02/12/2010 | Yazar: Kaos GL

Erkekliğin Gölgesinde Söyleşileri'nden Aksu Bora'nın 25 Eylül 2010 Cumartesi günü Kaos Kültür Merkezi'nde gerçekleştirdiği "Toplumsal Cinsiyet ve Er

Erkekliğin Gölgesinde Söyleşileri'nden Aksu Bora'nın 25 Eylül 2010 Cumartesi günü Kaos Kültür Merkezi'nde gerçekleştirdiği "Toplumsal Cinsiyet ve Erkeklik" başlıklı sunumunun deşifresini yayınlıyoruz:

Erkekler nerede devreye girdi, işte aşağı yukarı Türkiye’yi düşünürsek 10-15 yıllık bir tarihi var çok eski değil dünyayı düşünürsek de çok eski değil, 70lerin sonuna kadar filan diye geçiyor biliyoruz. Orda peki nasıl toplumsal cinsiyetin erkekleri de içeren bir kavram olarak kullanılmaya başlamasını nasıl bir karşılığı vardır mağduriyet üzerinden?
 
Patriarko sadece kadınları değil erkekleri de ezer, bazı erkekleri çok fena ezer ama iktidar sahibi olan erkekleri de bir şekilde mağdur eder. Erkek olmanın ne kadar zor bir şey olduğunu iktidar sahibi bir erkek olarak da heteroseksüel veya Türk Türkiye için söz konusu olsa Sünni bir erkek olmanın kendisinin de ne kadar zorluklar içerdiğini cinsiyet ilişkilileri bakımından düşünürsek bu yanlış bir şey değil. Ama mağduriyet kendi başına politika yapmak için çok iyi bir kalkış noktası gibi görünmüyor bana. Hak üzerinden gidersiniz ve bir hak mücadelesi yaparsınız ve bu asla küçümsenebilecek bir şey değil. Ne kadar hayati olduğunu biliyoruz. Ama yeterli olmadığını da hiç unutmamak lazım yani bu mağduriyet ve hak mücadelesi kendi başına bir şey bir politikanın zeminini kurmak için yeterli bir şey değil.
 
Peki, nerden bakmak lazım? Tekrar dönersek aslında erkeklik meselesine erkekliğin bu dünyanın ve modern toplumun ve özel olarak modern toplumun olarak ve modern toplumun kurucu ilkesi olduğunu düşünüyorum. Biraz moderniteden bahsederek bunu ne demek istediğimi açmaya çalışayım.
 
Freud’un bu totem ve tabu hikâyesini bilirsiniz değil mi? Aslında modern toplumu anlatır. Bir yerlerde bir kabile varmış, modern toplumu anlattığını söylemez ama Freud biliyorsunuz modernitenin en büyük ideologlarından biridir en önemli isimlerinden biridir modern düşüncenin. Bir yerlerde bir kabileden söz eder ve bu kabilenin babası vardır bütün kadınlar ona aittir ve kabiledeki genç erkekler babaya baş kaldırırlar. Yavaş, yavaş öfkeleri çıkar kadınları paylaşmak isterler çünkü öfkeleri doruğa çıkar babayı öldürürler yerler ve babayı yemek aslında onu gücünü kendi içine almak demektir ve bununla birlikte erkekler erkek kardeşler babanın oğulları olarak kendi aralarında bir sözleşme yaparlar kadınların nasıl paylaşılacağına ilişkin. Ama aynı zamanda duydukları suçluluk o kadar büyüktür ve babanın kaybıyla ilgili sıkıntıları o kadar büyüktür ki onu bir totem haline getirirler. Totemin hem dokunulmaz olması hem de özel törenlerde yenen bir şey olması biraz bu ritüelleri filan düşünürseniz bununla ilgili.
 
