13/07/2022 | Yazar: Aslı Alpar
Maurizi, kesişimsellik ya da bütünleşik özgürlük mücadelesinde olduğu gibi hayvan özgürlüğü ve Marksizmin sadece birlikte çalışabileceğini değil, aslında zorunlu olarak birbirine ait olduğunu ve birleşmesi gerektiğini savunuyor.
Fotoğraf: Şeriban Alkış, 2019, İstanbul, Resmi Hayvan Hakları Yürüyüşü
Öncelikle bütünleşik özgürlük mücadelesi olarak da ifade edilen “kesişimsellik” üzerine biraz konuşalım[1]. Bugün Türkiye’de bazı yapıların kesişimselliği, bazılarının bütünleşik özgürlüğü tercih ettiğini görüyoruz. Bütünleşik özgürlük her ne kadar kesişimsellikten daha kapsayıcı, daha bir arada bir hareket alanını işaret ediyorsa da aslında bu her iki terimin de 90’ların sonu ve 2000’lerin başında popülerleştiğini ve son on yılımızda etkisini daha fazla hissettirdiğini söyleyebiliriz.
Nedir bu kavram diye baktığımızda kesişimsellik; “cinsel, ırksal, sınıfsal farklı tahakküm sistemlerinin birbirleriyle ilişkisini ve işleyişini anlamaya, bu farklı ezilme biçimlerine maruz kadınların farklılıklarını gören bir feminizm kurmaya yönelik teorik ve politik çabaların bir sonucudur” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavramı tarihte ilk defa ABD’li hukuk ve eleştirel ırk teorisyeni Kimberle Crenshaw 1989 tarihli Demarginalizing the Intersection of Race and Sexisimli makalesinde kullandı.[2]
Siyah kadınların işe alınmaması ve işten çıkarılması davalarının sonunda mahkemelerin ayrımcılık olmadığına dair verdiği kararın ardından Crenshaw, siyah kadınlara yönelik ayrımcılığın görünmemesinin aslında kadınların haklarının ihlalini de görünmez kıldığına dikkat çeker ve hakların bir kavşak varmışçasına birbirine çıkan yollar olduğundan bahseder.
Bu terim Türkiye’de daha çok feminist hareketi anaakımlaştırma mücadelesi kapsamında diğer hareketlerle olan bağını vurgulamak için sıklıkla kullanıldı. 2000’lerin ilk yıllarından itibaren ekoloji ve hayvan hakları hareketleri bu terimi sahiplendi. Vegan aktivistlerin terimi, “hayvan sömürüsüne feministler-solcular-LGBTİ+’lar… neden karşı çıkmalı”, minvalinde tabanı genişletmek ve diğer hak alanlarında hayvan sömürüsüyle yüzleşilmemesinin getirdiği ikiyüzlülüğü ortaya çıkarmak için kullandı.
Türcülüğün nedeni aslında bir neden mi yoksa sonuç mu?
Ben bu terime neden bir türlü ısınamadığımı, bu konuyu araştırırken tanıştığım Marksist hayvan özgürlükçüsü İtalyan filozof Marco Maurizi’nin tezleriyle anlatmaya çalışacağım.
Maurizi hayvan özgürlüğü savunucularını iki temel yaklaşımla hareket ettiğini düşünüyor. Bildiğiniz üzere türcülük terimi tarihte ilk defa 1970 yılında Richard D. Ryder tarafından ifade ediliyor. Türcülüğü; cinsiyetçilik ve ırkçılık gibi bir ideoloji olduğunu bu ideolojilerin benzerliğiyle açıklıyor.
Ryder, türcülüğün sebebini insan dışı hayvanların, insanlardan fiziksel görünüm farkları nedeniyle ortaya çıktığını ileri sürüyor. Hatta bugün çeşitlilik diyebileceğimiz “farklılık” nedeniyle hayvanların acı çekmesinin akıl dışı olduğunu söyleyerek bunun sadece vicdani bir sorumluluk olmadığına dikkat çekiyor.
Ne mutlu ki hepimiz, başkalarının acılarına karşı doğal bir merhamet kıvılcımı taşıyoruz. Bize gereken, o kıvılcımı yakalayıp körükleyerek akılcı ve evrensel bir merhamet ateşine dönüştürmektir.
