıldığını görüyoruz; ve iktidarın tüm bu mekanizmalarına karşı koyan trans hakları mücadelesinin aynı zamanda bir hakikat talebinde bulunduğunu.

Trans bedenlerin çekildiği hizalar

Sergide gezinirken Bülent Ersoy'un ve başkaca sanatçıların yüzlerinin kolajlandığı bir gazete kupürüne ilişecek gözünüz. Arda Atakul, Erhan Yılmaz, Hakkı Çağdaş, Emel Ayhan, Bülent Ersoy... En tepede "Salgın haline gelen bir kepazeliğe son veriliyor" ifadesini göreceksiniz. Haberin başlığı şöyle: "İki cinsli şarkıcılar hizaya getiriliyor." Hemen sonra şöyle devam ediyor: "Artık sahneye, erkek kıyafetiyle çıkıp aşırı makyaj yapmıycaklar ve erkek traşı olacaklar." Ersoy, emniyete gitmiş, ahlak zabıtasının emrini tebellüğ etmiş. Kendisine bildirilen resmi emri almış yani. Sahneye erkek kıyafetiyle çıkmamak, aşırı makyaj yapmamak... Ahlak zabıtasının gerisini bilmediğimiz resmi emri muhtemelen hukuk soslu, gazetecinin "salgın" ifadesini kullandığı habere de bir tutam tıp serpiştirmişler.

***

Nurdan Gürbilek, 80’lerin kültürel iklimine dair denemelerini derlediği Vitrinde Yaşamak'ta[1] yer alan "İktidarın Sağlığı" yazısında Kenan Evren'in 12 Eylül'ü hastalığa bir çare olarak sunduğunu hatırlatır. İktidarın bir pratiği olarak "sağlıklaştırma ideolojisi", toplumun "bozuk olan" kısmını kesip atma, "çürüyen parçadan" kurtulmaya ilişkin bir anlatı kurar. Toplumu yeniden düzenlemeye soyunan bu anlatı ve onu takip eden pratikler, başta trans bedenleri olmak üzere tüm LGBTİ+'ları da elbette hedef alır.

Toplumu tehdit eden bir "salgının" parçası olarak erkek gibi giyinmeyen ve aşırı makyaj yapan sanatçıların çıktığı gazinolar ihtarlara uymazsa kapatılacaktır. Ahlak zabıtasının resmi emri, "sağlıklı bir toplum" için "salgın haline gelen kepazeliğin" önüne geçecektir. Bülent Ersoy ve kolajdaki diğer yüzler, aşırı makyaj yapmayı bırakıp erkek gibi giyinmeye başlayacak, "iki cinsli" sanatçılar böylece hizaya çekilecektir. Trans bedenlerin çekildiği o hizada neler olup bittiğini bilen bilir: taşlı sopalı, pompalı tüfekli saldırılar, cezasızlıkla sonuçlanan nefret suçu davaları, indirim almaya çalışan sanıklar...

Trans bedenlere hukuk kuşatması

Ahlak zabıtasının elindeki resmi emrin hukuk soslu olduğunu düşünürken bir başka habere çarpacak gözünüz. Ersoy, simsiyah saçları ve kırmızı rujunun verdiği havayla size bakacak. Haberin başlığını okuduğunuzda şu ifadeleri göreceksiniz: "Bülent Ersoy'un kadınlığı yine 'ortada' kaldı". Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Ersoy'un "kadın" olduğuna dair alt mahkeme kararını bozmuş, Ersoy'un "kadın" olup olmadığı tam teşekküllü bir hastane tarafından verilen raporla netleşecekmiş. Tam teşekküllü hastaneler hiçbir zaman iktidar ve tahakküm ilişkilerinden bağımsız olmadı ya… Yargıtay 2.Hukuk Dairesi'nin kararı da emsal: hukukun, trans bedenleri nasıl çevrelediğine.

