27/09/2010 | Yazar: Birlik Ateş

Zengin bir adam bir gün onu çok iyi döşenmiş görkemli bir eve getirir ve şöyle der: “Sakın yerlere tükürme”.

Zengin bir adam bir gün onu çok iyi döşenmiş görkemli bir eve getirir ve şöyle der: “Sakın yerlere tükürme”. Canı tükürmek istediğinde yoksul Diogenes, adamın suratına bir balgam atar ve ona, bulduğu tek pis yerin suratı olduğunu söyler.
 
Haç’ın doğuşundan da evvel şu Sinoplunun kinik yaşama tarzıyla etrafındakilere verdiği derslerden bugüne dek insanlık, adına uygarlık denilen bir tarihsel istikamette epey mesafe aldı: yollar açıldı, dağlar delindi, yeryüzünden gökyüzüne çıkıldı; yerin en dibine inildi, kuleler, gökdelenler inşa edildi. Ancak yoksunluklarına rağmen yaşamlarında sebat gösteren, çırpınan, zahmet çeken yığınlar yerleşik bir realite olarak var olageldi; her ne ölçüde bin yıldır biriken vaazlar ve yasalar, yeryüzünün bolluk içinde yaşayan tüm saygın servet sahiplerinin suratlarına boşaltılacak muhtemel tükürük okyanuslarını kurutmuş olsa da.
 
Bu yazıda yoksulluk meselesinin eşcinsel topluluğunun öznel tecrübeleri ölçeğinde kendine münhasır tarzına ilişkin bir şeyler söylemeyi deneyeceğim. Bu, biraz Marksizm’in karikatürizasyonu biçiminde Proudhon’un Sefaletin Felsefesi başlığıyla yayımlattığı kitaba karşılık Marx’ın Felsefenin Sefaleti’ni yazmasındaki gibi kuramsal bir tartışmayı da; misal queer kuramı üstüne söz söyleme gerekliliğini de içerebilir.
 
Bir mahrumiyet hâli olarak yoksulluk, yaşamın verili olanaklarından yoksun olma ve istenilen yaşama düzeyinde olamama anlamında insanlarda hayli dramatik etkilere neden olur. Bu dramatik insanlık hâline, ihlal edilmemesi için üstüne tüm stratejilerin seferber edildiği bir mahremiyet alanı olarak eşcinsellik eklendiğindeyse bambaşka bir dram ortaya çıkar.
Yoksul eşcinsel, dramını iki kez ve iki ayrı bağlamda deneyimlerken kendine özgü mağlup olma tarzını yaratır. Zevkli duyumlarla parlak fırsatların ihtişamlı gösterisi şeklinde işleyen kamusal teşhir alanına onun tercihleri işlemez. Yeterince görünmeyen ve tüketmeyen biri olarak mutsuzluğunu, yetersizliğini, noksanlığını kendisine sürekli hatırlatan araçlara gark olmuştur. Yoksulluk savaşçılarının kızıl bayrakları altında onun adı okunmaz. Sınırları başkalarınca çizilen yaşamın dışına atılmış bir iç sürgündür o. Kusurunun ayrıcalığı, alınyazısını gurur ve utanç gelgitinde biricik kılar. Silikliği ve yetersizlikleri oranında tekil ve bambaşka bir varoluşu icra eder.
 
Ancak yoksul eşcinselin yazgısı şimdilerde tersine çevrilmiş durumda. Neoliberal imitasyon ve simülasyon rejimi, toplumsal mukaveleden dışlanmış diğer ezik unsurlar gibi kuşkusuz eşcinselleri de kapsayan bir toplumsal şölen organize etmekte. Şimdiyse bu şölene dâhil olmamak problem görünüyor. Zira adına eşcinsel yaşam kültürü diyebileceğimiz şu marketing sistemi, teşbih edersek eşcinsellerin uluslaşmasını, yani cinselliğin ötesine geçmiş bir yaşam tarzı birliğini ve kimliğini temin eden türlü stratejiye maliktir. Nasıl? Ünlü bir tiyatro sanatçısıyla bir garsonu, Bağcılar’ın yoksul delikanlısıyla bir banka müdürünü ortak bir yatakta kesiştiren muammayla.
 
Neoliberal imitasyon ve simülasyon rejiminin eşcinsel yaşamıyla müttefikliği, sınıf ve statü farklılıklarını, yoksul-zengin ayrımını silikleştirirken mensuplarına yaşam tarzlarını teminat altına alan ortak bir kültür atfeder. Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle mi aranıyor? Şafaktan önce yataklarına geçmek üzere “gay bar”dan çıkanların profiline bir bakalım. Metaların kullanım değerinden imaj değerine naklolduğu bir çağda Dolce&Gabbana t-shirt, Diesel jeans’inden sıyrılmış Calvin Klein boxer imitasyon da olsa giyicisini “playboy” da kılabilir, tercih nedeni de ve başka imajlar başka simülasyonlar yaratır. Sınıfsal farklılıklar ve dolayısıyla hakikatler hiç bu denli amorflaşmaz; hem de epey anti-komünist bir eksende. Yani etiğin sonsuza dek tatile çıkarılması yordamıyla estetiğin onun yerini doldurması ve bununla dizayn edilmiş burjuva yaşam tarzının pazarlama ve pazarlanma teknolojileriyle.
Üretime ve paylaşıma değil, tüketime ve doyuma odaklı portatif ilişkiler, hislerin ve fikirlerin değil, ambalaj tekniklerinin teşkil ve teşvik edildiği bireyleşmeler; konuşması, giyinmesi, dans etmesi, sevişmesi birbirine benzeyen standart figürler. Bu oyunda kimin yoksul olduğunu soramıyoruz; ama belli türde bir yoksulluk tarzına maruz kalındığının farkındayız.
Öte taraftan bu tarzı, şu marketing hassasiyetlerini hususiyetle problematize edemeyen kuramsal fukaralığımız, işleyen en eşcinsel elli şarkı-film-ikon-şirket listeleri mantığının kanıksanması yoluyla görünmez halde. Bununla beraber doksanlarla birlikte uluslararası eşcinsel topluluğunun bir kesimi de, mesaisini cins kimliklerine dayalı güç ilişkilerinin yapıbozumuna harcayan queer kuramı ile iştigal olmayı tercih ediyor.
 