Şimdi bunun modernite ile ne alakası var? Modern toplum dediğimizde işte Kant ne diyordu? Modern insan aydınlanmış insan erginliğe erişmiştir yani aklıyla hareket edebilen kendi sorumluluğunu üstlenebilen ve verdiği kararların sorumluluğunu da üstlenebilen dolayısıyla da özgür biridir daha önce olmadığı biçimde özgür biridir. Modern insan böyle bir şeydir. Modern insan aynı zamanda kaygılı biridir çünkü eğer bir baba yoksa kararları sizin adınıza verecek size doğruyu ve yanlışı gösterecek. Siz veriyorsanız özgürlüğün bedeli biraz böyle birşeydir. O zaman aslında biraz zor bir durumdur. Hem babaya özlem duyarsınız hem ondan nefret edersiniz hem onunla sürekli hem yokluğu hem varlığı problem olan biridir. Modern toplum aslında biraz bu kaygıyla ve bu çelişkiyle kurulmuş birşey. Erkek kardeşler arasında bir sözleşme ve bir anlaşma üzerinde duran birşey.
Şimdi böyle baktığımız zaman tabi Freud un söylediği şeyin gerçeklikteki karşılığı ne gibi meselelerine hiç girmeden gidilmesine bunun çok fazla bir anlamı olduğunu düşünmüyorum tartışmanın ama modernizeyi böyle kurguladığımız zaman erkekliğin orda nasıl temel bir yerde durduğunu görebiliyoruz.
 
Modern toplumda erkeklik ilkesi erkek kardeşler arasında kurulan ve bu ilişki sebebiyle çok temel bir yerde. O yüzden de cinsiyet ilişkileri ikincilleştirilebilir. Öncelikle diyelim ki karnımızı doyurmak işte sendikal haklarımızı almak her neyse iş bulmak filan gibi meseleler ondan sonra biraz daha özel hayatla ilgili bir cinsiyet değinecek birşey değil tam tersine üzerine özel hayatla ilgili değil basbayağı da toplumun bütün, bütün her yeriyle alakalı birşey haline geliyor. O sözleşme çünkü kadınlara karşı erkekler arasında yapılmış ve bu erkekleri de aslında kardeşler olarak babanın oğulları olarak belirli yerlere yerleştirmiş tanımlamış bir sözleşme.
 
Moderniteye farklı farklı yerlerden bakabiliriz. Nasıl bir dünya yaratmaya çalıştığını düşündüğümüz zaman hem zihinsel olarak hem de maddi yapılar olarak baktığımız zaman aslında mesela modernite dediğiniz zaman yuvarlaklardan vazgeçip dikeyliklere doğru gidildiği düz çizgilere doğru gidildiği tarihin mesela dümdüz birşey olarak düşünülmeye başladığı aydınlanmadan. Sonra binaların gotikte biraz öyleydi ama modern mimariyi düşündüğünüz zaman böyle yukarıya doğru giden binalar kurmaya başladığı insanların.
Bütün hem sanatın hem hayatın düzlük üzerine gittiği birşey kategorize etmeye çalıştığı modern insan aslında böyle birşey. Kendi aklı ile dünyanın işleyişi arasında bir bağlantı kurduğu için dünyanın işleyişi benim aklıma uygundur. Benim aklım zaten dünyanın işleyişine uygundur bir akıl aslında dünyayı ben kavrayabilirim anlayabilirim ve evet budur zaten diğer bir akımdır. Kategorize eder kendi arasında 3 e ayırır 5 e ayırırı onları da alt bir şeylere ayırır böyle bir sistem kurar ve bu sistem çok akılcıdır, çok rasyoneldir dolayısıyla bu böyle olduğu için de hem çok fazla şiddet içerir hem çok fazla şeyi dışarıda bırakır. Dışarıda bırakabilmesi için zaten şiddet içeriyor olması gerekir.  Burada da erkekliğin ne kadar kurucu bir yerde durduğunu görüyoruz. Yuvarlaklıktan çok kadınlarla ilgili bir şeydir birde şu işaret vardır,  “ibnelik işareti” olarak.
 
