29/07/2024 | Yazar: Karin Karakaşlı
Yaşam hakkı ve adalet için haykırmakla başlıyor gün. Hani zaten en temel insan hakkı ve toplum temeli adına var olması gereken şeyler için. Yüzümüzü yıkıyor, günün ilk çay ya da kahvesiyle ayılmaya çalışırken bugünün ne getirdiğine bakıyoruz. Çünkü bir her şey normalmişçesine sürdürdüğümüz günlük rutin var bir de hayatta kalma, onuruyla yaşama çabası. İkincisi birincisini çoğu zaman bir yanılsamaya dönüştürüyor.
Beynimin içindeki sesler birbirine karıştığında, hissettiğim şeyi “polis telsizi” diye tanımlarım: kopuk, kesik, ilgisiz, anlaşılmaz bir karmaşanın bunaltıcı toplamı.
Cumartesi akşamı Kadıköy’de sokak hayvanlarının katliamına karşı çıkmak için toplanmıştık. Beri yanımızda mahallenin Sivas kangalları başlarına gelebilecek her şeyden habersiz aheste voltalarını atıyordu. Onların gözüne bakar, sloganları dinlerken nelere karşı mücadele etmek durumunda kaldığımız gerçeği epey ağır çarptı bir anda.
Uzun zamandır hâlimiz bu. Yaşam hakkı ve adalet için haykırmakla başlıyor gün. Hani zaten en temel insan hakkı ve toplum temeli adına varolması gereken şeyler için. Yüzümüzü yıkıyor, günün ilk çay ya da kahvesiyle ayılmaya çalışırken bugünün ne getirdiğine bakıyoruz. Çünkü bir her şey normalmişçesine sürdürdüğümüz günlük rutin var bir de hayatta kalma, onuruyla yaşama çabası. İkincisi birincisini çoğu zaman bir yanılsamaya dönüştürüyor.
Temmuz sıcağında, Meclis’in tatile girmesinden hemen önce apar topar önümüze konan gündem akıl alır iş değil. Havsalanın almayacağı nice şeyin yaşatıldığı bu ülkede bile değil. Neden canlıların öldürülmemesini talep etmek zorunda kaldık? Öldürülmeleri bir anda nasıl bu denli aciliyeti olan bir talep hâlini aldı? Ne rantla ne siyasi çıkarla açıklayabildiğim bu cinnete bakakalıyorum.
Aktivistler, gönüllüler, hayvan hakları kuruluşları, hayatı kendinden ve steril koşullardan ibaret görmeyen her insan evladı haftalardır sokaklarda, sosyal medyada, gücünün, sesinin yettiği her ortamda “Bu kanlı yasayı durdurun” diye haykırıyor. İnat gibi ertesi günü, bir pazar mesaisiyle gecenin bir vakti o meşum maddeler tek tek kabul ediliyor. Halkın sesine tercüman olmaya çalışan milletvekilleri raporlarla, toplanan imzalarla dışardaki o isyanı saatlerce aktardığı hâlde. Duvara konuşsan ses verir. Hedefe kilitli insansız hava araçları misali gık demiyorlar.
Olimpiyat açılış törenine ilişkin bir yaygaradır kopuyor
Polis telsizi vızıldamaya devam ediyor. Aynı hafta sonu Fransa’daki Olimpiyat açılış törenine ilişkin bir yaygaradır kopuyor. Stadyum yerine Paris şehrinin tamamına yayılan, tarih, kültür ve sanattan geniş bir yelpazede panorama sunan gösterinin drag queenli kısmı sosyal medyada şeytan alâmetine dönüştürülmüş. Hele 2008 yılından Çin’deki olimpiyat töreniyle yan yana analojilerin tadına doyum yok. Oysa o dönemdeki binlerce davulun eşzamanlı çalınmasıyla sergilenen gösteride de birileri uyum, disiplin görürken diğeri tahakküm ve tekçilik bulabilir. Ama ne gam. Propagandasını ne kadar yaparsan baskın bir kanı oluşturabileceğin, bunu da mutlak gerçek diye dayatabileceğin bir zaman bu. Hele de bitmeyen ergenlik can sıkıntısını satın aldığı Twitter’ı X başlıklı bir oyuncağa dönüştüren ve trans kızını koşulsuz sevmeyi başaramadığı için bizi komplo ve fobi algoritmalarına maruz bırakmaya ant içmiş bilyoner Elon Musk varken. Dünyanın bu yeni zamanlarında sadece ulus devletler değil parayla iktidar devşiren oligarklara karşı da durman gerekiyor. Karşı durman ve akıl sağlığını koruman.
