20/09/2007 | Yazar: Kaos GL
Yasalarda yazılı 'herkes'in erkek birey olduğunu, içinden tınladığını hepimiz biliyoruz, maskesini düşürmek yerine neden maskeleri çoğaltalım?
Yasalarda yazılı 'herkes'in erkek birey olduğunu, içinden tınladığını hepimiz biliyoruz, maskesini düşürmek yerine neden maskeleri çoğaltalım? Yoksulsanız, azınlıksanız, farklı cinsel yöneliminiz varsa, hasta ya da sakatsanız, yaşlı iseniz yasadaki 'herkes' olamazsınız. Kadınsanız da öyle. Tennur Koyuncuoğlu’nun kaleminden.Başlığa bakıp yok artık demeyin. Yasalar soyut kavramlar üretir. Yasa dili 'herkes' der, 'her kim' der, 'kişi', 'birey' der. Ama biliyoruz ki, bu kavramlar somutta 'güçlü' yani varsıl, beyaz yakalı ve erkek olanını tanımlar. Yoksulsanız, azınlık iseniz, farklı cinsel yöneliminiz varsa, hasta ya da sakatsanız, yaşlı iseniz yasadaki 'herkes' olamazsınız. Kadınsanız da öyle.
Yeni Anayasa taslağının 9. maddesinde 'eşitlik', 'herkesin ... ayırım gözetmeden kanun önünde eşit'liği olarak yer verilmiş. Ardından da, 'kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korunmayı gerektiren kesimler için alınan tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamazlar' deniyor.
Öncelikle 'eşitlik' kavramına biçimsel yaklaşıldığını, eşit konumda olmayanlar için gerçek eşitliğin hayal bile edilemeyeceğini söyleyelim. Eşitlik yasaları uygulamanın ötesinde tıpkı taslağın başlangıç bölümünde belirtildiği gibi, 'insan onurunun zedelenmemesidir'. Maddede böyle bir zedeleme vardır. Kadın haklarını hiçe saymak, bir kesimi kollayan ve içinden konuşan tedbirlerle, toplumu hukuksuz bırakmak gibi.
Aydınlığa mı, karanlığa mı tedbir gerekiyor? Tek tek evler yetmedi, kadınları topluca bir merkeze toplayıp başlarını mı kapatacaklar, seslerini mi kısacaklar? Hangi tedbirin kadınların yararına olacağını yine erkekler mi saptayacak? 'Tüm ezilen kesimlere' yönelik olumlu ayrımcılık yasaları çıkarmak, 'herkes' sözcüğünün ve Anayasanın özü gereğidir, zaten. 'Olumlu ayrımcılık' yasaları çıkarma olanağına Anayasada açıkça yer verilmeli ve bu yasaların anayasal denetimi saklı kalmalıdır. Yoksa kadınlara ilgili, türbanla ya da dinle ilgili çıkarılacak bir yasanın anayasaya aykırılığının denetimi şimdiden önlenmek isteniyor gibi bir duygu, toplumu rahatsız edebilir. Kadınların çıkarına anayasal yeni bir düzen oluşturmak uluslararası sözleşmelere imza atan devletimizin başat yükümlülüğüdür. Ama önce kadın nedir, gerçekte var mıdır? Kadın olmak bir doğuş yazgısı mıdır, yoksa sonrasında toplumsal mıdır? Yaşatılan kadın imgesi gerçek kadın kimliği ile ne ölçüde uyumludur? Çoklu cinsiyetlerin kaderiyle nasıl bir bağlantı kurulabilir?
1982 Anayasası ve sonrası yapılan değişikliklerde kadın erkek ilişkisi erkek egemen düzenin bakış açısıdır. Anayasanın 10. maddesinde kanun önünde 'cinsiyet ayırımı yapılamayacağı' açıklaması ya da 2004'teki değişiklikle aynı maddeye eklenen 'kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir' hükmü sözde kalır. Daha önce 2001'de Anayasa'nın 41. maddesindeki ailede... eşler arasındaki eşitlik vurgusu da, aile bireylerini birbirine eşitleyemedi. Anayasa Mahkemesi kararlarında bile, erkek kadın ilişkisindeki 'eşitsizlik' bu normlara dayandırılır. Kurallar eril olduğundan, onların bakış açısıyla bir kadın yaratılır ve onların gereksinmelerini karşılayan anlamlarla yorumlanır. Kadınlar kendi varoluş özellikleriyle çelişir. Anayasada kadın, kendi olarak değil, ataerkil toplumun imajına uygun olarak, 'eş', 'anne' sıfatıyla temsil edilir.
Anayasa'nın sivil olması, yapıcı organın sivilliğinden öte anayasanın özünün demokratik olması demektir. Bu tıpkı Cumhurbaşkanı'nın yemininde de anıldığı gibi "herkesi insan haklarından, temel özgürlüklerden yararlandırmayı" olanaklı kılmasıyla olur.