Şimdi bizi hepimizi bu kadar dışarıda bırakan ve bizi sadece dışlamak değil ama modernite dışarıda bıraktığına dahi bir yer açar, bir isim verir, sadece dışarıda bırakmakla yetinmez o zaman çünkü eğer özgür olabilirdik onunla ilgili. Toplum dışı olma modernite öncesinde bir özgürlük alanıydı. Böyle bir şey  var kentlerde diyelim ki. İşte o şeyin büyük şairin adı neydi ? Bodler’in kaçıp gittiği yerler ressamların kaçıp gittiği yerler toplum dışı insanların dolayısıyla da modernitenin hala en üst erişemediği yerlerde yaşayan insanların yaşadığı yerlerdir ve bir özgürlüktür mükemmel olarak görülüyordu. 
 
İşçi hareketlerin başladığı ve işte sendikaların örgütlendiği anarşist hareketlerin başladığı yerleri düşünecek olursanız çok böyle yerlere gidilebilir. Ama toplum giderek modern dünyada her yeri içeren her şeyi ve hepimi içeren birşey haline geldikçe yani kadınları da eşcinselleri de travestileri de transseksüelleri de yani herkesi içeren birşey haline geldikçe bizim dışarıda kalarak özgür olma imkânımız, ihtimalimiz ya da umudumuz zaten tamamıyla ortadan kalktı. Bize bir hüküm veriyorlar. Bu hüküm zaman içinde değişebiliyor farklılaşabiliyor. Farklı toplumlarda farklı şeyler görebiliyoruz İsimlendirmeler bu adlandırma meselesi çok temel önemli birşey ama hep içerdeyiz. Ve o içerdeliğimiz de son derece biçimlendirilmiş birşey.  O yüzden de cinsiyet dediğimizde ya da erkeklik dediğimizde sadece erkekleri ilgilendiren ya da kadınlarla erkekler arasındaki ilişkileri ilgilendiren birşeyden söz etmiyoruz.
 
Modern toplum aynı zamanda bütün bu şiddetiyle barındırdığı şiddetle hem insanın insana şiddeti hem insanın doğaya şiddeti dünyaya şiddeti olarak düşündüğümüzde ciddi bir kriz barındırıyor içinde başından beri bir kriz vardır. Mesela bu krizin değişik şeyleri var görüntüleri başka yerlerde başka biçimlerde görebilirsiniz. Bunun ilk örneklerinden bazıları modernitenin doğuşundaki ressamlardır. İlk o diyelim ki isimleri çok. Kaygı, zaten modern felsefenin çok temel şeylerinden biri. Bu tesadüf değil çünkü modern insan nevrotik bir insandır kaygılı bir insandır sadece erkek için değil kadın içinde aynı şey geçerli. 
Erkeklik bu toplumun kurucu öğesidir derken bunun taşıyıcısının sadece erkekler olmadığını  hatırlamak lazım hepimiz bunu değişik biçimlerde taşıyıcılarıyız. Onu taşıdığımızı fark etmek onunla başa çıkmak onunla uğraşmak ve değiştirmeye çalışmak siyasi birşey. Hipnotize olduğumuz zaman ancak başka türlü davranabilir hale gelebiliyor yoksa kendi akışına bıraktığımız zaman hem kadınlar hem erkekler   fikrin  taşıyıcılarıyız. Modern toplumun bu kadar kaygı dolu bu kadar nevroz üreten bir toplum olması da erkeklikle ilişkili birşey.
 
Geçtiğimiz sene 2009 da Zeynep Ergu’nun bir kitabı yayınlandı. Hiç okuyan oldu mu bilmiyorum “Erkeğin Gittiği Yer” diye. Türkiye’de yayınlanmış üç tane önemli roman, Kar Orhan Pamuk , Amak İhsan Oktay Ömer, Baba ve Piç-Elif Şafak’ın. Bu üç kitap üzerinden Türkiye’nin nasıl bir erkeklik krizinde olduğunu anlatır. Sadece Türkiye de değil aslında özellikle o hızlı değişim dönemlerinde hızlı alt üst oluş dönemlerinde mesela 70’ler Türkiye’si mesela 90lar Türkiye’sidir ki bu o kitapta ondan bahsediliyor. Yahut da Viktoryen dönemden bir sonraki döneme yani 19. Yy sonlarında 20 yy’a doğru gelirken diyelim ki İngiltere toplumu için düşündüğümüzde bu tür durumlarda  çok ciddi erkeklik krizinden bahsedildiğini görüyoruz.
 
