23/05/2009 | Yazar: Çağlar Yerlikaya

"eşcinsel olsaydım ve bana bu sorulsaydı, ‘insanlar ne der’ diye düşünmeden, açıkça söylerdim"

"eşcinsel olsaydım ve bana bu sorulsaydı, ‘insanlar ne der’ diye düşünmeden, açıkça söylerdim"

Kalabalık içinde, kendimi yalnız başıma hissettiğim bir zamanda karşılaştım onunla. Kalbim, darmadağın edilmiş bir oda gibiydi. Güneşle küstüğü için, gündüzü hatırlamayan bir oda. Ne odayı toplayacak halim vardı, ne de perdeyi açacak. Elimde olmadan her yere döküp saçtığım gözyaşlarım onunla düet yapıyordu sanki, o her ‘Amacım yok, yaşamak Buysa. Elimi Tut, uçarım Yoksa’ dediğinde. Bir çocuğun ipini elinden kaçırdığı bir balon gibi uçup gideceğimi hissetmiş olmalı ki, elimi tuttu ve sakladı içinde. Sonra bir gün bana ‘Sen, benim manevi oğlumsun’ dedi. ‘Her şeyi al. Bana, beni geri ver’ diyen kadının sözlerinden, o an yeniden doğdum…
 
Kalbimizdeki odayı her dağıtışımızda yeniden toplayan, şarkılarıyla hepimizin arasında kaldığı duvarları yıkan Zeynep Casalini, sözleriyle dünyanın, başka yere, başka zamana gitmeden bir şansı daha olduğunu söylüyor.
 
İlk albümünüzle oldukça iyi bir çıkış yakaladınız. Hatta ünlü müzik eleştirmeni Naim Dilmener, albümünüz için ‘Türk popunu kurtaran albüm’ gibi çok özel bir ifade kullandı. Arka arkaya çektiğiniz klipler sürekli müzik kanallarında döndü. Fakat siz diğer şarkıcıların aksine, elde ettiğiniz başarıyı popülerliğe dönüştürmek için magazine asla göz kırpmadınız. Tiraj kaygısı olan bir dünya için, büyük bir risk değil mi bu?
 
Gerek ailemden aldığım terbiye, gerek kendi dünya görüşüm doğrultusunda, yaptığım iş ve savunduğum bir konu hakkında bir yerde gözükmenin ya da konuşmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Bana getirisi olacak diye, doğru olmadığını düşündüğüm bir şeyi ise zaten yapmam. Dinleyicilerimin beni şarkı söylerken ya da dünya ile ilgili bir meselede bireysel tepkimi gösterirken görmesini tercih ederim. Çağlar evet, dediğin gibi sanatla uğraşan insanlar için bu zamanda bu tavır, artık herkesin göze almaktan kaçındığı bir risk. Ve ben, gidişatı değiştirebilecek, hayatı biraz daha güzelleştirecek bir şeyde küçük bir katkım olması için bu riski, seve seve göze alıyorum.
 
Herkesin bildiği gibi, ailenizde çok önemli sanatçılar var. Tiyatro sanatçısı bir anne (Deniz Türkali), şarkıcı bir baba (Ernesto Casalini), yazar bir dede (Vedat Türkali), senarist-yönetmen-şair bir dayı (Barış Pirhasan) ve Türkiye’nin en önemli yönetmenlerinden biri olan manevi babanız Atıf Yılmaz… Bunun size getirdiği artı ve eksiler nelerdir?
 
Böyle bir ailede ve böyle bir çevrede büyümenin şüphesiz en büyük artısı; şu an bulunduğum konuma gelmemi sağlaması. Ailem sayesinde, kendimi bildim bileli sanatın birçok dalıyla iç içe oldum. Bu bana küçük yaşlarda özgüven ve idealist bir kişilik kazandırdı. Tabii, bu kadar başarılı sanatçıların olduğu bir ailenin üyesi olunca, kendimi hep büyük bir sorumluluk altında hissettim. Bu yüzden, daha dikkatli ve daha seçici olmaya özen gösterdim her zaman.
 
Eksi yönünü ise, geçirdiğim zor bir dönemde fark ettim. Sıkıntılı bir dönem yaşıyordum ve içinden çıkmak için savaş verirken, etrafımdakiler bunu çok fark edemedi ya da inanmak istemedi. Çünkü, böyle bir aileye sahip olunca, doğal olarak insanlarda, bütün şartların çok iyi olduğu ve her problemin hemen çözülebileceği düşüncesi hakim. Kürşad Kahramanoğlu, Naim Dilmener, Murathan Mungan, Sezen Aksu, Sunay Özgür gibi hayatımda çok önemli yere sahip insanların ve dostlarımın desteğiyle atlatabildim o dönemi.
 
Size bakıldığında, şarkınızdaki gibi duvarlara çarpmış, ağlaya ağlaya yosun tutmuş ve bir şeylere küsmüş bir kız çocuğu hissi uyanıyor insanın içinde. O kız çocuğu neden küskün ve onunla tekrar barışmak için ne yapmalı hayat?
 
