27/10/2020 | Yazar: Oğulcan Yediveren
Batı kültürü kendi tekeşlilik kurumunu yayarken tekeşliliği çokkarılılığın karşısında ilerici, uygar ve feminist bir talepmiş gibi kurguladı. Aslında yaptığı şey ataerkinin sunduğu imkanlar içerisinde kalarak sömürgeci, heteroseksist ve kadın düşmanı modern tekeşlilik kurumunu tüm dünyaya yaymaktı.
19. Yüzyıl ve Modern Tekeşlilik Kurumu
19. yüzyıl geldiğinde bilimdeki ilerlemeler ve kilisenin siyasi gücünün zayıflaması ile dünya daha seküler bir yer haline gelmiştir. Orta Çağ’a damgasını vuran imparatorluklar siyasi alandaki etkinliğini neredeyse tamamen kaybetmiştir, yerini yavaş yavaş ulus devletler almaya başlamıştır. Ayrıca, demiryollarının kurulması ve teknik gelişmeler sonucu sanayi devrimi yaşanmış, tarıma dayanan feodal üretim biçiminin yerini kapitalizm almaya başlamıştı. Sanayi devrimi ile birlikte kentlere göç yoğunlaşmış ve kentlerdeki insan yoğunluğu artmıştı.
Roma İmparatorluğu’nda gördüğümüz işgale dayanan köle toplumlarında da, tarıma dayalı bir ekonomiye sahip feodal toplumlarda da üst sınıflar aynı zamanda siyasi iktidarı da elinde bulundurmaktaydı. Hatta, üst sınıf olmaları ellerindeki siyasi gücü kullanarak alt sınıflar üzerinde zor kullanarak onları sömürmelerinden geçmekteydi. Kapitalizm ve modernleşmeyle birlikte insan türü çok daha karmaşık siyasi yönetim biçimleri kurdu. Artık, üst sınıfın ekonomik sömürüsü ve siyasi gücü doğrudan zor kullanmaya değil, daha karmaşık yönetim sistemleri sayesinde var olan sömürüyü adil bir sistemmiş gibi gösterebilme becerisine dayanmaya başladı.
Örneğin, feodal dönemde toprağa bağlı çalışan serflerin ürününe lordlar doğrudan el koymaktaydı. Sömürü doğrudan bir zor kullanımına dayalı ve apaçıktı. Kapitalizmin gelmesi ile birlikte emek “özgür”leşmiştir. Yani, işçiler ürettikleri artı değeri hangi atölye veya fabrikaya satacaklarına kendileri karar vermektedir. Halbuki, gerçekte yaşanan işçi emeğini hangi atölye ya da fabrikaya satarsa satsın kapitalizmin uzmanlaşma ve iş bölümü gibi yönetim sistemlerini devreye sokarak işçinin artı emeğine el koymasıdır.
Köle toplumlarında ve feodal toplumlarda iktidarın doğrudan zor gücü ile yönettiği bir “sürü” vardır. Bir imparator için halkı tebaa, kilise için ise kuldur. Kapitalizm ve modernleşme ile birlikte artık iktidar karşısında bir sürü değil bireylerin toplamı olan bir toplum bulmuştu. Bu bireylerin toplamından oluşan toplumu yönetmenin yolu ise sömürüyü bireylerin özgür tercihiymiş gibi gösterdiği ideolojik aygıtlar üretmekten geçmekteydi. İnsan nüfusunun hızla arttığı ve bireylik algısının çok daha güçlü olduğu bir dünyada iktidarın toplumları zor gücü ile yönetmesi neredeyse imkânsız bir hal almıştır. Artık iktidarın yapması gereken ürettiği ideolojik aygıtlar yoluyla bireylerin sistem için rızasını üretmekti. Modernleşmeyle birlikte gelen hapishane ve hukuk sistemi, tıp, biyoloji, antropoloji, psikoloji gibi bilimlerin disiplinler halinde ortaya çıkışı ve bilimin kurumsallaşması iktidarın rıza üretimi için ihtiyaç duyduğu ideolojik aygıtları da vermiştir.
