17/07/2007 | Yazar: Kaos GL

“Kimileri, sayılan her zaman çok, çok az olan kimileri, yaşamı pekiştirerek ölür; adına ölüm denen o kaçınılmaz sonu, son olmaktan çıkarıp neredey

“Kimileri, sayılan her zaman çok, çok az olan kimileri, yaşamı pekiştirerek ölür; adına ölüm denen o kaçınılmaz sonu, son olmaktan çıkarıp neredeyse yaşamın bir kilometre taşına, bir "sonra"ya, ileriye uzanan ve artık hiçbir yazgının el uzatamayacağı bir köprüye dönüştürerek.” Ahmet Cemal’in kaleminden Bilge Karasu.

Bilge Karasu'yla hiç tanışamadım.

Fırsat olmadı.

Onu yalnızca yazdıklarıyla tanıdım; yetiyordu elbet, fazlasıyla! Bir büyük yazarı tanımak için, yazdıklarından başka neyi gereksinebiliriz ki! Ama özellikle son bir yılda, beni Bilge Karasu'ya götüren bir kapı daha açıldı önümde. Bir dost kapısı. Bilge Karasu'nun aziz dostu olan, benim de dost bahçesine girme mutluluğuna erdiğim Sıtkı Erinç Hoca'dan dinledim Bilge Karasu'yu. Birlikte görev yaptığımız Anadolu Üniversitesi'nde Eskişehir'in uzun kış gecelerinin doyumsuz sohbetlerinde. Bir insanın ölüme nasıl yaşarcasına hazırlanabileceğini Sıtkı Hoca'dan dinledim. O üniversiteden arta kalan zamanlarında, Ankara'da, neredeyse hep Bilge Karasu'nun yanındaydı, özellikle de yaklaşık son bir yılı boyunca.

Bilge Karasu, kitaplarını, resim ve nota koleksiyonlarını olduğu gibi Anadolu Üniversitesi'ne bağışlamıştı. Hem de ölümün gelmesini beklemeden. Bu paha biçilmez armağanların üniversiteye kendisi yaşarken ulaşmasını istemişti. Bu isteğin yerine getirilmesini de Sıtkı Hoca üstlenmişti.
Gücünü gittikçe yitirmekte olan Bilge Karasu, "kendisinden sonrası"nı yine yaşadığı gibi, bir sanatçı titizliğiyle planlamıştı.

Kaç yılın yalnızlıklarıyla, mutsuzluklarıyla, ama aynı zamanda da onlara soyluca meydan okumuş çalışmaların atmosferiyle dolu, küçük bir daireden çıkacak hazinelerin, bundan böyle yetişmekte olan nice kuşaklara ışık saçmasını istemiş, bunun hazırlıklarını da yine kendisi gerçekleştirmişti.

Kimileri, sayılan her zaman çok, çok az olan kimileri, yaşamı pekiştirerek ölür; adına ölüm denen o kaçınılmaz sonu, son olmaktan çıkarıp neredeyse yaşamın bir kilometre taşına, bir "sonra'ya, ileriye uzanan ve artık hiçbir yazgının el uzatamayacağı bir köprüye dönüştürerek.

Bilge Karasu da, sayıları hep çok az kalacak olan "kimileri'' arasındaki yerini aldı; sessiz bir ölümü, başkalarının geleceğinin bir parçası kıldı.

Karasu'nun ölümünü haber aldığım saatlerde, Paul Celan'ın şiirlerinin çevirisi üzerinde çalışıyordum. Celan'ın, bir zamanlar Paul Eluard'ın anısına kaleme aldığı bir şiirindeki birkaç dize, kendiliğinden bu yazıya da kayıverdi: "Ölenin mezarına koy, / yaşamak için söylediği sözcükleri, / Yerleştir başını onların arasına..."

Kaynak: Cumhuriyet, 16 Temmuz 1995


*Konuyla ilgili haberler:

“Türk Kafka’sı değilim”

[[Bilge’ler ölür...]] - Selim İleri

[[Elimizden kaçan “Ada”]]

[[Yaşamak sevişmektir]] - Orhan Alkaya

[[Bilge Karasu için…]] - Semih Gümüş

[[Bir söz büyücüsü]]

[[Kediler ve kitaplar: Bilge Karasu]]

[[On bir yıldır "göçmüş kediler"inin yanında]] - Ülkü Tamer

[[Her şeyi olan adam ve balık]] - Ali Poyrazoğlu

[[Ne kedisiz ne korkusuz]] – Nurdan Gürbilek

[[Karasu, kediler, geçmiş zaman]] – Kürşat Başar

[[Bilge Karasu’ya İmzalı Kitaplar]] - Ali Görkem Userin

[[Anısına: Bilge Karasu]]

Etiketler: kültür sanat
nefret