17/01/2022 | Yazar: Merve Engür

Konu zor zamanlar olunca bence filmler üçe ayrılır; bazı filmler bu zor zamanları anlatır, bazıları sen o zor zamanları yaşarken umut verir nefes almanı sağlar ve bazıları da kendileri zaten zor zamandır, izlerken yanına bolca sabır alırsın.

Zor zamanların sinema yansımaları Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Hepimizin zor dönemleri oluyor, hatta bazen bu dönemler hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor insana. Bazen de bu dönemleri atlatmak için bulduğumuz ve anlık rahatlamalar sağlayan baş etme yöntemleri bir zaman sonra daha büyük sorunlar olarak karşımıza çıkabiliyor. Farkında olmadan kendini sabote etmek, istemediğimiz duyguları anlık geçiştirmeye çalışırken daha çok dibe batmak veya dertleri unutmak için emin olmadan yeni bir şeylere başlamak bana hiç de yabancı gelmiyor. Ama yaşanan iyi veya kötü her şeyin de bir sonu olduğunu adım gibi biliyorum.

Ben şahsen zor zamanlarımı onlar yokmuş gibi yaparak geçiriyorum. Yaşarken onları halının altına süpürüp sonra bir bahar temizliğinde başıma bela olmalarına izin veriyorum. Süper bir baş etme yöntemi değil ama pratiğini çok yaptığım için en azından bildiğim bir yöntem. Özellikle onlar yokmuş gibi yaptığım dönemlerde tetiklenmemek için benzer konulu filmleri izlemekten de hep kaçınıyorum. Aslında kaçınmasam, kurgu da olsa başkalarının benzer sorunları nasıl yaşadığını izlemek insana bir çıkış kapısı da sağlayabilir. Film izlemenin boş zaman aktivitesi olmaktan çok daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Tecrübe etmediğimiz, etmeyeceğimiz veya edemeyeceğimiz hikayelerle dolu bir görsel şölen diye tanımlamayı daha çok seviyorum sanırım.

Konu zor zamanlar olunca bence filmler üçe ayrılır; bazı filmler bu zor zamanları anlatır, bazıları sen o zor zamanları yaşarken umut verir nefes almanı sağlar ve bazıları da kendileri zaten zor zamandır, izlerken yanına bolca sabır alırsın. İşte bu üç farklı başlık için üç film inceledim.

To Die Like A Man - Erkek Gibi Ölmek (2009)

zor-zamanlarin-sinema-yansimalari-1

Portekizli yönetmen João Pedro Rodrigues’in 50’li yaşlarında bir drag queenin hikayesini anlattığı filmi izlerken sabır taşım yanımdaydı. Queer sinemaya şahane katkıları olan Rodrigues’in filmini eleştirmek benim haddime asla değil. Benim canımı sıkan ve sabrımı zorlayan şey karakterler oldu.

Filmin konusu kısaca şu şekilde; 20 senedir drag şovlar yapan Tonia’nın Rosario adında uyuşturucu bağımlısı genç bir sevgilisi var. Tonia, Rosario’nun hem sevgilisi hem de annesi gibi davrandığı bir ilişki yürütüyor. Rosario stabil olmayan, asi ve sorunlu davranışlarıyla sürekli Tonia’ya hakaret ediyor, eşyalarını çalıyor, ne zaman cinsiyet uyum ameliyat olacağını soruyor, kısacası tüm davranışlarından şiddet ve mutsuzluk akıyor. Ona karşılık Tonia’da da inanılmaz bir bağlılık var ve kendisine ne kadar zarar verirse versin Rosario’nun gitmesine asla izin vermiyor. Tonia’nın cinsiyet uyum ameliyatı olmamasının nedeni ise dini inancı, yani ‘erkek olarak doğdum ve erkek olarak ölmem gerekiyor’ diyor ve film ismini buradan alıyor. Toksik ilişkilerinin yanı sıra Tonia’nın işleri de çok iyi gitmiyor ve çalıştığı kulüpte artık istenmediğini hissetmeye başlıyor. Bir yandan askerde birini öldürdüğünü söyleyen ve sürekli ondan kaçan oğlu, bir yandan küstüğü arkadaşları ve bir yandan da memesinden akan iltihapla işler iyice karman çorman bir hale dönüyor.

Çok melankolik bir hikâye anlatılmasına rağmen film bunu dramatik bir şekilde aktarmıyor. Bu karakterlere ve davranışlarına katlanabilirseniz filmin enteresan olduğunu bile söyleyebilirim. Uzun ve insanın içine işleyen şarkı sahneleri var. Tonia ve Rosario’nun birlikte çıktığı seyahatte kaybolmaları sonucu gittikleri evdeki enteresan karakterler ve diyaloglar da, filmin ortalarında sabır taşımızı biraz daha dayanmaya ikna edebileceğimiz argümanlar arasında. Genel olarak sinemada böyle karakterlere ve hikayelere daha çok yer verilmesini istesem de sanırım toksiklik, bağımlılık ve katı kurallar çerçevesinde değişime direnen karakterler benim kişisel olarak çok da görmeye tahammül edebildiğim şeyler değilmiş. 