Feodal toplumların yok olup kapitalizmin gelişiyle birlikte ortaya çıkan “özgür” emek anlatısına benzer bir şey evlilik için de yaşanmıştır. Önceki yıllarda evlilik tutkulu bir aşkın sonucu görülmezken iktisadi işlevleri herkesçe malumdur. Kadının bedenine ve ev içi emeğine doğrudan el koyulmaktadır. Modernleşme ile birlikte evlilik artık bireylerin toplumun önceden belirlediği iktisadi işlevleri yerine getirecek bir şey olarak değil özgürce âşık oldukları biriyle mahremiyetlerini ve yuvalarını kurmak için yaptıkları bir şey olarak kurgulanmıştır. Halbuki gerçekte evlilik bireylerin farklılıklarını yansıtan özgür bir kuruma dönüşmemiş, kapitalizmin seri üretim ürünlerini andıran birbirinin tıpkısı onlarca ilişkiyi üreten bir kurum halini almıştır.
Kapitalizm ve modern toplumlarda evlilik kurumunun aldığı bu form nasıl yaygın bir pratik halini almıştır? Hangi ideolojik aygıtlar bu tornadan çıkmış gibi gözüken ilişki biçimleri için rıza üretmiştir ve rızanın üretim süreci nasıl gerçekleşmiştir?
19. yüzyılda halk arasında kafatasçılık olarak bilinen frenoloji isimli bir bilim önce İngiltere’de sonrasında ise Amerika Birleşik Devletleri’nde etkili ve popüler bir bilim dalı haline gelmiştir. Bu bilim önde gelen entelektüelleri tarafından yaygınlaştırılmış ve teoriden çok pratiği hedefleyen bir bilim halini almıştır. Frenoloji özetle insanların beyinlerinin farklı bölümlerinin büyüklüğü ve şekline göre herhangi bir kişinin hangi özellikleri ve hangi yetileri ne derecede bulundurduğunu anlayabileceğini ve bunu biliyor olmanın kişilerin kendi yaşamlarını kendi yetilerine uygun yaşamalarına yardımcı olacağını düşünmekteydi. Bu bilimin entelektüellerine göre tam da bu sebeple frenoloji insanların ulaşabildiği pratik hedefli bir bilim olmalıydı. Nitekim, öyle de oldu ve özellikle ABD’de çok güçlü bir kurumsallaşma meydana geldi.
Frenoloji genel anlamıyla insanlar arası farklılıkları anlamaya çalışmıştır. Fakat, gerçekte yaptığı şey kafatasçılık isminden de anlaşılacağı gibi ırksal ve cinsel hiyerarşileri tekrar üretip onları doğallaştırmak olmuştur.
Frenolojistler beyinde önce 8 bölümden oluşan 41 organ olduğunu iddia ettiler. Bu bölümlerden biri “evcil organlar” bölümü olarak isimlendirildi. Bu bölüme ait organların üçü tekeşlilikle ilişkilendirildi.
ABD’de, Fowler isimli soylu bir aile frenoloji alanında çok etkiliydi ve bu alanda çalışan frenolojistler için rehberler hazırlamaktaydı. Bu rehberlerden “The Illustrated Self-Instructor” isimli olanında evlilik çok önemli bir yer tuttu. Bu rehbere göre partner seçimi ve uygunluğunun ölçümü “evcil organlara” bakarak yapılabilirdi. Bu rehberde kadınlar sadece erkeklere muhtaç kimseler olarak görülmediler, aynı zamanda “evcil organlar”ının onlara verdiği zihinsel yetiler sayesinde önemli bulundular. Yani bu organlar sadece tekeşlilikle ilişkilendirilmemişti, bunun yanı sıra cinsiyetlendirilmişti de.
Fowler başka bir kitabında beyin şeklini okuyarak insanların mutlu evlilik için gerekli yetilere sahip olup olmadığını anlayabileceğini iddia etti. Fowler kitabında mutlu evlilik için üç kategori belirledi: aşka yatkınlık, yaşam boyu beraberlik ve bağlanma. Aşka yatkınlık fonksiyonu kadın ve erkek arasında aşka sebep olmaktaydı. Buna göre, aşka yatkınlık organı ne kadar küçük olursa kişinin romantik aşkı hissetme ihtimali o kadar düşüktü. Fowler, bu kategoriyi bu şekilde kurarak heteroseksüel tekeşli aşkı biyolojik bir yeti haline getirdi ve heteroseksüel tekeşli romantik aşkı doğallaştırdı. Ayrıca, evliliği aşkın doğal bir sonucu olarak kurgulamış oldu.