Tartışma noktaları en özlü biçimde Türkçeye ithal edilen ilk Türkçe queer kuramı metni ise, -hafızam beni yanıltmıyorsa, artık çıkmadığı için özlemle andığımız bir dergide bol piercing’li bir arkadaşımızın “kinky imam” rumuzuyla beş sene önce yayınlattığı yazıya dayanıyor. Kavrayış tarzı ontolojik bir reddiye üstünden işleyen kesimlerde, diğer bir ifadeyle anarşist cenahta “işte olay budur” etkisi yaratan yazıda özetlenen queer tartışmaları bir bakıma şuna benziyor: Egemenliğini teokratik oligarşiyle çatışıp bedel ödeyerek elde eden Fransız burjuvazisi için laikliğin teşkil ettiği anlam, halkların tasfiyesi sonucu el konulmuş zenginlikler vasıtasıyla feodal ağadan yaratılan burjuvazi için de geçerli olabilir mi? Laikliğin Anadolu’nun siyasal coğrafyasına nakli: doksan yıldır laiklik diye paketlenen uygulamalar adına çözümlenememiş, tükenmemiş tartışmalar. Cevap, hayır. Söz konusu olan, ayrı sosyolojik arka planların ayrı tarihsellikleriydi.
 
Buna mümasil, 80’lerin sonlarıyla hayatlarımıza giren konservelerden, kutu kolalardan, dondurulmuş gıdalardan ne kadar kaçılabildiyse, henüz ve yeterince homoseksüel olmadan varlığını sürdürenler de eşcinsel yaşam kültüründen o kadar kaçabildi. Kaçınılmazdı, yakıcıydı ama ironikti de. Jigololarla, gizli banka müdürleriyle, ünlü sanatçılarla, moda tasarımıyla, solgun tenli parlak oğlanlarla, profil siteleriyle, tek gecelik ilişkilerle burjuva simülasyon rejimi kuruldu. Kapitalist dünya metropollerinde yeni yüzyılla alevlenen queer tartışmaları buna denk geldi.
 
Queer kuramı kimlerin kuramı oldu? Zaten hâlihazırda ilişkilerini akışkan, kaygan, merkezsiz ve çoklu boyutta sürdürmekte olan, yabancı dilde okuyabilen, giyimine özenli, dans etmesini seven, istikrar kavramından hoşlanmayan, sosyalizm denildiğinde aklına çalışma kampları gelen, hiçbir şey hakkında ne düşündüğünü tam olarak bilemeyen ve konuşurken Kuzey Amerikalılar gibi her dört-beş kelimenin arasına “gibi”, “sanırım”, “hımm” tamlamalarını sıkıştırıveren, kafası karışık kentli orta sınıf eşcinsellerinin olabilirdi pekâlâ. Öyle de oldu. İthalatçı teori taşeronluğu başka politik coğrafyaların başka gündemlerini kaçınılmaz biçimde tarafımıza taşıdı.
 
Böylece eşcinsel topluluğu içindeki sınıfsal çelişkilerin ve sınıfsal geçişkenliklerin, yoksul-zengin eşcinsel ayrımının ve bu ayrımı dev alışveriş merkezleri gibi homojenleştiren yoksulluk karşıtı simülasyon rejiminin etik-politik muhasebesinin gereksizliği teyit edilmiş oldu –hem de sol kulvardan. Kimi yoksulluk savaşçılarının, eşcinsel özgürlüğünü devrimden sonraya ertelemesi gibi queer kuramcıları da enerjilerini güç ilişkileri ve kimliğin yapıbozumuna harcayarak yoksulluğu ve sınıfsal çelişkileri ufuklarının dışına taşıdılar. Şayet bir şey yapılacaksa esas mesele ya bizi içine hapseden kimlikleri yıkmanın ya da ötekileştirmeler nazarında fobik oluşları etkisiz kılmanın yollarını aramak ve muhtemelen bulamamaktı.
 
Kuram, tek başına hal-i pür melalimizin mümessili değil elbette. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden günümüze dek uygulanan vahşi bir dünya sistemine geçiş sürecinin tüm muhalefet tarzlarında yarattığı kırılganlık göz ardı edilemez ve gözlerimizin bununla beraber şu noktalarda da açılmaya ihtiyacı var: içinde yaşamakta olduğumuz vahşi dünya düzeninin hepimize sunduğu bir illüzyon var. Ulaşılması kişisel gelişimle, imajlarla, markalarla, gösterge rejimiyle, şirketlerle, para babaları sultasıyla mümkün olan bir Amerikan rüyası vaadi. Hakikati kalbinden vuracak devrimci kuram, bu vaade kanmayanların; içinde yoksulluğun olmadığı sınıfsız özgür bir dünya hepimizin olabilir.

Etiketler: yaşam
nefret