01/03/2022 | Yazar: Gözde Demirbilek

“Korkunun özgürlüğüm için, özgürce yaşayabilmek için yapıp ettiğim her şeyin yanı başında olduğunu görüyorum, başıma geleceklerden korkuyorum ama yine de yapıyorum, başımıza geleceklerden korkuyoruz ama yine de yapıyoruz.”

Avcının değil avın yolları - Un/Freedom: Art as Activism Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Atölyede yerel, bölgesel ve/veya küresel bağlamlarla ilişkili kişisel, toplumsal ve politik meselelere değinmek için yaratıcılıklarını farklı araçlar kullanarak ifade eden sanatçılar bir araya gelecek. Türkiye, Çin ve Sırbistan’dan toplumsal meselelerle ilgilenen sanatçılar Özgürlük/Tutsaklık başlıklı geniş kapsamlı konuya değinecek ve bu konuyu sanatlarıyla, düşünceleriyle, geçmişteki ya da şimdiki faaliyetleriyle ya da ilgi alanlarıyla ilişkilendirecekler.” (Çağrı metninden)

Sino-Nordic Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Ağı/NIAS, Helsinki Üniversitesi Toplumsal Çalışmalar Birimi ve Kaos GL & Ankara Queer Sanat Programı 21 Şubat günü dijital ortamda “Un/Freedom: Art as Activism” isimli panel düzenledi.

Etkinliğin eş organizatörlüğünü ve moderatörlüğünü Aylime Asli Demir, Xiong Jing, Dušica Ristivojević üstlendi. 

Asya Leman, Furkan Öztekin, Şafak Şule Kemancı, Zheng Hongbin, Wu Laobai, Olga Dimitrijević ve Ivana Smiljanić’in konuşmacı olarak yer aldığı etkinlik, Çince – İngilizce – Türkçe simültane çeviri desteği ile katılımcıları buluşturdu:

“Tartışmalarımızı başlatabileceğimiz bazı sorular ve sorunlar şunlardır: özgürlük, özgürlük mahrumiyetleri ve sınırları; yaratı ve yıkım olarak/aracılığıyla özgürlük; özgür/tutsak beden, duygu, zihin ve arzu; özgürlük ve kamusal-özel alan; özgürlük ve yokoluş/görünüş… Bu liste sanatçılarla ve atölyeye katılan seyircilerle tartışmayı umduğumuz temaların ayrıntılı bir listesi değildir.”

Bu biraz arayıştı aslında, başkalarının bıraktığı boşluğa dair

Panel, Ankara Queer Sanat Programı sanatçılarının konuşmalarıyla başladı. İlk konuşmacı Kasım ayında “En Hassas Yerde” sergisiyle Ankara’da izleyenle buluşan Furkan Öztekin oldu. 

Furkan, 2011’de İstanbul ziyaretiyle birlikte güncel sanat ve LGBTİ+ aktivizmiyle ilişkilenme sürecini şöyle paylaştı:

“O zamanlar Onur Haftası’ndan arkadaşlarım vardı. Oralarda sergi geziyordum. Daha sonra İzmir’e taşındım ve orada okumaya başladığımda emlak fotoğrafları biriktirmeye başladım. Kiralık ev fotoğrafları biriktiriyordum. Trans kadınların komünal yaşamı deneyimlediği direniş mekanlarını incelemeye başladım. Çevreden insanların dışlama politikaları sonucu sürgün edilmelerini, bu fotoğraflarla nasıl okuyabileceğime baktım. Kiralık ve satılık emlak foroğraflarında boşluklar oluşturmaya başladım. Bu biraz arayıştı aslında, başkalarının bıraktığı boşluğa dair. Biraz da 90’lardaki hafızayı yoklamak gibi bir şey. O sokakla birebir fiziksel ziyaretler gerçekleştirdim. Bazı dokular ya da o evleri gezerek bir şey toplayarak, bir çatı parçası mesela.” 

“2019 yılında bir araştırma yaparken Ceyhan Fırat ile çalışmaya başladım. Ben ilk kişisel sergimin hazırlığında, Bacak Bacak oyunu diye otobiyografik metni vardı. Şiir yazıyordu. Benim fotoğraflarla açtığım boşluğu onun şiirleri doldurdu. Ceyhan ile olan arkadaşlığım böylelikle başlamış oldu. 1996’daki Ülker Sokak sürgününden sonra, İsviçre’ye göç edip ve geri dönmüyor Ceyhan. Pandeminin başlarında onunla konuşurken Moda Apartmanı’nı aradık birlikte. 2018 yılında bir röportaj gerçekleştirmiştim, o röportajda ‘Tanığı olmadığın bir olayın peşine düşmüşsün, çok iyi’ denmişti. Ben de tanıklık meselesi üzerine düşünmüştüm. Bu sokağın bitki örtüsünü bir şekilde 96’da yaşananların sessiz tanığı olarak işaretliyorum. Kartpostallar ya da farkı materyallerle.”