İlk bölümde, aile kurumunun kültürel yasayı doğallaştırarak yasaya hem meşruiyet sağlayan hem de kişileri yasanın “doğal” olduğuna ikna edip onların yasayı iradeleriyle pratiğe dökmelerini sağlayan bir kurum olduğunu söylemiştik. Doğa – kültür ikiliğinin ara yüzünde yatan aile kurumunun modern zamanlarda da aynı işlevi görmeye devam ettiğini söyleyebiliriz
Rehbere göre, bağlanma organı ise kişiyi aşk duyduğu nesneye bel bağlamaya ve güvenmeye mecbur kılmaktaydı. Yani buna göre, aşka yatkınlık tek başına yeterli değildi. Kişiler ancak iyi ölçüde bir bağlanma deneyimlerse partneri ile paylaşım ve yoldaşlık geliştirebilirdi. Rehberde, kadınların bağlanma organının daha büyük ve güçlü olduğu söylenmekteydi. Bu organ kişilere bağlanma için heves ve kararlılık vermekteydi.
Bağlanma yetisinin hem ülkeye hem de partnere sadakati sağlayan organ olduğu söylendi. Hatta daha da ileriye gidip bazı ırklarda bu organ küçük olduğu için uluslarına daha az sadık olduklarını ve çokeşli olduklarını söyledi. Böylece tekeşlilik hem cinsiyetlendirildi hem de ırklandırıldı.
Bu rehbere göre yaşam boyu birlik organı ise kişilere tüm aşkını ömrünün sonuna kadar tek kişiye vermek için istek vermekteydi. Buna göre, bu yeti iki ruhun çıkar ve isteklerini sanki tek bir bedendeymiş iç içe geçirirdi. Böylece, kişiler yaşam boyu bir kişiye bağlı kalabilirdi.
19. yüzyılda ortaya çıkmış bu bilim yaşam boyu süren tekeşli heteroseksüel romantik evlilikleri bedene yerleştirdi ve doğada kendiliğinden bulunan bir içgüdü konumuna taşıdı. Aşkın evlilik kurumunu iktisadi işlevlerinden arındırıp bireylerin özgür iradesine bıraktığı düşünülüyordu. Fakat, yukarıdaki anlatı evlilik kurumunun fikirsel altyapısını oluşturmakla kalmadı ayrıca bu tip birliktelikleri doğallaştırarak tekeşlilik kurumunu bir yönetim aygıtı haline getirdi.
Bu yıllarda Batı’da yaşanan ilerlemeler sayesinde Batı kültürü tüm dünyada hegemonyasını kurdu. Batı’da üretilmiş olan modern tekeşlilik kurumu yavaş ama sistematik bir şekilde tüm dünyaya yayıldı. Çokkarılılık Japonya’da 1880’de, Türkiye’de 1926’da, Tayland’da 1935’te, Çin’de 1953’te, Hindistan’da 1955’te, Nepal’de 1963’te yasaklandı.
Daha önceki bölümlerde ataerkinin olduğu toplumlarda var olan iki eşleşme biçiminin tekeşlilik ve çokkarılılık olduğunu söylemiştik. Batı kültürü kendi tekeşlilik kurumunu yayarken tekeşliliği çokkarılılığın karşısında ilerici, uygar ve feminist bir talepmiş gibi kurguladı. Aslında yaptığı şey ataerkinin sunduğu imkanlar içerisinde kalarak sömürgeci, heteroseksist ve kadın düşmanı modern tekeşlilik kurumunu tüm dünyaya yaymaktı. Tekeşlilik kurumu tıpkı feodal Avrupa ve Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi modern zamanlarda da yolculuğuna heteroseksist, ırkçı ve ataerkil bir yapı olarak devam etti.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: yaşam, aile, cinsellik