29/03/2006 | Yazar: Ali Erol

‘Ozan’dan farklı olarak Zekeriya, pekala bir gey olabilir. Çünkü eşcinsel olduğunu en yakın arkadaşından bile yıllardır gizlemiştir. Artık açılmanın vakti geldiğinde, her ne kadar kendi rızası dışında da olsa, özgüven ve özsaygı ile sarmalanmış söyleyebileceği bir çift sözü vardır. Ozan, eşcinsel çıksaydı, iyi de şimdi ne olacak, cevap bekleyen bir soru olarak havada kalacaktı. Zekeriya’da ise cevap çoktan hazırdı, sadece telaffuz sorunu yaşanıyordu.’

“Ozan’dan farklı olarak Zekeriya, pekala bir gey olabilir. Çünkü eşcinsel olduğunu en yakın arkadaşından bile yıllardır gizlemiştir. Artık açılmanın vakti geldiğinde, her ne kadar kendi rızası dışında da olsa, özgüven ve özsaygı ile sarmalanmış söyleyebileceği bir çift sözü vardır. Ozan, eşcinsel çıksaydı, iyi de şimdi ne olacak, cevap bekleyen bir soru olarak havada kalacaktı. Zekeriya’da ise cevap çoktan hazırdı, sadece telaffuz sorunu yaşanıyordu.”

Yaratıcılığı kendinden menkul pek çok yazar, şimdiye kadar mizahta boşluk doldurmak, dizilere “renk” katmak için eşcinselliği karikatürize ederek, stereotipleştirilmiş figürler dışındaki gerçek eşcinsel bireyleri görünmezliğe mahkum ettiler. Nihayet televizyonda ilk kez, “Bir İstanbul Masalı”nda, eşcinsel hayata ve bir eşcinsel bireye, dizinin adının tersine gerçekçi bir yaklaşım izliyoruz.

Kılı kırk yarıp “cinsel tercih” ifadesindeki yanlışa takarsak, Zekeriya’nın patronuna/arkadaşına başı dik, alnı açık verdiği cevaptaki vurguyu kaçırabiliriz. Zekeriya, gey olduğunu inkar etmediği gibi, kendi cinsine olan sevgisinin saygıyı hak ettiğini, gerisinin önyargı ve ikiyüzlülükten (televizyonda gördüklerini ağzı açık seyredenler, kendi hayatlarından birinin de eşcinsel olabileceğini kabul edemezler) ibaret olduğunu pek de güzel anlattı. “Ne münasebet, Ahmet, benim sadece arkadaşım” demekle yetinebilir, “çünkü ben Mehmet ile birlikteyim” çıkışını (coming out) daha çok bekleyebilirdik.

Patron da olsa aynı zamanda en yakın bir arkadaşıyla onca zaman paylaşamadığı ne olabilir, “Bir İstanbul Masalı”ndaki Zekeriya’nın diye, herhalde sadece “eşcinsel seyirci” içinden sorup, tahmin etmiştir. Tahminler doğru çıktı; meğerse Ozan “eşcinsel” değilmiş ama Zekeriya üstelik de bir “gey”! Bu kadarına da şükür!

Zekeriya, büyük bir holdingde, en azından şimdilik vazgeçilmez bir eleman, beyaz yakalı bir çalışan. Ozan, sigortalı ve kravatlı da olsa sonuçta bir yanaşmanın, her zaman vazgeçilebilir bir işçinin, patronun şoförünün genç oğlu. Ozan, pek çok liseli velet gibi sadece kravatını gevşetip, gömleğini pantolonundan dışarı çıkarmakla yetinmediğinden annesinin, haliyle özellikle babasının dikkatini çekiyor. Ozan küpe takıyor, henüz lisede pek uzatamasa da saçı başı, hali tavrı, babasına göre erkekliğe yakışmıyor. Ek işte taşıdığı yolculardan bazılarının “o biçim” olması, şoför babanın oğluna dair korkularını iyice tetikliyor. Ne var ki bunda, artık herkes küpe takıyor olsa da baba, ikna olmuyor. Tamam, baba, oğlundan maçoluk beklemiyor ama “erkek” olduğundan da emin olmak istiyor. Babanın iş arkadaşı ikinci şoför de devreye giriyor, bir iki geleneksel testten geçiriliyor, delikanlı küpe de taksa neyse ki “korkulan” çıkmıyor. Kız arkadaş da aileye rahat bir nefes aldırıyor. Artık Ozan, heteroseksüel sosyalizasyonunu gönül rahatlığıyla tamamlayabilir. “Erkekliğe” dair kuşkular ortadan kalktığına göre kız çocuklarına/kadına yönelik şiddet ve geleneksel namus anlayışı gibi konulara yönelik “sosyal mesaj”larla idare edebiliriz.