The Beaches of Agnes - Agnes’in Plajları (2008)

zor-zamanlarin-sinema-yansimalari-2

Agnes Varda’ya olan hayranlığımı saklayamam. Belgesellerinin ayrı, filmlerinin ayrı yeri vardır benim için. Ama kendi hayatını anlattığı ‘Agnes’in Plajları’ belgesel filmi, tam da bu hayranlığımı arttıran ve onun kalbimdeki yerini sabitleyen inanılmaz bir eser bence. Kendimi çok çıkmazda hissettiğim, geçirdiğim yılların sadece kayıplardan ibaret olduğunu düşündüğüm ve kendime değer veremediğim bir zamanda izledim bu filmi. Aslında ilk birkaç gün izlemekten de çekindim çünkü Agnes’in otoportresi muhtemelen kendimi gömmek için elime daha fazla koz verecek ve onun havalı hayatı ile kendi zavallı geçmişimi kıyaslarken yaptığı/yapabildiği her şeyi kıskanacağım diye düşünüyordum. Ama bilin bakalım ne oldu?

Agnes Varda hayatının tüm bölümlerini büyük bir dürüstlük, naiflik, gerçekçilik ile tatlı bir tonda anlatıyor. Çekimler, kadrajdakiler ve söyledikleri inanılmaz bir uyum içinde, izleyiciye sıcacık bir hikâye aktarmış. Hem duygusal, hem esprili, hem de çok samimi. Agnes’in hayatının dönüm noktalarını izlerken aslında bazı şeylerin ne kadar değersiz, bazılarının da ne kadar değerli olduğunu anlıyorsun ve hatta belki de yanlış şeylere değer verdiğini hissedebiliyorsun. Onun özgürlük algısı ve feminist duruşu, normatif kalıpların dışına çıktığımızda asıl her şeyin ‘olması gerektiği gibi’ olduğunu hatırlattı bana. Yaşarken bu sınırları koruyabilmekten ve zamanını gerçekten değer verdiğin şeylere harcamaktan daha önemli bir şey olamaz. Filmi izlerken kıskanmayı bırak, içim sıcacık oldu ve en hüzünlü noktalardaki kabulleniş bile bana çok iyi geldi. Agnes Varda’nın bu denli bir ilham kaynağı olması, hayatın gerçeklerini zekice bir anlatımla sunması ve bunu yaparken de duygularını kameranın diğer tarafına ustaca geçirmesi, ona olan hayranlığımın temellerini oluşturdu diyebilirim.

Single Man - Tek Başına Bir Adam (2009)

zor-zamanlarin-sinema-yansimalari-3

Tom Ford’un ilk yönetmenlik deneyimi olan film, aynı isimdeki bir romanın uyarlaması. Filmde 1960’larda partnerini ve iki köpeğini bir trafik kazasında kaybeden George isimli profesörün yas sürecini izliyoruz. Kazanın ardından 8 ay geçtikten sonra bile içine attığı kederinden kurtulamayan George için hayatını sonlandırmanın zamanı gelmiş ve herkesle kendince vedalaşmaya başlamıştır. Üniversitedeki masasını toplar, yakın arkadaşı Charley ile son bir akşam yemeği yer ve silahını ateşlemek için biraz daha alkole ihtiyacı olduğundan bara gider. Bu sırada muhtemelen kendisi gibi eşcinsel olan bir öğrencisinin onu takip ettiğini görür ve onunla içmeye başlar. Bu genç çocuk George’u gece denize girmeye ikna eder, onu yalnız bırakmaz ve tatlı bir şekilde hayatta olmanın ne demek olduğunu hatırlatır. Ama hayat zaten biz plan yaparken başımıza gelenler olduğu için, filmin sonu da insanda garip hissiyatlar bırakarak biter.

Benim filmde en etkilendiğim şeylerden biri, bu yas sürecinde bile hayat devam ederken arada renklerin George için daha canlı görünmesi. Tam da bu anlar zaten bizim hayatta olduğumuzu hissettiren, küçük ama etkili şeyler. Çok romantik olacak ama bir çiçeğe bakarken, ona dokunurken yaşadığını hissetmek gibi. George’un depresyonuyla ve yaşama karşı isteksizliği ile kaldığımızda ise renklerin iyice solduğunu görüyoruz. Böyle büyük bir acıyla baş edemiyor gibi görünürken aslında hayatın akışındaki güzellikleri anlık olarak da hatırlatan bu nüans, filmdeki matem havasını dağıtır pozisyonda. Zor zamanla baş edememe filmi gibi ilerleyen ama aslında büyük bir kabulleniş ile tamamlanan güzel bir film. İyi ya da kötü, her şeyin bir sonu olduğunu bir kez daha kafamıza vuruyor.

——

Aslında çoğu filmin teması birbirine benzer, çünkü hikayeler insan olma deneyimi üzerinden kurulur. Farklı tekniklerle veya olay örgüleriyle bezenen anlatılar, en temelinde herkesin yaşadığı veya yaşayabileceği duygular üzerinden ilerler. Zor zamanlardan kaçmak, onları isteyerek yaşamak veya alternatif çözüm kurgularını görmek için farklı filmler size yardımcı olabilir.

Kaos GL dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin Zor Zamanlar dosya konulu 179. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

 


Etiketler: kültür sanat
İstihdam