22/03/2018 | Yazar: Kaos GL

’İnsan nedir’ sorusuna türcülük karşıtı yaklaşımların cevabı, insanın bahşedilen bir kategori olduğudur.

Benim de insan arkadaşlarım var! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

'İnsan nedir’ sorusuna türcülük karşıtı yaklaşımların cevabı, insanın bahşedilen bir kategori olduğudur.

İllüstrasyonlar: Vita Sleigh

N. Ezgi Oral’ın bu yazısı Kaos GL Dergi’nin 158. Sayısı “Türcülük” dosyasında yayınlandı.

Kimileri o kadar anlayışlı, hoşgörülü ve özgürlükçüdür ki, çeşit çeşit renk renk insanlarla arkadaşlık yapmaktan, hatta bunu beyan etmekten çekinmezler. Eşcinsel arkadaşlarınız varsa homofobik olma imkânınız yoktur. Bu ülkede hiç kimse benim de Türk arkadaşlarım var deme ihtiyacı duymaz ama Kürt arkadaşının varlığının altını çizme ihtiyacı duyar. Ayrımcılık kötüdür çünkü Ermeni bile olsa insan insandır… Peki, insanların tümü gerçekten insan mıdır? Bu yazının temel sorusu bu olacaktır ve insan kavramının gerçekten biyolojik olarak insan olan herkesi kapsayıp kapsamadığı tartışılacaktır. 

