18/10/2011 | Yazar: Zeynep Akkuş

Ahmet Yıldız’ın adının, ‘eşcinsel’, ‘nefret cinayeti’ sözcüklerinin şimdiye kadar hiç telaffuz edilmemiş ortamlarda telaffuz ediliyor olması, manşetlerde, sürmanşetlerde, ana haber bültenlerinde bu denli çarpıcı bir biçimde gündeme gelmesi film için olduğu kadar verilen mücadelenin bütünü için de tartışmasız bir zaferdir.

İtiraf ediyorum “Zenne”nin ilk fragmanı nisan sonu-mayıs başı gibi paylaşım ortamlarına düştüğünde Ahmet Yıldız’ın öyküsünü filmin bütününe oturtmakta zorlanmıştım. Böylesi acı bir olayın bir filmin başlı başına konusu olması gerektiğini düşünmüş, anlatılan üç öyküden biri olursa arada kaynayıp gitmesinden korkmuştum.
 
Geçtiğimiz Perşembe akşamı 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında “Zenne”nin galası gerçekleştirildi. Yarısından itibaren pek çok izleyici gibi burnumu çeke çeke ağlayarak izlediğim sırada da, bitiminde izleyicilerin tamamı -hatta jüri üyelerinden bazıları- filmi dakikalarca ayakta alkışlarken de yanıldığımı gördüm.
 
İtiraf ediyorum; hayatımda ilk kez yanıldığım için bu kadar mahcup oluyorum ve ilk kez bu kadar seviniyorum.
 
Ahmet Yıldız’ın eşcinsel olduğu için öz babası tarafından öldürülmesi insanlık için bir utançtır. Bağnazlığın, nefretin kimlere neler yaptırabildiğinin maalesef yaşanmış, suratlarımıza çarpılmış tokat gibi bir örneğidir. O tokadın acısını bir parça vicdanı olan herkes hâlâ suratında, yüreğinde, ciğerinde hissediyor. Basında “Türkiye’nin ilk eşcinsel töre cinayeti” olarak yer alması kimseyi yanıltmasın. Kim bilir bu ülkede kurbanların LGBTQ bireyler olduğu kaç töre/namus cinayeti işlendi ama adı konamadı, haber olmayı başaramadı. Ama neyse ki, böyle bir olay bu kez hasıraltı edilemedi. 26 yaşında gencecik bir insanın öl(dürül)üp gitmesi çok ağır bir bedel ve katili en ağır cezaya çarptırılsa da Ahmet geri gelmeyecek ama ölümü ve sonrasında açılan dava şimdiden simgesel bir anlam kazandı. Bir şeylerin değişeceğine dair umut belirdi insanların içinde. Ama uzun bir yol bu. Yapılması gereken hâlâ pek çok şey var. LGBTQ olmanın bir ayıp, günah, sapıklık, suç, vesaire olmadığının, insanların zihnine ve vicdanına bir çivi gibi çakılması gerekiyor ki bir daha böylesi bir vahşet hiç kimseye reva görülmesin. Ama işte, yumuşak bir zemine iki-üç çekiç darbesinde gömülebilen bir çivi, bazı zeminlerde sayısız darbenin ardından, milim milim ilerledikten sonra ancak oturur yerine. Maalesef indirilmesi gereken pek çok darbe var daha.
 
O yüzden böyle bir filmin çekilmiş olması ve Altın Portakal’dan zaferle ayrılması* çok önemlidir (En İyi Film Ödülü’nü kazanan “Güzel Günler Göreceğiz”den daha fazla ödül alması, şimdiden daha fazla konuşulmuş, konuşuluyor olması kadar, Ahmet Yıldız’ın adının, “eşcinsel”, “nefret cinayeti” sözcüklerinin şimdiye kadar hiç telaffuz edilmemiş ortamlarda telaffuz ediliyor olması, manşetlerde, sürmanşetlerde, ana haber bültenlerinde bu denli çarpıcı bir biçimde gündeme gelmesi film için olduğu kadar verilen mücadelenin bütünü için de tartışmasız bir zaferdir)…
 
O yüzden filmin yönetmeninin, senaristinin, oyuncularının buldukları her fırsatta sözü eşcinsel ve transeksüel cinayetlerine getirmeleri, Ahmet’in adını anmaları çok önemlidir (Caner Alper ve Mehmet Binay’ın o gece kazandıkları ilk ödülü almak üzere sahneye çıktıklarında başka bir ödül alamamaları ihtimaline karşılık “Bir daha fırsat bulamayabiliriz” diyerek verecekleri mesajı salona ve canlı yayını izleyen milyonlarca kişiye ulaştırma çabaları takdire şayandır)…
 
O yüzden filmin yönetmenin, senaristinin, oyuncularının filmdeki bir sahneden yola çıkarak galaya bir örnek kırmızı giysilerle gelmelerinin simgesel anlamı çok önemlidir (“Spoiler” vermemek için açık açık yazamıyorum ama kırmızı rengi seçmelerinin nedeni, “kan”ı çağrıştırması değil)…
 
O yüzden filmde özellikle anne-baba rollerini canlandıran sanatçıların söyleşide yaptıkları ve sonra basına da yansıyan açıklamaları, Türkiye’deki anne-babalara mesajlar iletmeleri çok önemlidir (Ünal Silver’ın “Benim kızım da eşcinsel. Bir kızım, bir oğlum, iki gelinim var. Çocuklarının eşcinsel olmasına üzülen anne-babaları anlamıyorum, ben ancak çocuğum kanser olursa üzülürüm” diyerek filmi kızına armağan etmesi bunun en çarpıcı örneğidir)…
 
O yüzden bu noktada olayla ilgili söyleyeceği, yazıp çizeceği, çekeceği şeyleri olanların cesaretlendirilmesi çok önemlidir (Film mi çekilecek, çekilsin; kitap mı yazılacak, yazılsın; söyleşi mi verilecek, verilsin)…
 
Birkaç gündür paylaşım ortamlarında yapılan yorumlarda, bu film için bir şeyler yazma gereği gören pek çok kişi Ahmet’ten “kardeş”i olarak söz ediyor. Tanıyan tanımayan, LGBTQ olan olmayan herkesin “kardeşi”ydi Ahmet. Adaletin yerini bulması, başka Ahmetlerin öldürülmemesi için uzun ve engebeli bir yola çıkıldı. Tek koldan verilecek bir mücadele değil bu. Kazanılan büyüklü küçüklü her zafer, yoldakilere derman olacak, moral verecek. Taşlar yerine oturacak, parçalar birbirini tamamlayacak ve sonunda kazanılacak zafer hep birlikte kutlanacak. Coşkuyla, umutla…
 
(*) “Zenne” 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi İlk Film, En İyi Uzun Metraj Film SİYAD Jürisi, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Tilbe Saran), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Erkan Avcı) ve En İyi Görüntü Yönetmeni (Norayr Kasper) ödülleriyle ayrıldı ve şansını uluslararası yarışmalarda da deneyecek.
 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam