07/04/2011 | Yazar: Selçuk Candansayar

İlk kez geçen yılki Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda (KPSS) üstü örtülemeyerek sınavın iptal edilmesine neden olan soru hırsızlığı, ardından da son Yüksek

İlk kez geçen yılki Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda (KPSS) üstü örtülemeyerek sınavın iptal edilmesine neden olan soru hırsızlığı, ardından da son Yüksek Öğretime Geçiş Sınav’ında (YGS) ortaya çıkarılan şifre skandalıyla bir doksanlar efsanesinin sonu geliyor.

Neydi doksanların o şehir efsanesi? Dindarlar çok çalışıyorlar, ahlaklılar, çok kitap okuyorlar! Cemaatler köy köy, mahalle mahalle dolaşıp daha ilköğretim dönemindeki zeki ve çalışkan çocukları keşfediyor, onları özel yurtlar ve özel okullar, dersanelerde yetiştiriyorlar, bu akıllı ve ahlaklı çocuklar üniversite sınavlarında başarılı olup, özellikle kamu yönetimi, hukuk ve tıp gibi en iyi fakülteleri kazanıyorlar, buralardaki eğitimlerinde de özel yurtlarda kalarak çok çok iyi yetişiyorlardı. Mezun olduktan sonra devletin yönetim aygıtına kaymakam, savcı, öğretmen, müfettiş olarak yerleşiyorlar ve bir tür “uyuyan hücre” gibi, görevlerinin başlayacağı zamanı bekliyorlardı. Hatta bu çocukların çoğu kendilerinden ileride beklenilenecek olan bir görev olduğunun bile ayırtında olmadan yaşıyorlardı.

Doksanlar boyunca bu efsaneyi destekleyen bir yan öykü daha kulaktan kulağa yayılıp sonra ete kemiğe büründü; dindarlar çok ama çok entelektüeller!

Şehirlerin entelektüel iklimine özellikle postmodernizmin temel kitaplarını birbiri ardına yayına sokan yeni yeni yayınevleri, dergiler ve gazeteler hakim olmaya başladı. Seksenlerin ikinci yarısında yayımlanmaya başlayan Zaman gazetesi, doksanlarla birlikte sayfa tasarımını değiştirdi ve Cumhuriyet gazetesine alternatif “sıkı entelektüel, batılı ama oryantalist olmayan” ağırbaşlı bir tarz geliştirdi.

Artık dindar ya da dinci deyince temel kitabı, Cami avlusundan aldığı Mızraklı İlmihal olan, olsa olsa Battal Gazi romanları okuyan tipleme kaybolurken, ağzını Baudrillard’ la açıp, Edward Said’le kapayan, resmi tarih eleştirisinin “Allahını” döktüren bir yeni, şehirli, dindar, entelektüel alemlere akmaya başladı. Bu değişimde Sovyetlerin çöküşüyle beliren entelektüel boşluğun, soldaki şaşalamanın etkisi pek kimsenin dikkatini çekmedi. Ama daha önemlisi zeki, çalışkan, entelektüel dindar tiplemesinin hakiki bir karakter olduğuna olan inanç o denli sağlamdı ki, kimsenin bu sürece dikkat edeceği de yoktu.

Oysa yine doksanlar boyunca özellikle polis okulu giriş ve Kaymakamlık sınavlarında soruların cemaatlerce servis edildiği, mülakatlarda cemaatlerin referansının dikkate alındığı, kamu ihalelerini kapmanın yolunun eşine türban taktırmaktan ve cemaat sohbetlerinde minderin ucuna ilişmekten geçtiği dedikodusu da kulaktan kulağa yayılıyordu.

Ama zeki, çalışkan, ahlaklı dindar tipi o kadar benimsenmişti ki, kimse o temiz yüzlü, ahlaklı, sakin sakin konuşan, etliye sütlüye karışmadan ucuz düğün salonlarında post modernizm ve oryantalizm tartışanların böylesi ahlaksızlıklara tavassut edeceğine ihtimal vermiyordu.

Şimdi olup bitenleri sadece iktidar kirliliği ile açıklamak bir başka şehir efsanesi üretmekten başka işe yaramayacak. İlkesizlik ve ahlaksızlık hayatın her alanına yayılmış durumda. Ankara Tabip Odası geçen hafta uçan profesörleri açıkladı. Üniversitede tek bir saat bile ders vermeyen, hatta üniversiteye bir çay içmeye bile gitmeden profesör olanlar var. Daha bir kaç gün önce TBMM’de bir yasa taslağının komisyonda görüşülmesi, imzayı attığı görünen tarihte Umre’de (!) olduğu kanıtlanan komisyon başkanı yüzünden çıkan kavgayla yarıda kaldı. Geçen yıl defalarca yasa oylamalarında o sırada Ankara’da olmayan milletvekilleri yerine oy kullanıldığı kanıtlandı. Cumhuriyet tarihinin en büyük davası denilen davalardaki delillerin neredeyse tümünün sahte olması ihtimali var.

Üstelik bu sahtekarlıkların neredeyse tümü muhafazakar, dindar vb. sıfatlarla anılan kişi ve gruplarla ilgili olarak ortalığa saçılıyor.

Toplum, entelektüel, çalışkan ve ahlaklı dindar, şehir efsanesiyle, soruları çalan, mülakatlarda torpil yapan, kendi adamını kayıran, sahte belge üretip, sahte imza atan, imar yolsuzluğuyla, devlet ihalesiyle cukkayı kapan dinci dedikodusu arasında bir karar verecek. Hangisi doğru ya da aslolan hangisi?


Etiketler: insan hakları, eğitim
nefret