Ataerkinin, milliyetçiliğin, heteronormatif düzenin simge ve sloganları, popüler kültürü istila etmiş temsilleri hiç sorun olmuyor oysa. Adı üstünde onlar “normal”, düzen böyle buyurduğu için. Ama Kürt halayı, düğün dernekteki coşkusu, arabada dinlenen ezgisi “bölücü” olarak sunuluyor ve sosyal medya üzerinden bu akıl tutulmasını teşvik edilmek üzere polis telsizi sesler bir kez daha devreye giriyor. Benim gördüğümse basitçe şu: Kürt neşesi alerji yapıyor. Bir halkın kendi kültür değerlerine sahip çıkışı, “buradayım” deyişi. Gizlenmeden, saklanmadan, coşkuyla ve paylaşarak varoluşu.
“İnsanların yatak odalarında ne yaptıkları onları ilgilendirir” diye buyurulan lütuf da homofobik, transfobik tutumunuzu saklamıyor oysa. Zira LGBTİ+ ve kuir varoluş yatak odaları ve seksle sınırlı değil. İnsanın hayatın tam ortasında kendisi olma hâli. Hepiniz gibi.
ABD’nin başkanlık seçiminde halen kürtaj tartışması ana gündem. Sanki altmışlar, yetmişler hiç yaşanmamış. Kadının bedeni üreme politikalarının, din soslu kampanyaların orta yerinde. Demokratik seçimlerin bin bir oyunla suistimalini görüyoruz. Ve elbette Filistin halkının katlini. Netanyahu’nun ABD’de kaldığı otelin önünde Filistinli bir adam megafondan Gazze’de öldürülen çocukların isimlerini haykırıyor. Aynı Netanyahu ABD kongresinde ayakta alkışlanıyor. Sokağından kopuk siyaseti de aklım almıyor. Zulüm ve kırım canlı yayın olarak şimdiki zamanda yaşatılırken üstelik.
Bir sinema salonuna sığınıyorum
Sonra bir sinema salonuna sığınıyorum. Andrew Scott’ın tek kişilik Vanya oyunu, muhteşem bir çekimle İngiltere sahnelerinden karşımıza gelmiş. Çehov’un klasiği de yepyeni bir uyarlamayla zamansız-mekânsız, doğrudan kalbe işleyen bir dinamizme bürünmüş.
Karşımızda kırsalda bir çiftlik ve içindeki çeşit çeşit insan var. Sahnedeyse sadece tek bir oyuncu: Andrew Scott. Başta takıp çıkardığı güneş gözlüğü, eline aldığı kurulama bezi, tenis topu, yaktığı bir sigara, oynadığı bir kolyeyle tek tek büründüğü kişiliklere geçişimizi kolaylaştıran oyuncu, bir yandan sonra öylece akıyor kurgunun içinden. Biz de peşinden. Kim bilir nasıl bir emekle sanki en doğalı buymuş gibi akan bir kurgu oluşturulmuş. Scott minicik jestler, seste ince değişimler ve beden dilinin her zerresiyle karşılıklı kavgalardan sevişmelere, en yaman geniş aile hesaplaşmalarından tek kişilik itiraf saatlerine her şeyi sunuyor. Üzerinde yeşil gömleği, bej pantolonu ve lastik ayakkabılarıyla.
Sırf şöyle bir insan var diye içim umutla doluyor. O kadar inanılmaz bir şeyi öylesine tevazuyla yapıyor ki mahcup hissediyorum. Sahnede kendisinden başka kimse yok ama o çiftlikteki hizmetlisinden aile üyelerine herkes, birbiriyle derdi de sevgisi de bitmeyen bunca farklı insan bir anlığına, bir dalga boyunda, aynılıkta buluşuyor.
Hayatı ıskalama hissi, özlem, yas, kayıp, karşılıksız aşk, yanlış zaman, geç kalma, pişmanlık, kabulleniş ve devam etme azmi… İnsana dair ne varsa bu oyunda. O ki yine sabah olacak ve nefes aldığını fark ettiğin andan itibaren yeniden işe koyulacaksın. Yaşamak büyük eylem. Sevmek de öyle.
İnsan kendi olmaktan vazgeçemeyeceğine göre tek tek ve birlikte verilecek mücadele mecbur zulmün her türlüsüne direnecek. Cesaretten bile değil, başka türlüsü mümkün olmadığından. O his nihayet polis telsizini susturuyor. Eşlik edebileceğim bir şarkı duyuyorum bir yerlerden. Usul usul mırıldanmaya başlıyorum. Sabah ola hayrola…
Bu yazı, Türkiye Avrupa Vakfı’nın yürüttüğü SAHNE projesi kapsamında Avrupa Birliğinin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla yazarın sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.
Etiketler: insan hakları, kadın, kültür sanat, yaşam, siyaset, dünyadan, sahne projesi