20/04/2010 | Yazar: Selçuk Candansayar

Türkiye’de televizyonda “dansöz oynatmak” 12 Eylül Cuntası’na nasip olmuştu.

Türkiye’de televizyonda “dansöz oynatmak” 12 Eylül Cuntası’na nasip olmuştu. Darbeden sonra ülkenin üzerine kara, vahşi bir faşizmle çöken Cunta, nerdeyse her evden bir kişiyi gözaltına alarak, açık işkenceyi hücrelerden, nezarethanelerden sokaklara taşıyarak, peş peşe idamlarla “korku fırtınasına” boğduğu ülkede, ilk yılbaşı gecesi televizyonda “dansöz oynatarak” ilk demokratik açılımını gerçekleştirmişti.

Günler öncesinden dansözün kim olacağı, giysisinin ne ölçüde “açık” olabileceği tartışılmış, dahası yılbaşı gecesi TV programı başladığında dansözün gerçekten çıkıp çıkamayacağı bile kesinleşmemişti. Sonra saatler gece yarısını geçerken ekrana kilitlenen “halk”, üzerinde dansöz giysisi olmayan Nesrin Topkapı’nın dansını izlemiş, ertesi gün “bu da oldu”, “demek ne gereksiz yasakmış”, “bakın Türkiye batmadı” minvalinde yorumlar gazeteleri doldurmuştu.
Devletin televizyonuna dansözün çıkarılabilmesi, yasaklara yapılmış en özgürlükçü müdahale olarak görülmüştü. Her ne kadar Mamak, Metris, Diyarbakır cezaevlerine bu demokratik açılım hamlesinin bir getirisi olmamış olsa da en azından Nesrin Topkapı, devletin resmi dansözü olarak tescillenmişti. Doğrusu Topkapı’nın bu payeden mutlu olup olmadığı, televizyona çıkmaya kendisinin de istekli olup olmadığı yoksa emirle mi kabul ettiği bilinmez. Ama sonraki yıllarda Cuntanın Dansözü olarak anıldığı da bir gerçek.

Devlet dersi tam da böyle bir derstir. Bu dersten geçersen sınıf  dersinden kalırsın aslında. Devlet dersinden geçebilmek için üzerine gerçek giysini değil, devletinin uygun gördüğünü giymekle başlarsın sınıf dersinden kalmaya.

Sonrası en iyisinden bir “kahvehane muhabbetinden” öteye gitmez torunlarınıza anlatacağınız. “Çatalımı şöyle bir tıklattım tabağın kıyısına, sosislerin az ötesine ve kısa bir öksürükle başladım”, “Anadolumuz ülkemiz, yurdumuz bin bir çiçeğin açtığı bir kültürel cennettir sayın Devlet, çiçekleri koparmayınız, gübreleyiniz”...

Devlet de hak verir size, “prangalar” der, “eskitmiştiniz”, “tüzüklerle boğuştunuz” “zordu bilirim”, “neyse geçti bunlar artık, açılıyoruz”, “bakın kahvaltı tabağı bile Continental ama sucuk da koydurduk”

Azıcık aydın marjinalliğine bile fırsat vardır, söğüş domateslerin arasında, taze sıkılmış portakal suyunu yudumlarken, sandalyenizde kaykılabilirsiniz bile. “Sert bile yapabilirsiniz”, hoşgörü, sahanda yumurtanın akında bekler sizi.

Merak etmeyin, devlet sizden ders alır gibi ders verir size ve hepinizi geçirir, kalmazsınız. Aydın olmak da Gramsci’yi aşar artık. Organik aydının yerini GDO’lu aydın alır. Yoktur bu kategori Gramsci’de, siz eklersiniz bundan sonra terminolojiye.

Ama az şey de değildir Devletin yüzüne yüzüne söyleyebilmek demokrasi taleplerini, ıspanaklı böreklerin arasından. Erotik bir haz doğurması bile mümkündür, “en yasak” kabul edilenin Devlet’in dilinden duyulmasının. Sevişirken ayıp sözler söyleyebilme fantezisi gibidir. Hele bunu yiyip içerken gerçekleştirmek bilinçdışının karanlıklarını okşayabilir. “Kimlikler sayın devlet”, bir lokma ekmeği omlete banarak, “eşit olmalı” ve hüüp diye çaydan bir fırt. “Çok acı çektirdiniz sayın Devlet” ve hoppa kekikli zeytin ağza.

Nesrin Topkapı’dan sonrasını biliyoruz. Birkaç yıl sonra kurulan özel televizyon kanalında bu kez Yasemin Evcim, Gece Jimnastiği olarak açılımı sürdürmüştü.

Rivayet odur ki, Devlet, kahvaltı bitip konuklar ayaklanırken seslenmiş arkalarından, “Son bir şey soracağım, hakkaten, nereye dökülür bu Maveraünnehir? Bütün atlasları çıkardım bulamadım bir türlü!”



Etiketler: yaşam
İstihdam