***

Medeni Kanun'a 1988 yılında eklenen "cinsiyet değiştirme" maddesi 2002 yılında değiştirilir. 2002’de eklenen yeni düzenlemelere göre cinsiyet uyum sürecine girmek için üremeden yoksun olmak, evli olmamak ve sürecin ruh sağlığı açısından zorunlu olması gibi bir dizi zorunluluk gelir.  İlknur Özküralpli, “Türkçe Literatürde Trans Çalışmalarının İmkânı ve Trans Sorusu Üzerine”[2] başlıklı yazısında bu değişikliği “zorunluluk” kavramı üzerinden okur. Özküralpli, "uzmanlara görünme" zorunluluğunun translara atfedilen "hile/kandırma" gibi kalıp yargılarla ilişkili olduğunu altını çizer.

"Hile ve kandırma" ile işaretlenen, “sahici” olup olmadığı sorgulanan trans bir beden hakkındaki kararı; yine mahkemeler ve “uzmanlar” verecektir.

Yine Özküralpli’nin yargı organlarının ve tıp uzmanlarının trans bedenlere yönelik kararlar vermesine ilişkin genel eğilime dair kısa değerlendirmesini de ekleyelim:

“Bu eğilimler, ‘gerçek cinsiyet’in ne olduğunu belirlemekten ziyade neyin gerçek olduğunu belirleyecek olanın ‘kim olduğu’ ile ilgilidir.”

Aynı yargı organlarında bugün transları katleden sanıkların yasanın dilinin onlara tanıdığı “yetkiyle”, “kadın sandım” diyerek indirim almaya çalıştığını, davasını takip ettiğimiz Derin S.’yi katleden Ali Tanyeri’nin Derin’i kendisine yalan söylemekle suçladığını da not düşelim.

Tam da bu noktada; Susan Stryker’ın “Boğun Eğdiril(me)miş Bilgiler: Trans Çalışmalarına Giriş”[3] başlıklı makalesinde Tarryn Witten ve A. Even Eyler’dan aktardığı[4] bir kesiti de paylaşalım:

“Translara şiddet uygulayanlar her zaman karşısındakinin cinsiyeti ve genitalleri arasındaki uyumsuzlukla haksız biçimde aldatıldıklarını iddia ederek davranışlarını mazur göstermeye çalışır.”

Bir hakikat talebi olarak trans hakları mücadelesi

Tüm tartışma burada hakikat meselesiyle düğümlenir. Toplumun kılcal damarlarına sızan normatif beklentiler; trans bedenleri “doğallıktan” çıkarır. Toplumsal bir işlevi üstlenen biyolojik bedenin inşasıyla normun dışında kalan bedenler, Stryker’ın ifadeleriyle “sözde maddi bir hakikatin” ihlali olarak görülür ve hedef alınır. Bu halde; “Yaşamak İstiyorum!” demek bir hakikat talebi değil midir?

Hande Kader’in, Hande Buse Şeker’in, Derin S.’nin, Ecem Seçkin’in, Eylül Cansın’ın ve katledilen, intihara sürüklenen tüm transların davalarını sahiplenen, bugün iktidarın trans karşıtı politikaları karşısında inatla direnen trans hakları aktivistlerinin mücadelesi “Gerçeğim ve buradayım!” diyen bir hakikat mücadelesi değil midir?

*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


[1] Nurdan Gürbilek, Vitrinde Yaşamak: 1980’lerin Kültürel İklimi, Metis Yayınları

[2] Susan Streyker ve Stephen Whittle, Trans Çalışmaları: Cinsiyet ve Bilim, Çev: İlknur Özkuralpli, Dipnot Yayınları

[3] Susan Streyker ve Stephen Whittle, Trans Çalışmaları: Cinsiyet ve Bilim, Çev: İlknur Özkuralpli, Dipnot Yayınları

[4] Tarryn Witten ve A. Evan Eyler, Hate Crimes and Violance Against the Transgendered, Peace Review


Etiketler: insan hakları, kadın, medya, kültür sanat, nefret suçları
2024