Hem kendi hikayemizi anlatmak hem de queer arzuyu kutlamak

İkinci konuşmacı geçtiğimiz Onur Ayında; zamanı ve mekânı, bedeni, ikiliği ve normu aşan “bütün kuşlar benim bahçeme gelir” sergisi izleyenle buluşan Şafak Şule Kemancı oldu. Şafak, sergi sürecini şöyle paylaştı:

“Tekstil tasarımdan ziyade sanat üretmek istediğimi anladıktan sonra 2001’de lisans bitirme projesi olarak ilk duvar kağıdımı yaptım. Bu sunumumu daha çok kullandığım malzemelerden yola çıkarak hazırladım çünkü gerek cam gerek kumaş, gerekse hobi malzemeleri ile olsun, her ne kadar bu malzemeleri içgüdüsel olarak seçsem de bir yandan hepsi yüksek sanata bir başkaldırı özelliği taşıyor. Geçen yıl ilk defa Sınır/sız adında kuir küretöryel bir ekibin desteğiyle ilk solo sergimi açtım. Ondan önce hep grup sergilerde yer almıştım.”

TIKLAYIN - Şafak Şule Kemancı’nın queer ve feminist ekosistemi “bütün kuşlar benim bahçeme gelir” sergisi

“Duvar kağıdı aslında hep geri döndüğüm bir yöntem. Hem kendi hikayemizi anlatmak hem de queer arzuyu kutlamak ve kamusal alana çıkartarak görünür kılmak için yaptığım bir iş. Buradaki duvar kağıdının adı Esra ve Özge. Normalde işlerim hep isimsiz ama onların hikayesini anlatmak için bu işimi isimlendirdim.” 

Üçüncü konuşmacı ise Mart ayının ilk haftası Ankara'da Ka Atölye'de açılacak “Aile Cüzdanı - Livret de Famille” sergisi ile ütopik veya hayal ürünü bir resmiyet enstrümanı olarak bürokrasiyi ele alan Asya Leman oldu. Asya Leman işlerini katılımcılarla paylaştı:

“Daha çok fotoğraf ve video medyumlarını kullanarak çalışıyorum. Hükmü Yok 2018 yılında ürettigim kurmaca-belgesel türünde bir kısa film. Bu filmi çoğunluği lubunyalardan oluşan küçük bir ekiple gerilla usulü çektik. Filmde, birçok  trans öznenin gündelik hayattta maruz kaldığı şiddet deneyimlerini dinliyoruz. O zaman Türkiye’de renklerle cinsiyetlendirilmiş kimlikler kullanıyorduk. Cinsiyetlendirilmiş kimliğin gündelik hayatta kişileri ne gibi zorluklarla yüz yüze bıraktığına ve bürokratik işlerde nasıl bir psikolojik şiddete dönüştüğüne değinmek istedim.”

Aşikar  Sır ve Dönme Pedal işlerinden de söz eden Asya Leman, kolektif çalışma pratiğinin üretiminde önemli bir yere sahip olduğunu belirtti ve konuşmasını evlilik bürokrasisini kuirleştirerek, bu bürokrasiyi  bir nevi oyuna çevirdiği Aile Cüzdanı yerleştirmesinden bahsederek bitirdi.

“Bir araya gelme biçimlerimizi ve birlikte üretme biçimlerimizi de sorguladığım bir yerdeyim, teşekkür ediyorum davetiniz için.”

Özgürlüğün karşıtı nedir?

Türkiye oturumu, eş moderatörlerden Aylime Aslı Demir’in kapanış konuşmasıyla sona erdi: 

“Özgürlüğün karşıtı nedir diye zaman zaman düşünüyorum, elbette ilk aklıma gelenlerden biri tutsak olma hali. Ancak “tutsak” olmadığım halde özgürlüğü deneyimlediğimi de hissedemiyorum özellikle içinde yaşadığım coğrafyada. Muhtemelen LGBTİ+ olma halinin “yasaklanmadığı” ancak LGBTİ+ olarak yaşamanın her alanının kuşatıldığı bir coğrafyayı deneyimlediğim için. Bu nedenle bazen özgürlüğün karşısına korkuyu koyabileceğimi düşünüyorum. Ama sonra korkunun özgürlüğüm için, özgürce yaşayabilmek için yapıp ettiğim her şeyin yanı başında olduğunu görüyorum, başıma geleceklerden korkuyorum ama yine de yapıyorum, başımıza geleceklerden korkuyoruz ama yine de yapıyoruz. Dolayısıyla yine bir ikilikten uzaklaşıyorum. Ve eskiden sloganlarımızın keskinliğini anımsıyorum, "Ya sosyalizm ya barbarlık" ya bir şeyler ya ölüm. Ama yaşam artık hissediyorum ki böylesi keskin ayrımlarla kavranmaktan çok daha katmanlı ve çok daha renkli”.

“Özellikle sizler sanatsal pratiğinizde özgürlüğe dair, özgürlük alanlarındaki normativiteye dair, ya da tamamen dışarıda bırakmaya alışık olduğumuz durumlar ve konuları yeniden düşündürüp, oralardan farklı direniş pratikleri devşirmeye çalışan sanatçılarsınız.”

“Sanatsal pratiğinde normativiteye dair, konuları yeniden düşündürüp oralardan farklı direniş pratikleri geliştiren sanatçılarla birlikteyiz. Bir aradalığımız, duygu yaratma kapasitemiz ve malzemeyi farklı okuyor oluşumuz.”


Etiketler: kültür sanat
İstihdam