Ryder’ın bu ifadesi aslında günümüzde halen türcülüğün esas olarak açıklanmasında önemli yer işgal ediyor. Öyle ki Peter Singer, bugünden bir okumayla refahçı yorumlara da sahip olduğunu söylediğimiz meşhur “Hayvan Özgürleşmesi” kitabında bu farklılık üzerinden türcülük karşıtlığını yorumluyor. Bildiğiniz üzere, insanların hayvanları “insanlar gibi bir bilince sahip olmamaları” nedeniyle sömürdüğünü söylüyor ve meseleyi hayvanın bilincinin olup olmamasıysa değil acı çekip çekmemesiyle sömürülmemesi gerektiğini ekliyor.
Metafizik türcülük karşıtlığı
Burada devreye 2005 yılındaki tezleriyle Maurizi giriyor. Maurizi, hayvan özgürlüğüne tarihsel materyalist yaklaşım ile metafizik yaklaşımlar arasındaki farkları özet bir biçimde açıklıyor.[3]
Metafiziksel türcülük karşıtlığı tanımı için bir model olarak Peter Singer'ın felsefesini örnekliyor. Marco'nun temel fikri şu: “Türcülüğün insanın diğer tüm hayvanlardan farklı ve üstün olduğuna dair inancı nedeniyle ortaya çıktığı iddiasının aslında türcülüğün nedeni değil ancak sonucudur”. Şöyle devam ediyor: “Bu hiçbir şeyin nedeni değil; daha ziyade, metafiziksel türcülük karşıtlarının henüz açıklamadığı bir şeyin etkisi.[4]”
Tarihsel maddeci türcülük karşıtlığını Maurizi, Marx ve Engels'in “üstyapı” terimiyle anlatmaya çalışır. Üst yapı ve alt yapı terimlerine hızlıca bakacak olursak; kabaca
üretici güçler ve üretim ilişkilerinden yani işçi-işveren çalışma şartları, işbölümü, mülkiyet ilişkileri vb. alt yapıyken, bu ilişkilerin sonucunda ortaya çıkan kültür, kurumlar, siyasi iktidar ilişkileri, roller, ritüeller üst yapıya dahildir. Altyapı ve üst yapı arasında ilişki tarihsel ve diyalektik biçimde birbirine bağlıdır.
Özetle Maurizi için türcülük tıpkı cinsiyetçilik, heteronormativite, ırkçılık gibi üst yapıya dahil bir yerden ele alınmalı ve nedeni üretim ilişkilerinin tarihsel pratiğinde aranmalı[5].
Bu tarihsel süreç[6] başka bir çalışmanın konusu olduğu için konumuza döneyim. Maurizi, kesişimsellik ya da bütünleşik özgürlük mücadelesinde olduğu gibi hayvan özgürlüğü ve Marksizmin sadece birlikte çalışabileceğini değil, aslında zorunlu olarak birbirine ait olduğunu ve birleşmesi gerektiğini savunuyor.
Maurizi kendisini sosyalist olarak tarifleyen hayvan özgürlükçüsü çağdaşlarıyla (Dr. Steve Best gibi) şu konuda da ayrılıyor. Onlar hayvanların bir işçi olduğu fikrinden yola çıkarak, hayvan hakları mücadelesinin antikapitalist olması gerektiğini söylüyor. Benzer şekilde JasonHribal “Fear of theAnimal Planet: TheHiddenHistory of AnimalResistance- Hayvan Gezegeni Korkusu: Hayvan Direnişinin Gizli Tarihi”nde, hayvanlar aleminde kendilerine baskı uygulayan insanlara karşı meydana gelen direniş, isyan, meydana okuma ve başkaldırı eylemleri anlatılıyor.[7]
Maurizi türcülük karşıtlığını Marksizmle hayvanların işçi olarak yorumlanması savından ileri sürmüyor. Aksine şunları söylüyor: “Marx ve Engels işçi sınıfı terimini belirli bir tarihsel noktada kullandı. Belirli kapitalist toplumsal formasyon içinde ve sermayeyle ilişkisiyle tanımlanan, yani mülkiyet ilişkileri ve kârın üretimi ve dağıtımıyla ilgili olarak. Sermaye ile ücretli işçiler ve hayvanlar arasındaki ilişki dolayısıyla farklıdır”. Burada Maurizi hayvanların işçiler gibi kendi istekleriyle mezbahaya gitmediğini, buradaki ilişkinin özel mülkiyet karşıtlığıyla kurulması gerektiğini söylüyor.