Bu erkeklik krizi sadece erkeklerin yaşadığı bir bunalım ondan sonra duygusu filan değil bas baya toplumu belirleyen toplumdaki şiddeti arttıran ve insanların arayışlarını belirleyen biçimlendiren bir kaygı olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye için düşünürsek Tanzimat romanları işte cumhuriyetin ilk dönemi romanları işte Yakup kadrinin yazdıkları şöyle bir hafızanızı yoklayıp hatırlarsanız, hep bir kaygının olduğunu ve bu kaygının büyük ölçüde kadınların denetlenmesi gerektiğine ilişkin bir takım çözümlerle yatıştırılmaya çalışıldığını görüsünüz.  Yani bu iffet meselesi sadece bir takım adamların karılarına sahip çıkma arzusu ile ilgili birşey değildir toplumu düzenleme ilkesidir namus.
 
Toplumun raydan çıkması düzensizleşmesi ve artık o modernitenin bize söylediği herkesin yeri belli kategoriler belli kadın şudur erkek budur ara formlar diye birşey olamaz. Modernlik böyle birşeydir. Ama bunu söylerken onlarla karşılaşmak onlarla yüzleşmek zorunda kaldığı her an çok ciddi krizle yüzleşmesi gerekiyor aynı zamanda kendi kriziyle de yüzleşmesi gerektiğini görüyoruz. Mesela Yakup Kadri’nin geçenlerde bir yazı için baktığım zaman beni acayip çarptı daha önce fark etmediğim birşeydi bu.  Ankara kitabında Ankara kitabı iç bölümden oluşur ilk bölüm işte bu Osmanlının yıkılışıdır nasıl bir şey var böyle bir çürüme var yozlaşma var işte yabancılarla işbirliği yapıyor İstanbul’dakiler falan kiralık konaktakine benzer. Ondan sonra bir geçiş dönemi cumhuriyet kurulmuş ama hala Ankara’da birşeyleri kurtarıyorlar İstanbul  berbat . Sonra bir ütopya anlatır cumhuriyet kurulmuş henüz gelmemiş bir zamanda anlatır. 20 yıl geçmiş ve bir kadın üzerinden anlatmış. Selma diye bir kadın üç ayrı koca vardır, her üç dönemde bu Selma’nın evlendiği. Şöyle bir şey söylüyor 3. bölümde sürekli olarak  bir defa değişiklikten ve sıhhatten işte bir stadyumda toplanan gençler cumhuriyetin 20.yılını kutlayacaklar sağlıklı bedenleri var gürbüzler bilmem ne bilmem ne. Kıskançlık duyduğu bir kız var kocasının çünkü ilgilendiğini düşündüğü genç bir kız Yıldız diye. Çok sportif hem sporla hem tiyatroyla uğraşan çok akıllı ve (anlaşılmadı) bir kız. Modern bir kadın ama bir kadın değil aslında., Uzaktan baktığın zaman onun yıldız olduğunu anlaması aslıda mümkün değildir. Sadece başını belli bir türle eğdiğini gördüğünde onu tanıdı ki Yıldız. Aslında bir oğlan çocuğundan hiç bir farkı yoktu. Ne bir göğüs bunu tam böyle söylüyor. Ne göğüs ne kalça hiç birşey yoktu ve adete yunan heykellerindeki hermafroditaya benziyordu diyor. Bir ideal olarak bunu söylüyor yani bir oğlan çocuğu aslında cinsiyeti olmayan kadın olmayan doğurmamış bir şekilde doğurması da zor meme yok kalça yok falan ve bir ideal. Kocası Yakup kadrinin temsilcisi romandaki erkek olarak çizilmiş. Sonra Selma düşünüyor doğru diyor yani bu hız ve ileriye doğru gitme aslında bu toplumun gerekli olan şeyi budur ve ben aslında hiçbir zaman temiz bir genç kız olmadım ki. Cerahatli bir çıban gibi işleyen bir cinselliğim vardı diyor. Cinselliğin cerahatli bir çıban gibi bir şey olması fikri korkunç bir fikir takdir edersiniz ki. Oysa neyi anlatmaya çalışıyor. Burada bir aslında Türkiye’de Türkiye cumhuriyetinin ve Türkiye modernleşmesinin aslında kuruluşunda Yakup kadri bildiğiniz gibi çok önemli bir adam. Onun sözleri sadece kendine ait sözler değil cumhuriyetin eğitimin çok benimsediği çok beğendiği filan bir adamdır.
 