Kadının temel hak ve özgürlüklerinin içeriği açısından, anayasayı bağlayan metin Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesidir (CEDAW). Bu belgede kadın hakları başka yasalardan farklı olarak, kadının toplumsal durumunun açmazı açısından ifade edilir. Belge, kadının insan haklarından tam yararlanamadığı tanısını koyar ve haklara ulaşmak için karşılaşacağı olumsuzlukları gidermenin altını çizer ve temel hak ve özgürlükler bağlamında, kadına karşı ayırımı cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, dışlama veya sınırlama anlamında tanımlar. Yasa, kadın da insandır, 'cinsiyet farkı' nedeniyle hakları yok edilmemeli, önündeki toplumsal engeller kaldırılmalı der ama tüm dünya bu işi başaramaz. Kadın yasaların ötesinde toplumu da yüklenir. Onun eşitlik istemi, ister istemez erkek gibi olma yarışına sokar, kadını. Zaman içinde erkekten erkek olması, kadınlığından vazgeçmesi pahasına sürer koşu. Ancak bir türlü 'eşitlik' yakalanamaz. Çünkü eril bir dünyada kadının kendisi yoktur, kendine yabancıdır o. Kadın erkeklerin tasarımına göre istenilen kadın gibi olmaya çalışırken insan olma hayali çöker. Hem hem olamayacağı baştan bellidir, oysa.
Son dönem feministler, sorun olan cinsiyet farkından, çözüm üretmeyi deniyor. Luce Irigaray, AB aşamasında Yurttaşlık Yasası çerçevesinde iki ayrı yurttaşlık önerisi ileri sürdü ama AB Meclisi'nde kabul edilmedi (bk. Zeynep Direk, www.lambdaistanbul.org/php/main.php?menuID=7&altMenuID49&icerikID).
Ancak Irigaray'ın ileri sürdüğü gerekçeler, bu teklifin gündemden düşmeyeceğini gösteriyor (Madan Sarup, Postyapısalcılık ve Post Modernizm, Ankara, 2004, s 168-176):
"'Eşitliğin anlamı her neyse erkek gibi olmamak olmalıdır'... Kadın erkeğin ben söylemi yerine kendi 'ben' söylemini nasıl kurabilir? Nefret, kıskançlık, rekabet kadınlar arasında oldukça yaygındır. Çünkü kadın bunların üstesinden gelebilecek bir simgesellik bulamaz kendisine... Kadın toplumsal olarak konumlanmak için 'kadın gibi' konuşmak yerine 'kadın olarak' konuşmalıdır. Cinsiyet farklılığı, biyolojik yapı dışında da oluşan bir şeydir. Erkek ya da kadın özdeşliği her iki cins tarafından da oluşturulabilir".
1982 Anayasası'nın 12. maddesinde, "temel hak ve hürriyetlerin niteliği" sayılıyor: 'Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir'. İnsan odaklı, özgürlükçü yanı ile vurgulanacak bir anayasada; aynı maddeye "herkes" sözcüğünden sonra "cinsiyet farklılığı temelinde" sözcüklerinin eklenmesi, yasaya "cinsel bütünlük" kapsamında istenen demokratik özü kazandırır. Beden ve ruhun kültürel gelişimi, değişimi ve yönelimi hukuksallık kazanır ve CEDAW'ı bir adım ileriye taşır.
İnsan haklarına dayanan, ben'in boşluğunu dolduran, tekil bütünlüğünü gösteren "kişilik hakkı"dır bu. İlişkiler temelinde ötekisinden sorumlu ben'e de uzanır. Özgürlüğü, eşitliğe, başkasının haklarına saygıya dönüştürebilir. Çünkü kendi dışında, kendisine saygı duyan bir hukuk düzeni olduğunu bilir. İnsan aynı zamanda umuttur. Kişilik genetik değişmezlerle deneyimsel değişkenlerle hem kişiye özgü hem de toplumsal ilişkilerle sınanabilir, sürekli oluşturulabilir ve yenilenebilir niteliktedir. Gerçekleşen ben'in saygı görmesi, belki postmodern insanın kişiliksizliği ya da pastiş kişiliğinden sıyrılma ve mücadele eden tarihi olan 'hakiki insanı' bulma çabası da sayılabilir! Anayasal bir 'cinsiyet farklılığı' ifadesi, arka plan haklarla etkilenen politikalarla, özel kadın haklarına tanınma olanağı verir. Annelik hakkının karşılanması, yeniden üreme hakkı, kürtaj hakkı gibi kadınlık kimliğiyle özdeş nice siyasal, sosyal haklar olumlu ayrımcılık yasalarının konusu olabilir. Aynı şekilde erkeğin de eksiklik duyduğu alanlarla ilgili özdeş hakları ya da eşcinsellerin benzer haklarına saygı duyulabilir. Gelecekte kadına ve başka çoklu kimliklere, kendisi gibi olma olanağı verecek bağımsız bir yurttaşlık statüsü zemini de hazırlanmış olur.
Türkiye'nin AB yasalarını alma ve aynı biçimde uygulama çabaları çağdaşlık adına 'taklit etme' konumunu aşamaz. Tıpkı kadının, erkeklerin düzeninde çırpınması gibi. Türkiye AB'nin bir köyü mü olacak, yoksa eşiti mi? Neden Avrupa ülkelerinin yapamadığını biz başarmayalım? Yasalarda yazılı 'herkes'in erkek birey (persona) olduğunu, içinden tınladığını hepimiz biliyoruz, maskesini düşürmek yerine neden maskeleri çoğaltalım?
Etiketler: insan hakları, sivil anayasa