Özetle ihtiyacımız olan şeyin kesişimsellik, bütünleşik özgürlük ya da Gary L. Francione, Anna E. Charlton, SueCoe gibi “Sol Neden Hayvan Haklarını Desteklemeli”[8] minvalinde ele almanın eklektik bir yapıyı inşa edeceğini, hareketler arası dayanışmayla değil, gerçek bir iç içelikle sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünyayı mümkün kılabileceğimizi düşünüyorum.
Kaos GL Dergisine ulaşın
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Kesişimsel Aktivizm dosya konulu 182. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
[1] Bu metin, 30 Ekim 2021 tarihinde, Ankara’da Hayvan Özgürlüğü Kolektifi’nin düzenlediği Dünya Vegan Günü etkinliği konuşmasının bir kısmıdır.
[2] https://feministbellek.org/kesisimsellik/
[3] https://mronline.org/2019/04/24/the-marxist-turn-in-animal-liberation/
[4]Hayvan Özgürleşmesi türcülüğü birinin kendi türüne verilmiş ahlâkî ayrıcalık olarak tanımlıyor, örneğin insan hayvanlarının çıkarlarının insan olmayan hayvanların çıkarlarından daha önemli olduklarını varsayıyoruz, tıpkı beyaz ırkçıların siyah insanlarla, natransların translarla, cis erkeklerin kadınlarla… olan ilişkisi gibi. Bu, türcülüğün katı teorik tanımı. Ama Singer’ın kendisi, kitabında türcülüğün kökenlerinin tarihsel tanımlamalarını sunuyor, aslında kaynakları zayıf, ama Batı uygarlığının türcü özünü açığa vurmak için Aristoteles, Augustin, Saint Thomas, Descartes ve Kant’tan alıntıları zekice işletiyor.
[5] “Türcülük, hayvanları ihtiyaçlarımız için kullanıp onları sadece ‘şeylere’ dönüştürmenin praksisidir.”
[6]Sapiens öncesi insanlarla anlatılan süreç: Neredeyse hiç ava çıkmayan ve şüphesiz büyük oranda diğer avcıların besini olan Australopithecus’u (Australopithecus veya Australopitekus, yaklaşık 4 milyon yıl önceden 1.2 milyon yıl öncesine kadar Afrika'da yaşamış insana benzer canlılara verilen cins ismi) kesin olarak yok sayabiliriz. Muhtemelen küçük hayvanları öldürebildiğini ama aynı zamanda muhtemeldir ki ölü olanların cesetlerini de yiyebildiğini biliyoruz. Her ne kadar muhtemelen taş aletleri kullanma konusunda çok önemli pratikleri başlatsa da doğaya karşı davranışları diğer insanımsılardan neredeyse hiç farklı değildi.
Homo erectus ve Neandertal gibi diğer atalarımız ise, başlıca artan zekâ ve işbirliğine dayalı olarak avlanma becerileri geliştirdiler.[8] Her ne kadar kendileri diğer hayvanlar için yiyecek olsalar da, aslında fiziksel azınlıklarının üstesinden gelmeyi başaran tehlikeli yırtıcılardı. Ama bu da onları “baskın hayvanlar” yapmaz.
[7]21 Şubat 1991 tarihinde Victoria’daki Sealandpasifik akvaryumunda günün son performansından sonra üç katil balina – Nootka, Haida ve Tilikum- günlük rutinlerine devam ediyordu. Kadın eğitmenlerden biri balinalardan birisinin üstüne çıkınca, “eğlence” trajediye dönüştü.
[8] https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-195-temmuz-2005/2379/sol-neden-hayvan-haklarini-desteklemeli/4798
Etiketler: yaşam, siyaset, ekoloji