Düşünceleri yüzünden aynı anda hapiste olan anne ve babasını çocuk yaşta ziyarete gitmek zorunda kalmış bir annenin kızı olarak, her türlü dil, din, cins, ırk ayrımcılığının ve doğa katliamının yapıldığı bir dünyanın vatandaşı olarak, küskün olmam kaçınılmaz. O kız çocuğu bu olaylar yüzünden, kendini duvardan duvara çarpmış gibi hissediyor. İnsanların birbirlerinin yaşamına saygı duymak ve dünyayı korumak adına bir şeyler yapmaya başladığını görse hemen barışacak da… Her şeye rağmen, umutluyum ben.
 
Sizin zaten bilinen başka bir yönünüz de, dünyada olup biten kötü olaylar karşısındaki duyarlılığınız. Küresel ısınma ve savaşa karşı yapılan organizasyonlarda hep en önlerdesiniz. Ne yazık ki, sizden ve birkaç sanatçıdan başka kimseyi göremiyoruz, sizce artık ateş kimseyi yakmıyor mu, yoksa herkes çoktan yanmış da, artık bir şey mi hissetmiyorlar?
 
Kimileri gidişattaki tehlikenin farkında değil, kimileri farkında ama ateş kendine sıçramadan bir şey yapma niyetinde değil, kimileri de ‘artık bir şey düzelmez’ mantığında… Ben önce bir anne olarak, ciddi kaygı taşıyorum ve kendimi, dünyaya ve gelecek nesillere karşı sorumlu hissediyorum. Bu meseleleri umursamayan insanları da anlayamıyorum. Bu, hepimizin ortak meselesiyken, sadece bir avuç insan bunun için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Sanatçıların bu konudaki sorumluluğu çok büyük. Çünkü, bir sanatçı bu tip olaylar karşısında destek verdiği zaman, arkasından kendi hayran kitlesi de gelecek ve ciddi bir çoğunluk sağlanacak. Buna ihtiyacımız var. Bu ateş gitgide büyüyor ve ancak herkesin elindeki bardağın suyunu dökmesiyle sönebilir.
 
‘bu şarkıyı her söylediğimde, aşkın nefes aldığını hissediyorum’
 
İlk albümünüzden ve 64 şarkılık hazırlanmış özel bir CD’de yer alan ‘Dokunma Bana’ adlı çalışmanızın üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra herkes sizden albüm beklerken siz sadece internetten yayınladığınız, Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı, Sunay Özgür’ün bestelediği ‘Nilüfer’ adlı şarkıyla bir dönüş yaptınız. Müslüm Gürses’ten ilk kez dinlediğinizden bu yana her dinlediğinizde çok etkilendiğinizi ve ağladığınızı söylediğiniz bu parça için ‘şarkıyı evlat edinen kalbime, borç bildim bu şarkıyı söylemeyi’ demiştiniz. Bu şarkıda sizi bu kadar etkileyen şey neydi?
 
Bu şarkıyı, ilk duyduğum anda gerçekten sarsıldım. Hiçbir şarkı beni bu kadar etkilememişti. Sözleri bakımından, o dönemime tam anlamıyla eşlik etti. ‘Bana, beni geri ver’ diyen bu şarkı, bana aşkın ne kadar kuvvetli bir duygu olduğunu bir kez daha hatırlattı ve beni onunla tekrar barıştırdı. Bu şarkıyı her söylediğimde, aşkın nefes aldığını hissediyorum.
 
Son albümünüz ‘Kim Galip Çıkar’ alt yapısı bakımından daha sert, sözler bakımından ise daha derin. Hislerinizin durağından kalkmış gibi şarkılar…
 
Bu albümdeki şarkılar, içimdeki duyguların kapılarını sonuna kadar açıyor ve içeride olup bitenleri gösteriyor. Ziyan olan adamlar, aynı masallar, derin mevzular, sancılar, galip çıkanlar… Hepsi var.
 
Müzikten önce yaşamınızda tiyatro vardı ve bu konuda eğitim aldınız. ‘Kazandibi- Tavukgöğsü’ ve ‘Eylül Fırtınası’ adlı iki tane filmde oynadınız. Sinemayla aranız nasıl, tekrar bir filmde oynamayı düşünür müsünüz?
 
Sinemayı gerçekten çok seviyorum. Bu konuda bir altyapım ve birikimim olduğu için, sevdiğim bir proje olursa tabii ki oynarım.
 
Peki, en çok beğendiğiniz oyuncular ve yönetmenler kimler?
 
Yönetmenlerde, başta Atıf Yılmaz olmak üzere, MartinScorsesse, Pedro Almodovar, Akira Kurosawa. Oyuncularda ise; Sean Penn, Helen Miller, Kevin Spacey, John Malkovich, Benicio Del Toro, Bennu Yıldırımlar, Uğur Polat, Uğur Yücel, Deniz Çakır.
 
