23/11/2010 | Yazar:
Sömürgelerden elde edilen zenginlikle kurulan Büyük Britanya Krallığı’nın, kendi çocuklarını büyüme adına, birer ‘sevimli/sevgili katile’
Sömürgelerden elde edilen zenginlikle kurulan Büyük Britanya Krallığı’nın, kendi çocuklarını büyüme adına, birer ‘sevimli/sevgili katile’ dönüştürme patolojisi olarak da adlandırılabilecek olan durum; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte, İttihat Terakki, Teşkilat’-ı Mahsusa ve Turancılığın kıpkızıl elmalı gelenekleriyle devam ettirdiği ‘katli vaciptir’ geleneğini de anımsatır.
On dokuzuncu yüzyılın mistik, yarı deli ve muhteşem şairlerinden biri olarak anılan William Blake, sevgili karısıyla, evlerinin gözlerden uzak arka bahçesinde İncil’de geçen bir pasajı canlandırmaya kalktığında kıyamet kopar.
İşgüzar bir meraklı komşunun kem gözlerinden kaçamayan şair, Adem ve Havva’nın ‘Cennet’ten Kovulma’ sahnesini kendi zamanına uyarlamak üzere karısıyla birlikte bahçede salt incir yapraklarıyla oturdukları için ihbar edilmelerine çok öfkelenip, insan ruhunun derin karanlıklarını anlatan harikulade şiirlerinden birini yazar rivayete göre.
Şairin, bir çocuğun büyümesi esnasında başkaları ve toplumsal düzen içinde değişen ruh hallerini anlattığı Masumiyet ve Deneyim Şiirleri adını verdiği şiirlerinden biri olan Zehirli Elma Ağacı, bir deneyim şiir olarak, bastırılmış ve dillendirilmemiş öfkelerin nasıl nefrete ve oradan da cinayete dönüştüğünü sade ve çarpıcı bir dille anlatır:
Arkadaşıma kızdım/ Söyledim/ Öfkem dindi.
Düşmanıma kızdım/ Söylemedim/ Öfkem büyüdü.
Gözyaşlarımla suladım öfkemi/ Gece&gündüz gözyaşlarımla.
Gülücüklerimle besledim güneş gibi/ Ve kibar, cilveli oyunlarımla.
Öfkem gece ve gündüz büyüdü/ Ta ki parlak kırmızı bir elmaya dönüşene kadar.
Düşmanım onu gördüğünde ışıldıyordu öfkeli kızıllığıyla/ Ve biliyordu ki o benimdi.
Bahçemden çalındı/ Gece çöktüğünde
Gün ışıdığındaysa memnuniyetle gördüm/ Düşmanım ağacın altına serilmişti.
Blake’in, insan ruhunun cinayete meyil veren gizil patolojileri kadar karşılıklı konuşmanın elzemliğini ortaya koyduğu Zehirli Elma Ağacı; Jacques Lacan’ın ‘bastırılanın geri dönüşü’ kavramıyla açıkladığı, bir insanın büyürkenki temel iç çelişkilerinden biri olan ‘vicdan muhasebesini’ de ifade eder.
Şiirde, arkadaşlık duygusunun altında yatan sevginin, küçük öfkeler ve yanlış anlamalar sonucunda kızgınlığa dönüşmesini anlatan anlatıcının, öfkesini söyleyemediği düşmanına duyduğu kızgınlığın nefrete dönüşerek sonunda cinayete yol açması; masum çocuk öfkesinin hak arayışına dönüşecek yerde, susturulmalar ve sindirilmeler yoluyla ölümün karanlık yolunu açmasını da gösterir.
Zehirli Elma Ağacı, gerçekte çocuğun modern dünyada ‘deneyim’ olarak adlandırılan ve büyümenin zehirli maskesi olan hileli sosyalleşme oyunları ile sahte gülümsemelerden oluşan etiket kurallarını öğrenmeden önceki ‘saflık’ haline yazılan bir ağıttır aynı zamanda.
Blake’in, malikânelerde baca temizleyicisi olarak çalıştırılan küçük çocukların ölümlerini ve sömürülen emeklerini eleştirdiği diğer şiirlerinden de anlaşılacağı gibi, on dokuzuncu yüzyılda hızla sanayileşen İngiltere’nin tüm dünyada batmayan güneşi, bu şiirde öfkeli gözyaşları ve ışıltılı gülücüklerle ortaya çıkarak, ‘kötü gölge figürü’ olarak yarattığı düşman arketipini anlatıcıya öldürtür.
Sömürgelerden elde edilen zenginlikle kurulan Büyük Britanya Krallığı’nın, kendi çocuklarını büyüme adına, birer ‘sevimli/sevgili katile’ dönüştürme patolojisi olarak da adlandırılabilecek olan bu durum; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte, İttihat Terakki, Teşkilat’-ı Mahsusa ve Turancılığın kıpkızıl elmalı gelenekleriyle devam ettirdiği ‘katli vaciptir’ geleneğini de anımsatır.
Bu geleneğin Doğu toplumlarındaki uzantısı olan cinayet olgusunun, her koşulda yaratımı için kullanılan insan psikolojisinin coğrafyadan coğrafyaya değişmeyen tek karakteristiği olan kızgınlık/öfke ve nefret üçgeni; ulus devlet oluşumu sancıları içinde ‘vatan savunması’ adına kopkoyu bir nefrete dönüştürülerek, bir çocuktan katil yaratan sömürü düzeninin kendini nasıl idame ettirdiğini göstermesi açısından da ciddi bir sorunsaldır.
Blake’in Zehirli Elma Ağacı’nın söylenmemiş öfkesinin gazaba ve ölüme dönüşmesinden, Turancılığın nefret saçan parlak kırmızı elmasına kadar geçen dünyanın uygarlaşma sürecinde; sıcak evlerinde masal okuyacakları yerde sokaklarda mendil satmaya zorlanan çocukların varlığı meselenin, modernite denilen kavramın öncesinin ve sonrasının ötesinde, salt bir büyüme meselesi olduğunu da gösterir.
Yanlış anlamalar/ hiç anlamamalar/ işine gelmemeler sonucunda kızıl nefrete dönüşen öfkeler çocukları katilliğe zorlayan sistemlerin zehriyle büyürken bunların temizlenmesi için ise, nefret denilen patolojinin sebeplerinin; insanın, uygarlık kavramının kendisi kadar eski olan kendi karanlığında ve yeryüzüyle karşılaşmasında aranması gerek.
Aksi takdirde, her devirde ve yüzyılda, sahte gülücükler ve parıltılarla kendine yol bulan kızıl nefretler, bir erkeklik teşebbüsü olarak cinayetle sonlanır. Ve, ısrarla, patolojik nefretlerimizin devası; “diyalog’dur”, diyebilmiş yürekli bir insanı öldürmeyi, büyüme ve erkeklik zannettirerek bunu, ‘ulusal bir gurur ve derin bir başarı’ olarak lanse edebilen körelmiş zihniyetlere de ‘artık gerçekten yeter’ diyebilmek gerekiyor!..
Etiketler: insan hakları