İnsanın hayvandan insana evrilmesini inceleyen literatür oldukça geniş. İnsanın nasıl insan olduğunu anlatma gayretinde olan bu eserler, homo sapiens türünün biyolojik evrimini incelemezler. Çünkü insan kategorisinin kendisi, biyolojik bir türe işaret etmez. Biyolojinin dolayısıyla doğallığın arkasına gizlenerek, örtük ya da açık bir biçimde kastedilen kültürel bir varlık olarak insan topluluklarıdır. Başlangıçta sıradan bir hayvan olarak ortaya çıkan homo sapiens, zamanla, tüm dünyanın hâkimi haline gelmiş ve böylece insan olabilmiştir. Bunun sebepleri üzerinde bir uzlaşı söz konusu değildir; kültür, kolektif emek, zihinsel kapasitenin imkânlı kıldığı tahayyül edebilme, alet yapabilme yetisi, fizyolojik avantajlar; insana, doğaya hayvana kısacası insan olmayanlara hükmedebilme becerisini kazandırmıştır. İnsan, doğası gereği eşitlikçi ya da rekabetçi kabul edilebilir. Ataerki, insan biyolojisinin kaçınılmaz bir çıktısı ya da insan doğasına ve biyolojisine aykırı bir toplumsal örgütlenme biçimi olarak savunulabilir. Tüm bu görüşler birbirine karşıt görünmekle birlikte, anlaştıkları temel perspektif, aynı biyolojik türün, bir hayvandan ‘insan’a evrilmesinin arkeolojisinin oluşturulması çabasıdır. Bir hayvan türünü  insan yapan, inşa etmeyi başardığı kültürüdür. İnsan bu kültürel iklimin ürünüdür, bunun oluşmadığı koşullarda insanın henüz hayvandan bir farkı yoktur. Örneğin insanı insan yapan yani hayvanlardan ayıran en önemli niteliklerinden birisi, ahlak normuna sahip oluşudur. Bu noktada, her toplulukta kimlerin kimlerle cinsel ilişki kurabileceğine yönelik çeşitli kural ve tabular bulunmaktaysa ve bu insanın hayvandan farkını ortaya koyan temel niteliklerden biriyse, bu ahlaki normlara uymayı kabul etmeyenler, temel ahlak kriterlerinden yoksun, hayvani güdüleriyle hareket eden ‘güruh’lar olarak görüleceklerdir. Çünkü insanların hayvani güdüleri vardır ve insan sıfatını hak edebilmek için bu güdülerini kontrol edebilmeleri gerekmektedir. Zincirleme bir biçimde geriye doğru gidilirse, insanın kültürünü inşa edenin ne olduğu sorusu araştırmacıyı, fiziksel ve zihinsel kapasiteye yani anatomik farklılıklara götürecektir. Anatomik farklılıklardan anlaşılan, biyolojik cinsiyet ise, anatomik bunun ataerkiyi kaçınılmaz kıldığı yaklaşımına göre, anatomik farklılıkların doğallığı ölçeğinde, fiziksel açıdan avantajlının, dezavantajlı üzerinde tahakküm kurmasının doğal olduğu sonucuna varılabilir. Örneğin, fiziksel olarak güçlü olan erkek hayati önem taşıyan avlanma görevini üstlenecektir, avlanma etkinliği sayesinde, strateji kurma ve örgütlenme becerisi kadınlardan daha üstün olacaktır. Dolayısıyla hem zihinsel hem de fiziksel kapasitesi daha gelişkin olan erkeğin, kadın üzerinde kurduğu tahakküm, son derece doğal bir durum olarak görülecektir. Böylece, kültürel cinsiyet rollerinden doğan, öğrenilmiş tahakküm ilişkileri, insan doğasıyla ‘bilimsel’ olarak meşrulaştırılabilir. Aynı izlek takip edildiğinde, sözüm ona daha gelişkin bir medeniyetin, sözüm ona daha geri olanın üzerinde tahakküm kurması, onu ‘gütmesi’ doğal olarak kaçınılmaz olacaktır. Irkçılık ve cinsiyetçilik söz konusu olduğunda, benzer yaklaşımın üretilmesinde ortaya çelişik bir durum çıkmış gibi gözükmektedir. İlkinde fiziksel kapasite farkının doğal bir çıktısı olarak kültür meşrulaştırılırken, diğerinde kültürel gelişkinlikten doğduğu öne sürülen zihinsel kapasite farkı, bu sefer fiziksel kapasite farkını önemsiz hale getirmektedir. Aynı anda, ırk ve cinsiyetleri/cinsel yönelimleri, hiyerarşik bir biçimde kategorize eden bir araştırmacı, paradoksal bir biçimde, birbiriyle çelişen iki önermeyi savunabilir. Bu seçici körlüğün[1] temel sebebi, araştırma nesnesi kendisi olan sosyal bilimcilerin, öncelikle, kendi kültürel, ideolojik, cinsel aidiyetleri doğrultusunda ulaşacakları sonucun ne olabileceğine dair bir yargıya sahip olmalarıdır. Elde edilen veriler, bu yargılar lehine yontularak işlenir ve yorumlanır. Ayrıca, tahakküm ve eşitsizliği meşru gören bir yaklaşım her zaman bilimsel ispat kaygısı taşımayabilir. Irkçı, cinsiyetçi, homofobik, sınıf düşmanı bakış açıları, salt bilimi değil kimi zaman dini, milliyetçiliği, iktidarın resmi ideolojisini de seferber edebilirler; ancak insan olan ve insanın ötekisi olarak hayvan olan ikiliği işlemeye devam eder. [2] Her iktidarın bir “ideal insan” kategorisi ve bu kategoriye dâhil olabilmek için yüklenilmesi gereken, etnik, dini, cinsel, ideolojik normlar vardır. Bu normlardan uzaklaşıldığı ölçüde, insanın, insanlık niteliği eksilir; yani insan, insan olmaktan uzaklaşarak, hayvanlığa daha fazla yaklaşır. Aksi durumda ise, normlar üstlenildiği ölçüde, insan olmaya o kadar yaklaşılır. Kişi, insanın diğer türlerden farklı olduğu için hak ettiği ‘insani muamele ’ye, bu yaklaşma ve uzaklaşma ölçüsünde o derecede de layık görülmez veya görülür. İnsan olan ‘biz’ kategorisi ile insanın ‘öteki’si yani insan olmayan arasındaki ayrım bu şekilde kurulduktan sonra, insanlıktan uzaklaşma öyle bir noktaya gelebilir ki, söz konusu kültürde hangi hayvanlar olumsuz içerimlere sahipse, bu ‘insanlar’ türdeşleri tarafından bu hayvanların kategorisinde tasnif edilirler. Öyle ki onlar, artık insan olarak nitelendirilmeyi dahi hak etmeyebilirler. Bahsedilenler, insan olmaktan uzak, bir avuç it, domuz, koyun, yılandırlar. Bu tasnife göre de mesela bir ölüm halinde, ölüleri bir gömü törenini bile hak etmeyecektir. Çünkü söz konusu olan vefat etmiş bir insanın cenazesi değil, gebermiş bir hayvanın leşidir. Bu ayrım; yani biyolojik olarak insan türüne ait canlıların hayvan olarak nitelendirilmesi, insan kategorisinin kapsayıcılığının sorgulanmasına neden olur.

İnsan nedir? İnsan doğulur mu yoksa insanlık olunan/ bahşedilen bir statü müdür? Bu soruya türcülük karşıtı yaklaşımların cevabı, insanın bahşedilen bir kategori olduğudur. Bu cevap ve cevabın gerekçelendirilmesi ise, türcülük kavramının anlaşılması için kritik bir önem taşımaktadır. İnsan kategorisinin, sanıldığı kadar tarafsız değildir ve tüm homo saphiens türüne ait canlıları kapsamamaktadır. Öte yandan, bu kavram tüm saphiensleri kapsasa bile ayrımcı olmaya devam edecektir. Linda Birke, biz ve öteki kavramının, uygarlığın kurucu unsuru olduğunu, Batı medeniyetinin düşünce sistemi üzerinden serimledikten sonra, bu yaklaşımın hayvanlar söz konusu olduğunda türcülük, kadınlar söz konusu olduğunda ise cinsiyetçilik olarak ortaya çıktığını öne sürmektedir. Yazar, Plumwood ve Pagani’ye referansla, biz ve öteki kavramlarının, insan olan ve insan olmayan olarak biçimlendiğini ve böylece sömürü ve tahakkümün normalleşmesi mümkün olabildiğini iddia etmektedir. Yazar için, fark kavramının inşası üzerinde dururken, insan olmayanları ‘öteki’ olarak adlandırmak ironiktir. İnsan kesinlikle nötr bir kategori değildir, aksine yüksek oranda cinsiyetçi ve radikalize edilmiş bir kategoridir.’[3]

