15/12/2008 | Yazar: Yıldırım Türker



‘Yunanistan’daki huzursuzluk, ülkenin dünyaya mirası olan demokrasiyi kendi toprakları içinde hayata geçiremediğinin açık göstergesi’ diyor ‘The Times’. Dünya basınında demokrasiden başlayıp anarşiye, kaostan letarjiye birçok sözcüğün Yunan dilinden geldiği işaret edilip bir tür ‘şu işe bakın’ duygusu yaratıldığının da farkına varmamak imkânsız. Bu ‘sinik’ dilin yukarıda alıntıladığım ramını fikri meşrulaştırmak, tarihe buradan bir kayıt düşmek amacı taşıdığı kanımca tartışılmaz. Yıldırım Türker'in yazısı.

Batının nicedir iktidarda olan neoliberal fikir dünyasının mükemmel bir ürünü, bu yorum.
Evet, ülkede alıp yürümüş yolsuzluk, hızla büyüyen işsizlik, hükümet kapışmalarının kaçınılmaz olarak insana aile işletmeleri arasındaki itişmeyi hatırlatan yapısı, çalışanları mağdur eden ekonomik önlemler ve benzeri kalemlerden oluşturulan bir liste, bu yorumu bir parça yenir yutulur kılmak için çıkarılıveriyor. Amma ezcümle söylenen şu: Demokrasi kavramını dünyaya kazandırmış olan kültürün gelmiş olduğu noktaya bakın. Hükümet beceriksiz. Vandallar iplerinden boşanmış.

Demokrasiyi sermayenin her an güven içinde eylediği, öfkenin ve her türden radikalizmin çoktan pılını pıtısını alıp çekip gitmiş olduğu bir dirlik düzenlik hali olarak tanımlamak elbette neoliberalizmin dünyamıza atmış olduğu en büyük kazıktır.
Oysa demokrasi tam da bugün Yunanistan’daki kalkışma hareketini de besleyen bir varoluş biçimidir.



16 yaşındaki bir çocuğun polis kurşunuyla öldürülmüş olması karşısında böylesine çevik bir tepkiyle meydanları dolduran, sesini bütün dünyaya tehdit olabilecek yükseklikte duyuran halk kesimlerinin olması bir toplumda demokrasinin becerilememiş olmasını değil aksine onsuz olmaz bir yaşam koşulu olarak hazmedilmiş olduğunu gösterir.

Ama otoritenin, toplumsal yapılara göre ne kadar farklılık gösterirse göstersin ortak bir dili olduğunu unutmamalı. Nitekim Karamanlis hükümeti, bir çığ gibi bütün şehirlere yayılan ve sınırları aşarak Avrupa’yı titreten bir kalkışma hareketini 300-500 anarşistin, demokrasi düşmanı maskeli yağmacının işi olarak gösterme çabasına biz, bu topraklarda yaşayanlar da fena halde aşinayız.

Oysa işte görüyoruz. On binlerce insan, başta gençlik olmak üzere sokakları işgal etmiş durumda. Televizyon kanallarını basıp sözlerini fütursuzca dolaşıma sokuyorlar.
Bir avuç anarşist diye küçümsenen hareket Yunanistan’da on yıllardır varlığını hissettiren, sol hareketin dilini zorlayan, biçimlendiren bir oluşum.

Yunan Komünist Partisi’nin şıpınişi otoriteyle aynı dili kullanmaya geçip şiddet eylemlerini tel’in eden, eylemcileri bir avuç bozguncu ilan eden tavrı da kimi komünist partilerden alışık olduğumuz bir tutum.

Barışçı bir muhalefet imkânı elinizden alınmışsa; demokrasinin alanı, Neoliberalizmin yılmaz bekçisi Karamanlis ve kendisinden beter Papandreu arasında sıkışıp kalmışsa Yunanistan’daki şiddet içeren eylemler yine demokrasi açısından meşru sayılmalıdır.

Yıllardır artan polis şiddeti, Karamanlis’in edepsiz özelleştirmeler politikası, kör kör parmağım gözüne yolsuzluk iddiaları elbette bu patlamayı hazırlayan faktörler. Ama nasıl oldu da Yunan solunun; anarşistinden sosyal demokratına kadar, alanlara toplayabileceğinden çok daha büyük bir kitle şu anda dünyayı yerinden oynatabiliyor?

