16/03/2017 | Yazar: Özge Göztürk

Zaten yaşlılığın toplumlarda yaşı yok, yaşla ilgisi de yok, sadece bir adı var: Yaşçılık.

Sosyal medyanın en faydalı tarafı; pek çok soruya defalarca ve farklı yaklaşımlarla sorulabilme imkânı sağlıyor, insanı zinde tutuyor. Düzenli takipte olmayanlar bile illaki “70 yaş ve 7 yaş sohbetleri” gibi videolarla denk geliyor. İyi de oluyor, “yaşçılık” konusunun tekrar açılmasını sağlıyorlar. Birilerinin arkadaşına “ya bak çocukken hep, büyümek istiyorsun ama büyüyünce de küçülmek isteyeceksin derlerdi, ama öyle olmadı” demesine vesile oluyorlar.

Çocukların, öyle masum düşüncelerle değil, ebeveynlerinin doldurduğu görüşlerle dillendiğini, bunun aslen çok da özenilecek bir süreç olmadığını hatırlatıyor bize. Her birimiz, ilk 10 yaşımızı bir evin, artık bilmem kaçıncı “beklenti küfesi” olarak geçirdiğimizi ancak orta yaşlarımızda anlıyoruz. Bu oluyor, ben de bir çocuk yetiştiriyorum, onun sorumlusuyum, ona bakarken ister istemez kendi düşüncelerimi de aşılıyorum, korkularımı, beklentilerimi yüklüyorum. Onun bu yüklendiklerini gördükçe de her ebeveyn gibi içten içe memnun bile oluyorum, “ah benim minik armudum aynı annesi, ne güzel hikâyeler yazmış” diyorum.

Bu hazin aldatmacama iki yüzlü bir endişeyle devam ediyor olsam da… Tesellim, canım kızımın zamanla, tüm bunların benim naçizane dayatmalarım olduğunu fark edeceğini de biliyorum. Çünkü büyüyecek. Neyse ki hepimiz büyüyoruz. Sanılanın aksine yaş almak kötü bir durum değil, avantajları çok.

Üstelik hareket kabiliyetiniz de azalmıyor, zihin yetenekleriniz de yavaşlamıyor. Hasta değilseniz-ki her yaşta da hasta olabilir insan- azımsanamayacak işler yapabiliyorsunuz. Mesela hiç koşu yapmamış olsanız da 30-60-70 veya 80 yaşından sonra maraton koşucusu olabilirsiniz.  Tabi beklentiniz bunu üç günde gerçekleştirmekse, o iş 18’inde de olmaz zaten. Ya da meslek değiştirebilirsiniz, 70 yaşında da doktoraya başlayabilirsiniz, 35 yaşında bankadan ayrılıp bahçecilik yapmaya karar verebilirsiniz, herhangi bir yaşta hikâyeler yaratabilirsiniz, 55-65 yaşında veya 24 yaşında finans işlerine soyunabilirsiniz, kendinize bir esnaf dükkânı açabilir yahut benim şu an hiç aklıma gelmeyen yenidünya işlerine soyunabilirsiniz. Zaten yaşlılığın toplumlarda yaşı yok, yaşla ilgisi de yok, sadece bir adı var: Yaşçılık.

Eğer çevreniz tutucuysa, o zaman kuvvetli bir sosyal engelle karşı karşıya kalırsınız. Sizin nasıl düşünmeniz, nasıl hareket etmeniz, artık bugünden sonra ne yapmanız gerektiğini yaşınızı bahane ederek dayatırlar. Bunları acı tatlı manevralarla başınızdan savmak mümkün, ne bileyim, “ay ev işleri yapamıyorum, yaşlılık işte, ben en güzeli şu dil kursuna yazılayım” gibi basit çözümlerden, “Hayır, ben sanatçı değil muhasebeci olmak istiyorum baba! Güzel sanatlar fakültesini bıraktım!” gibi şairane çıkışlara, karşınızdaki tavrın sığlığına göre “Yaşım kaçsa kaç, sana mı sorucam dingil!” gibi ve benzeri pek çok karşı duruşla alevi iyice harlatabilirsiniz. Yeter ki kendiniz yaşçı olmayın.

Ebeveynlerimizi, çocuklarımızı, komşularımızı, arkadaşlarımızı yaşçılık illetinden de baskısından da koruyalım, destekleyelim, dürtükleyelim, ittirelim gerekirse! Bu 7-70 videoları, bazılarının çekincelerine bir bahane olur, ona tutunur “Ah çocuk ne güzel öğrenmiş, ah dede ne güzel kabuğuna çekilmiş… Doğrusu bu” derler, olsun, desinler. Bazıları da aynı videoyu izler “Ya ben feyzbukda gördüm kadın, vallahi 95 yaşında banci campink yapıyordu. Bana gelmez bu bezmiş ayaklar!” derler. 

Ve yaşçılık; tüm bu görüşler sayesinde ne denli yaygın bir baskı unsuru olduğunu kanıtlar, günlük hayatlarımıza ne denli hükmetmeye niyetli olduğunu gözler önüne bir defa daha koyar ve de ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, ayrımcılığın yanındaki yerine iyice yerleşir. 


Etiketler: yaşam
nefret