İdare etmeyebiliriz ancak daha fazlası, “Bir İstanbul Masalı”ndan hayata müdahale etmesini beklemek olur. Korkulan olsaydı da Ozan, eşcinsel çıksaydı ne olurdu? Herkes kendini, Zekeriya’nın gey olmasından daha yüksek bir şiddetin mündemiç olduğu çatışmanın ortasında bulurdu. Ozan, küpesi koparılmış kan damlayan kulağını avuçlarken, “Baba”nın, oğlanın kız arkadaşının babasından hiç de farklı olmayabileceğini izlerdik. “Anne”, yapma Cemal, öldürecek misin, diye çocuğu kurtarsa da, onca yıldır çalışıp üzerine titredikleri evlatlarını yetiştirirken, nerde yanlış yaptıklarını soracaktır; çocuğuna doğrudan ulaşamadığında kendini suçlayacaktır. Konağın hanımı, aman bu tatsızlık rezalete dönüşmesin, kimse duymasın derken, genç patron, şoför babaya, bir psikiyatra götürüp götürmediklerini soracaktır. Heteroseksüel sosyalizasyona rağmen bir öğrencinin “homoseksüel” çıkması ise okulda ayrı bir çatışma yaratacaktır. Ozan, hiçbir şey yapmasa bile, heteroseksüel sınıf arkadaşlarının homofobik zulmüne maruz kalacaktır. Kızlar homofobik şakalarla yetinirken, oğlanlar kendi erkekliklerini ispatlamak için fizik sınırı hoyratça geçebileceklerdir. Psikiyatr, “hastalığını” tedavi edemezse belki de idare Ozan’ı okuldan uzaklaştıracaktır...

Peki tüm bu çatışmalara kim hazırlıklı? Nedense sıra eşcinselliğe geldiğinde “kara kaplı kitap”ı unutuveren ve ebeveynlere karşı yüzü olmayan ruh sağlığı profesyonelleri mi? Psikolojik Danışma ve Rehber öğretmenler mi? Sınıftaki tüm öğrencileri otomatikman heteroseksüel hanesine yazan öğretmenler mi? Kendilerini gizlemenin baskısıyla heteroseksüel öğretmenlerden daha homofobik davranabilen gey-lezbiyen öğretmenler mi? Eğitimciler sendikası mı? Sosyal hizmet uzmanları mı? Gey-Lezbiyen örgütleri mi? Kısacası tüm bu koşullarda Masalın “gerçekçi” bir seyir izlemekten vazgeçip sürpriz yapma olasılığı için henüz erken değil mi?

Ozan’dan farklı olarak Zekeriya, pekala bir gey olabilir. Çünkü eşcinsel olduğunu en yakın arkadaşından bile yıllardır gizlemiştir. Artık açılmanın vakti geldiğinde, her ne kadar kendi rızası dışında da olsa, özgüven ve özsaygı ile sarmalanmış söyleyebileceği bir çift sözü vardır. Ozan, eşcinsel çıksaydı, iyi de şimdi ne olacak, cevap bekleyen bir soru olarak havada kalacaktı. Zekeriya’da ise cevap çoktan hazırdı, sadece telaffuz sorunu yaşanıyordu. Cinsel yönelim yerine “cinsel tercih” denmesini geçmiştik. Görsel medyanın soytarılaştırdığı, olmazsa kriminalize ederek damgaladığı stereotiplerden sonra tipinden de işinden de açık vermeyen Zekeriya’nın, beyaz yakalı olmasına takacak değiliz. Mavi yakalı geylerin karanlıktan ve üçüncü sayfalardan kurtulabilmeleri için, Ozan’ın da eşcinsel olabileceğinin kabul edilebilmesi için belki de önce uzaktan, kendi dışından bir eşcinseli veya geyi izlemesi gerekiyordur ortalama seyircinin.

Eşcinsellerin her yerde olması gibi homofobi de her ilişkiye, zihniyete ve ortama uyum göstermekte geç kalmaz. Homofobi, vazgeçilmez çalışan ve çoktan üst orta sınıfa eklemlenmiş gey Zekeriya’nın statüsüne bakmayacaktır. Kendisine açık ve net olarak anlattığı halde, aynı zamanda sosyal arkadaşı da olan patron Selim, açılmasından sonra Zekeriya’nın yanında gördüğü her erkeği eşcinsel sandığı yetmezmiş gibi birlikte olduklarını da düşünecektir. Kendini inkâr etseydi varsayalım ki kullandığı ruj ve fondöten sorun olmayacaktı çünkü o da pekâlâ bir “metroseksüel” olabilirdi. Sırf kendi cinsini sevdiği için onca yıldır yaşamak zorunda kaldığı yalana son verdiğinde kullanmadığı ruj ve fondöten, homofobik bir şaka olarak zulüm sahnesinde hoyratça sergilenebildi. Görünen o ki bulunduğu konuma çalışarak gelmiş. Eğer ki daha baştan gey olduğunu açıklasaydı veya bir şekilde ifşa edilseydi çalışmasına devam edebilse bile çok büyük olasılıkla o konuma gelemeyebilirdi. Artık onca yılın sonunda kendini yeniden yeniden ispatlamak ve özel hayatına dair açıklamalar yapmak zorunda kalacak.

Şoför Cemal’in korktuğu başına gelseydi, eşcinsel öğrenci Ozan, heteroseksüel toplumsallaştırma ile homofobik zulme maruz kalacaktı. Zekeriya ise homofobi statü tanımadığından, çalışma hayatında cinsel yönelim ayrımcılığı ile karşı karşıya. Gaye Boralıoğlu ve diğer senaristleri kutluyoruz. Zekeriya dahil tüm gey ve lezbiyen çalışanlara, Gey-Lezbiyen İşçi Ağı’na katılmayı ve çalışma hayatında homofobi ve cinsel yönelim ayrımcılığına karşı birlikte mücadele etmeyi önerelim.


Etiketler: medya
2024