Yunanistan’da olan bitenleri takip etmek için en doğru adres olan Foti Benlisoy aslolanı işaret ediyor: ‘...bu birikimin (anarşistiyle solcusuyla) Grigoropulos’un öldürülmesinden sonra açığa çıkan tepkinin kendini dışa vuruşunda etkisi küçümsenemez. Ancak söz konusu tepkiyi ayırt edici kılan ve neredeyse bir ‘kalkışma’ vasfı kazandıran, bu birikimi çok aşan bir toplamın sokağa inmesiydi. Ortaokul öğrencilerinden genç işsizlere, üniversite öğrencilerinden ‘prekariat’lara bu toplam, hareketi kıtanın üzerinde dolaşan (hadi yine ‘hayalet’ demeyelim) huzursuz bir ruh haline dönüştüren temel etkendi. Hareketi geçmişin bir kalıntısı değil de ortak geleceğimizin bir işaret fişeğine dönüştüren tam da bu yeni unsurdur.’

Hrant giderayak

Hrant’ın öldüğü gün, hiçbir örgütlenmeye bağlı olmadan birkaç saat içinde toplanıveren, saatlerce şehri felce uğratarak isyan çığlığına ve yasına dünyayı tanık eden on binlerce Türkiyeli’yi hatırlarsınız. Hemen ertesi gün bütün memlekete yayılan bu çığlık, Hrant’ın cenaze töreninde İstanbul’un tarihinde görmediği bir kalabalık olup kendini katillerin menziline yerleştirerek ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye haykırıyordu.

O gün ve ertesi günler Hrant’ın yüreğimizdeki acısını hafifleten, olağanüstü bir beraberlik yaşadık. Nereden, hangi örgütlenmeyle, nasıl çıktığı belirsiz yüz binlerce Türkiyeli, vicdanlarına bürünüp sokaklara dökülmüştü.

Halen Celalettin Cerrah’ı ve Trabzon’un çeviklerini ve kimi komutanları yargılatamadığımız düşünülürse Hrant’ın ölümüyle bir araya getirmiş olduğu yüz binlerce kişilik kitlenin sessiz sedasız dağılmasıyla ne kadar büyük bir fırsat kaçırmış olduğumuzu bilmek zorundayız.
Öncelikle bu fırsatın nasıl ve neden kaçırıldığı üstüne düşünmeli Türk solu.
Polis şiddetine kurban yetiştiremezken ‘şiddetin her türüne karşı’, demokrat, liberal ve solcu kesimin AKP-CHP restleşmelerine, ordu-polis çekişmelerine hakemlik etmek dışında her eylemi kuşkuyla karşılayan tavrı üstüne iyice bir düşünmeliyiz.

Vicdandan, adalet ve özgürlükten güç alan bir muhalefete gücü kalmamış kesimler, yapayalnız bırakılmış gençlik ve vahşeti tamamıyla kanıksamış bir halk.
Yunanistan’daki isyan karşısında şaşkın bir tavır seziliyor basınımızda. Birkaç köşe yazarı dışında konuya değinen yok. Bu arada, boynumuzdaki devlet zinciri Hürriyet gazetesi, Kırbaki’nin haberine ‘Palikarya dünyaya Nazım’la seslendi’ başlığı atıyor. Palikarya’nın Cumhuriyet tarihimizde nasıl aşağılayıcı bir tonda kullanılan, nasıl ırkçı ve düşmanca tınılar taşıyan bir adlandırma olduğunu biliyoruz.

Orada genç çocuklar bankalara, uluslararası şirketlerin mağazalarına saldırıyor, yakıp yıkıyorlar.
Burada, ya bize de sirayet ederse paniği taşıyan statüko cambazlarının dili oluyor elbet bir kez daha şanlı Türk basınımız.
Şiddetin her türüne karşı olduğunu iddia edenlerin, şiddetin devlet eliyle uygulanan birçok türüne karşı kıllarını kıpırdatmadıklarını görüyoruz.
O çocuklar orada meşru sistemin şiddetin ta kendisi olduğunu biliyor. Ürkek dünya tarafından ne kadar çapaçul bir kalabalık olarak adlandırılsalar da hedeflerini fevkâlâde isabetle saptamışlar.
Sistemin meşruiyetini sorguluyorlar.
Avrupa’nın diğer ülkelerindeki yoldaşları onları anlıyor. Bütün metropollerde bir telaş, bir
toparlanma var.

Yunanistan’da yaşanan büyük ayaklanma bu yerkürede yarım asırı devirmişlere olağanüstü günleri hatırlatıyor. 68 ruhunun bir kez daha dünyayı esir alabileceğini hissediyorlar.
Yunanistan’daki, oradan esinlenmiş Fransa’daki, belki İngiltere ve İspanya’daki gençler özgürlükleri, eşitliği, adaleti yok sayan ‘sermaye adına her şey mubah’çı neoliberalizme karşı kaldırım taşlarını sökmeye başladılar işte. Mutlaka kendi teorisyenlerini çıkaracaklar. Kendi istedikleri dünyayı hepimize anlatacaklar. Mümkün olduğunu göstererek.
Belki 21. yüzyılın insanlık hikâyesi yazılıyor o sokaklarda.



Etiketler: yaşam, siyaset
2024