İnsanlar arası ilişkilerde, ayrımcılığa dayalı sömürü ve tahakküm ilişkilerinin kabul edilemez bulan yaklaşımlar da, türcü oldukları sürece karşı tarafın argümanlarını yeniden; ancak bu kez tersinden üretmekten öteye gidememektedirler. Ayrımcılık karşıtı tezler, cinsiyetçiliğin, ırkçılığın mantıki bir temeli olmadığını öne sürerken, esasta ayrımcılığı olanaklı kılan tezlerin geçerliliğini kabul etmektedir. Yazının başlığından hareketle, ötekileştirilen insanların, insanlık kavramının kendisine yönelik bir itirazları yoktur. Sadece, bu insanlık kategorisine bir ‘de/da’ takısı ile dâhil olmak isterler.   Kadınlar da, ötekileştirilmiş kimlikler de insandır; çünkü erkeklerle, ‘makbul’ kimliklerle aynı zihinsel kapasiteye sahiplerdir. Bunun muhafazakârlığı meşrulaştıran varyasyonlarında, ahlaksızlıkla suçlanan ‘insansı’ kategoriler, en az ‘makbul’ler kadar ahlaklı olduklarını ispata girişir. Oysa insan ve insan olmayan diğer türlerin tümü için tahakkümün sömürünün reddi talebinin, anatomik veya ahlaki kapasiteyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Peter Singer, bu durumu şöyle tarifler: ‘Eşitlik iddiası; zekâ, ahlaki kapasite, fiziksel güç ya da buna benzer olgulara bağlı değildir. Eşitlik, olguların basit bir sınıflandırılması değil, ahlaki bir idealdir. Çıkar ve ihtiyaçlarını tatmin etmemiz söz konusu olduğunda, iki insanın yeteneklerinin olgusal farklılığından dolayı, farklı derecelerde önem vermemizin hiçbir mantıklı açıklaması yoktur.’[4] Dolayısıyla, türcü bakış açısının ürettiği ben ve öteki, yani insan ve onun ötekisi olarak kurulan hayvan ikiliğinde insanın, insan ol(a)mayan hayvanlara tahakküm kurmasını, kendi çıkarları için nesneleştirmesini meşru kılacak hiçbir mantıki açıklama da bulunmamaktadır.  

Sonuç olarak, türcü bakış açısına göre, insanı insan yapan, doğaya hayvana kısaca insan olmayana hükmedebilme kurma becerisidir. İnsan olmak biyolojik değil, toplumsal ve kültürel bir kategoridir. İnsan, üstün nitelikleri sayesinde diğer canlıların sahip olmadığı hak ve ayrıcalıklara sahiptir. Ancak herkes ‘tam’ bir insan değildir; yani insan kavramı kurgusal, içi doldurulabilir/değiştirilebilir bir kavramdır. Ek olarak bu kavram, birleştiren değil, dışlayan bir kategoridir. Türcülük karşıtlarına göre ise, insan merkezli –türcü- hiçbir özgürlük mücadelesi eleştirdiğine dönüşmekten kurtulamaz. Tüm ayrımcılıkların temeli, insanın insan olmayanı algılayışında aranmalıdır.    

[1] Kavram için bkz Sally Slocum, Toplayıcı Kadın: Antropolojide Erkek Önyargısı, Rayna R. Reiter(ed.), Kadın Antropolojisi, içinde syf 37-53, Dipnot Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2014. 

[2] Konu üzerine ayrıntılı bilgi için bkz. David Farrel Krell, Derrida and Our Animal Others, İndiana University Press, 1. Baskı, İndiana, 2013.

[3] Ayrıntılı Bilgi için bkz: Liynda Birke, İntimate Familiarities? Feminism and Human Animal Studies, Society and Animals, 10(4): 429-436, 2002.

[4] Ayrınıtılı Bilgi için bkz: Peter Singer, All Animals Are Equal, http://spot.colorado.edu/~heathwoo/phil1200,Spr07/singer.pdf

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

Kaos GL Dergi'yi online okuyabilirsiniz

Dergiye; online aboneler dergi websitesinden ulaşabilir. Basılı halini edinmek isteyenler ise kitapçılardan yeni sayıyı satın alabilirler. Dergiyi internetten satın almak için ise Notabene yayınları ile iletişime geçebilirsiniz. 


Etiketler: yaşam, ekoloji
İstihdam