08/01/2022 | Yazar: Aras Örgen
Nefes benim için bazen örgütlenmek olurken bazen de yalnız olmak, kendi kendime ve yavaş yavaş çıkmak oldu. Ama nefes hep oradaydı. Nefessiz çıkmaya çalıştığım her yokuş beni yoran, bedenim ve zihnimi dengesizleştiren yokuşlardı.
Doğduğumuz andan yaşamımızın sonuna dek sürekli olarak hayatımızın bir parçası olan nefes, her zaman yanımızda. Genellikle fark etmediğimiz ama aslında hayati bir önemi olan nefes, sadece bedensel sağlığımız açısından değil ruhsal sağlığımız açısından da bilimsel olarak -özellikle stresli durumlar ile baş etme noktasında- bize oldukça yardımcı olan bir araç. Kendi deneyimlerimde önemini bir kez daha kavradığım ve neyi ne kadar pratik ettiğime dair kendimi gözlemlediğim bir süreçteyim. Bu deneyimden de yola çıkarak esenlik çalışmalarında nefes nerede sorusunu düşündüm. Bu yazıda ise nefes nedir veya bilimsel olarak nelere iyi gelir gibi bir bilgilendirmeden çok, kendi lubunyalık ve esenlik deneyimimde nefese dair neleri gördüğümü ve neden nefesi önemsediğimi yazmaya karar verdim. Hazırsanız derin bir nefes alalım ve başlayalım.
Geçtiğimiz hafta Ankara’ya taşındım. Bu benim için her anlamda çokça yokuş demek. Özellikle bu kadar çok yokuşu gözümde de büyütmüşken, o yokuşları nasıl aşarımı da düşünüyorum. İki gün önce yokuşlara artık alışmam gerektiğini kendime anlatırken, yokuşu haldır haldır çıkmaya çalıştığımı fark ettim. Ne duruyordum ne de nereye geçtiğime bakıyordum. Hızlı hızlı çıkmaya çalıştığım yokuşlarda bedenim yokuş bitince nasıl yürüdüğünü unutmuş gibi sanki hala çıkmaya devam ediyor gibi hareket etmeye çalıştı. Bu karışıklık çok kısa sürse de bedenimin yokuşa alışması ve kendi yürüme pratiğini unutması oldukça düşündürücü geldi. Bunu fark edince bir sonrakinde yavaş yavaş, kendimi gözlemleyerek ve özellikle doğru nefes alarak çıkmaya çalıştım. Belki ben bu şekilde yaklaştığım için belki de gerçekten durup nefes alıp hareket ettiğim için çok daha rahattım.
Tekrarlı bir şekilde kendimi gözlemleyerek ve nefes alarak çıktığım her yokuşta yeni bir şey fark ediyorum. Bu bazen o sokaktaki güzel bir bina, bazen yüzüme vuran soğuk ve bazen de yüzümü ısıtan o minicik güneş parıltısı oluyor. Her fark ediş anım beni daha da rahatlıyor ve ‘burada’ hissettiriyor. Her geçen gün hem alıştığım için hem de nefesimi daha doğru tutmaya çalıştığım için hem bedenim hem de zihnim bu durumu daha da kabul edilebilir kılıyor. Bunun bir sonraki aşamasının da tepkisizlik yani ‘yokuş var ya da yok ben yürüyorum’ hali olduğunu düşünüyorum.
Her ne kadar Ankara’da yaşayanlar için komik gelecek olsa da aslında toplamda 15 dakika süren bu yoldaki yokuşlar bana başka yokuşları hatırlattı. İlk akla gelen yokuşum aslında lubunyalık deneyimimdi. Durmadan, gözlemlemeden, kendimi dinlemeden haldır haldır çıkmaya çalıştığım (yer yer zorunda bırakıldığım) bu yokuşta durup nefes aldığım ilk an örgütlendiğim andı. Örgütlendikten sonra nasıl deneyimim değiştiyse, yokuş da o şekilde değişti. Yokuşu, nerede duracağımı, nerede nefes alacağımı ve nerelerde yorulduğumu daha iyi anlayabiliyor ve nefes aldıkça, örgütlendikçe güçleniyor, alışıyordum. Sonra yoldaki diğer yokuşları fark etmeye başladım. Akademi, aile, ilişkiler, öğretiler ve kalıplar, yer yer birbirleriyle kesişen yer yer birbirlerinden ayrılan yokuşlardı benim için. Tüm bu yokuşları fark ederken her birinde ortak payda olan nefesin ise duruma ve yokuşa göre değiştiğini de fark ettim. Nefes benim için bazen örgütlenmek olurken bazen de yalnız olmak, kendi kendime ve yavaş yavaş çıkmak oldu. Ama nefes hep oradaydı. Nefessiz çıkmaya çalıştığım her yokuş beni yoran, bedenim ve zihnimi dengesizleştiren yokuşlardı.
Yokuşları fark etmem aslında düzlüğün ne olduğunu anlamama da neden oldu. Düzlükler hep güzel miydi peki? Bir de düzlük olan yolları ben de bazen yokuşa döndürmedim mi? Düzlük de yokuş da bana bağlı olarak algılayabildiğim şeyler ise, aklıma neden hep düzlük olmuyor sorusu da geldi. Ancak hayatın düz ve yokuş ikililiğinin ötesi olduğunu, yolun karşıma düz gibi geldiği anlarda yokuşa dönebileceğini, yokuşken de birdenbire düzlük olabildiğini düşünüyorum. Benim için tüm bu ikilikten çıktığım tek anlar nefes aldığım anlar oldu. Aslında gündelik hayatta yaşadığımız her stresli durum o anda bir yokuş oluveriyor. Tam da o anlarda nefes alabilmek, alamıyorsak nefes alanımızı düşlemek ve nefes almanın bize iyi geleceğini hatırlamak yokuşu çıkarken bize yardım edebilir. Nefesin kendisi de yokuşlar gibi bir pratik ve her durumda nefese dönmek, kendi ritmimize bakmak, birlikte nefes alabildiğimiz insanlarla olmak, nefes alanlarımızı çoğaltmanın hepimize iyi geleceğini düşünüyorum.
Günün sonunda düz bir yol olmadığını, yokuşların sürekli bizimle olacağını ve her seferinde değişecek olan bu yokuşlara dair olarak da yokuşların içinde olduğumu kabul edip, durup nefes almam gerektiğini hissettim. Her nefes alışımda değişen bu yokuşlarda ilerlemenin, durmanın ve hatta bazen güneş ışığının yüzüme vurduğu o yer için üç adım geri gitmenin de kabul edilebilir, değerli ve önemli olduğunu düşünüyorum. Sistemin bizi çıkmaya zorlattığı normatif yokuşlarda nefes almamız, durmamız ve nerede olduğumuza bakmak bizi güçlendiren bir pratik olabilir. Bu bağlamda esenliğime iyi gelen nefesin önemli bir araç olduğunu düşünüyorum. Hatta esenliği nefes alanımı kurgulama, o alanda kalabilme ve o nefesin ritminde kendimi dinleme becerisi olarak düşlüyorum. Nefes alalım!
Hem nefes hem de bedene dair ipuçlarının yer aldığı bu güzel kaynağa bakmanızı öneririm:
Bu yazı sonuna da bir şarkı iliştirmek isterim:
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
İlgili Video:
Etiketler: yaşam