Arzu neleri içerir ve neleri dışarıda bırakır şöyle bir hayal etmeye çalışalım. Pek çok şeyi dışarıda bırakıyor. Bir defa hazzı dışarıda bırakıyor. Haz yani cinsel hazdan söz ediyorum. Cinsellik cerahatli bir şekilde işleyen birşeyse eğer hani spor yapalım sağlıklı olalım işte çocuk sahibi de olmak lazım ama filan gibi böyle son derece muhafazakâr aslında. Kendi açısından muhafazakar değil. Çünkü, biliyorsunuz dinle çok mücadele ettiler bunlar. Geleneksel toplumla çok mücadele ettiler ama başka türlü bir muhafazakarlığın nasıl kurulduğunu ve bunun da nasıl büyük bir kaygı ile ilgili olduğunu cinsellikten korktuğunu. Cinsellikten korktuğu zaman onun yarattığı erkek nasıl birşey olur nasıl bir erkektir bu ve nasıl bir kadındır aynı zamanda da. Eşcinsellikten aslında hiç söz etmiyor. Modern öncesi toplum aslında eşcinselliğin daha rahat yaşandığı bir toplum. Çünkü modernlikte işte böyle kadınlar vardır erkekler vardır ve cinsel ilişki dediğin şey kadınla erkek arasında zaten amaca yönelik birşeydir diye kurarken arkasında koskoca bir tarihi bırakır. Arkasını döndüğü koca bir tarih vardır.
 
Eşcinsel ilişkiyi birileri eşcinsel yaftası yapıştırmadan da pekala ve çok hani sıradan doğal şeyler olarak yaşanırken moderniteyle birlikte geride kaldı ve bu şeyin cumhuriyetin bunu bu kadar hızla geride bırakma arzusu yok sayma üstünü kapatma mümkünse yok etme arzusu da çok bu kaygılarla ilgili birşey. Homofobi dediğimiz şey de aslında esasen erkeklik krizi ile bağlantılı olarak düşünmemiz gereken bir şey zannediyorum.
 
Kurtlar vadisini seyreden var mı içinizde? Ben alay konusu olacak kadar sürekli izliyorum. Arkadaşlarımın alay konusu olmayı göze alacak kadar. Hem bir şekilde beni cezp ediyor itiraf edelim, hem de ne söylediklerine bakmak istiyorum önemsiyorum. Neden dolayı? Benim öğrencilerim toplanıp her Perşembe akşamı erkek öğrencilerim bir arada onu seyredip ertesi gün onu konuşuyorlar. Şimdi bir de ezel çıktı. Ezel’i de aynı şekilde seyrediyorlar. Ne diyor orda diye baktığım zaman müthiş bir erkek dünyası aslında görüyorsunuz. Ama yani bu homososyallik, homoerotikliği de aslında pekala içeriyor şimdi bir fark etmişinizdir herhalde. Polat Alemdar’ın Abdü’reye bakışları yani pek safiyane bakışlar değildi. Hakikaten şimdi nasıl anlatacağım bilmiyorum ama aynı masada otururken böyle böyle yani Abdürey yüzünden karısıyla papaz oldular ve karısı Abdülü vurdu. Şimdi hikayenin önünde aslında başka birşey var. Şimdi Abdüle kızın babasını vurmuştu filan diye böyle birşey ama gerisinde gerçek erotik ilişkilerinin erkeklerin arasında yaşandığına dair çok ipucu veriyor bize.
 
E peki çocuklar niye bu diziyi seyrediyorlar? Sormak ihtiyacı duyuyorsunuz burada bunu görmüyor olabilirler mi? Mümkün mü? Üstü kapalı olarak tabi ki görüyorlar ama asla bunun adını koymazlar. Ne kendileri koyar ne de siz koyduğunuz zaman izin veririler ama var. Şimdi burada böyle bir cazibe merkezi var. Erkekler arası ilişkinin yarattığı bir tür cazibedir.
 