Bir çok sanatçıya vokal yaptınız ve en sonunda, Sezen Aksu okulundan mezun oldunuz. ‘Peri kızım’ diye bahsettiğiniz Sezen Aksu’nun hayatınızdaki yeri nedir?
 
Sezen’in hayatımdaki yeri çok büyüktür. Annemin çok yakın arkadaşı olması sebebiyle, zaten çocukluğumdan beri görüşürüz. O gerçekten de çok özel bir yaratıcı. Şarkılarıyla herkeste olduğu gibi, benim kalbimin de en derin noktasına değmeyi başarıyor. Ama onunla çalışmak, aynı sahnede olmak, bunun çok daha ötesinde bir duygu. Müzik kariyeri açısından, dünyada Sting ile aynı sahnede olmak ne kadar önemliyse, Türkiye’de Sezen’le aynı sahneyi paylaşmak o kadar önemli ve özel.
 
‘korunmalıyız ve inadına inadına sevişmeliyiz’
 
Son yıllarda gittikçe yaygınlaşan HIV/AIDS hakkında insanlar konuşmaya bile çekinirken, siz Kenan Bahadır Derre’nin ilkini geçen sene yayımladığı AIDS Ajandası’nda yer alarak projeye destek verdiniz. Bu sene yine aynı projede yer alan isimlerin başında geliyorsunuz. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
 
Kürşad’ın (Kahramanoğlu) çok güzel bir lafı var; ‘Irkçılığa karşı çıkmanız için, zenci olmanız gerekmiyor’ diye. HIV/AIDS’le ilgili bir şeyler yapmak için, HIV’li ya da yakını olmak gerekmiyor. Bu, çağın önemli fakat korunabilir hastalıklarından biri. Bunu konuşmaya çekinmek ya da en kötüsü bunu ‘eşcinsel hastalığı’ olarak görmek acizlikten başka bir şey değil. Bir kadına, çok severek evlendiği kocasından da HIV virüsü bulaşabilir. Bu virüse sadece evlilik dışı ya da eşcinsel ilişki yaşayan insanlar yakalanmıyor. Öncelikli olarak bilinçlenmemiz ve bu virüsle mücadele etmeyi öğrenmemiz gerek. Korunmalıyız ve inadına inadına sevişmeliyiz.
 
Geçtiğimiz ay, Ankara’da bir transeksüel daha öldürüldü. Bir tarafta, kendi kimliği için mücadele etmiş, çok iyi bir sese sahip, başarılı ve çok sevilen transeksüel bir sanatçı olan Bülent Ersoy’un gönül ilişkilerini büyük bir sempatiyle dinleyen, evliliklerinde, ayrılıklarında sanatçıya sonuna kadar sahip çıkan toplumumuz, diğer tarafta cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri yüzünden insanları dışlayıp yaşama haklarını ellerinden alabiliyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
İnsanların yönelimleri yüzünden dışlanması, hatta bu yüzden yaşama haklarının elinden alınması, açıklanamaz ve bağışlanamaz nitelikte üzücü bir durum. Bir insanın bir insanı eşcinsel, travesti ya da transeksüel diye öldürmesinin altında ciddi bir kimlik problemi var. Bu insan ya gerçekten hasta ruhludur ya da kendi kimliğiyle yüzleşmekten kaçıyordur. Bülent Ersoy’u kişiliğinden ya da sanatçılığından dolayı seven kişilerin, sıra başkasına geldiğinde o kişiyi cinsel kimliği yüzünden dışlaması ve dışladığı o kişinin başarılarını görmezden gelmesi büyük adaletsizlik. Herkesin yaşamına saygı duymalı ve herkese eşit davranmalıyız.

Ülkemizde yine aynı bakış açıları, önyargılar varken ve siz de şu andaki gibi herkes tarafından bilinen başarılı bir şarkıcıyken, eğer eşcinsel olsaydınız, bunu açıkça söyler miydiniz?
 
Özel hayatımı her zaman, yaptığım işten uzak tuttum. Şarkıcılığım ya da ailemdeki sanatçılar dışında, benimle ilgili kimse bir şey bilmez. O yüzden bunu durup dururken, özellikle başkalarının kullandığı gibi ‘itiraf’ şeklinde söylemezdim. Çünkü ‘suç’ itiraf edilir ve bu, bir suç değil. Ancak eşcinsel olsaydım ve bana bu sorulsaydı, ‘insanlar ne der’ diye düşünmeden, açıkça söylerdim. Bunun son derece doğal olduğunu düşünüyorum.
 
Şarkılarınızda ön plana çıkan ‘Aşk’ son derece şiddetli, sancılı ve hüzün dolu. Sizin için aşkın daha az acılı hali mümkün değil mi?
 
Aşkı dingin ve huzurlu yaşamak, mümkün olabilen bir şeymiş, bunu yeni fark ettim. Raşit’i (Algül) karşıma çıkardığı için, hayata teşekkür ediyorum.

Söyleşi: Çağlar Yerlikaya
Fotoğraflar: Raşit Algül


Etiketler: kültür sanat
İstihdam