Kadınlar ne olarak var kurtlar vadisinde? Aslında yoklar, çok negatif figürler. Bir tek pozitif figürler var o da bir anne. Polat alemdarın annesi cinsiyetinden tamamıyla arınmış. Yani şu kadınların cinselliği ve cinsiyeti meselesinden bir kaçınabilseler aslına yani her şey çok daha rahat ve iyi olacak gibi görünüyor. Bir yanda böyle bir cazibe var. Ama biryandan dehşetli bir korku var. Şimdi sürekli erkeklikten söz ediyorlar. İşte racon kesme erkeklik işte şeyine mekanına çökme adamı vurmak demiyorlar da ne diyorlar ? Topuğuna sıkmak,kafasına sıkmak sürekli bir racon şeyi. Böyle bir dili var sürekli erkeklikten söz ediyor. Ama o kadar çok söz edilen birşeyin çok fazla problemli birşey olduğunu her zaman fark etmeliyiz. Birşeyden çok söz ediliyorsa orda bir sorun vardır o sağlam birşey değildir. Bugün Türkiye’de de bence aslında bütün olan biten sadece bir örnek. Bir sürü başka şey, Zeynep Ergun’un yaptığı gibi baya iyi edebi şeylerde metinlerde de görebiliriz. Ciddi bir erkeklik krizinin yaşanmakta olduğunu ve bu şiddetinin sadece eşcinsel bireylere ya da transseksüel bireylere yönelik şiddeti kastetmiyorum toplumun her yerini saran büyük bir şiddetten bahsediyorum. bu şiddetin de bu krizle çok yakından ilişkili olduğunu düşünüyorum.
 
Militarizm milliyetçilik her yerde pörtleyen futbol maçlarından tutun işte askere çocukları uğurlarken her yerde her yerde karşımıza çıkan şey basitçe şte erkekliğin kışkırtılması filan değil kışkırtma değil burada. Hep yeniden şey yapmak sağlama almak istiyorlar kendilerini emin hissetmek istiyorlar. Çok korkuyorlar çünkü. O yüzden de hani şeyden emin değilim bir istatistiğimiz yok bu konuda maalesef. LGBT bireylere yönelik şiddetin daha fazla artmış olduğunu, 20 yıl öncesine göre daha çok arttığına ilişkin birşey söylemek mümkün değil. Ama bekleyebiliriz bunu, çünkü korkuyla beslenen bir şey.  Kendini tehdit altında hissetmekle ilgili yani bu bizim için de feminist hareket için de çok söylendi biliyorsunuz. Kadınlar çıktı var olan düzeni aslında alt üst ediyorlar. Bütün taşları yerinden oynattılar ve bu korku yaratıyor tabi ki. Yarattığı korkunun erkekliğin nasıl bir kurgu olduğuyla çok yakından alakası olduğu düşüncesindeyim. Bir kaç farklı yerde görüyoruz aslında bu krizi.
Bu gündelik deneyimler her birimizin kadınlar erkekler her birimizin gündelik hayatımızda deney imlediğimiz birşeylerde kriz hali var. Pek çok örnek bunu kendi hayatımızdan da verebiliriz tanıklık ettiğimiz şeylerden verebiliriz. Bir başkası anlamlar dünyası işte bu anlamlar dünyası televizyon dizilerinde de görülebiliyor. Siyasi partilerin sloganlarından da görülebiliyor ve kurumlarda  işte bu genel kurmay bunlardan bir tanesi. Farklı yerlerde farklı biçimlerde karşımıza çıkar ama artık görmezden gelmemek mümkün olmayacak kadar güçlü bir şekilde karşımıza çıkan krizden söz etmeliyiz. Bu neye işaret eder? Bu korkunç birşey de olabilir şiddeti arttıracak ve farklılığı yok etmeye yönelik, insanların sıradan insanların seferber olmasını sağlayacak birşeye de götürebilir bizi yahut ta her şey altüst olurken yeni birşey kurma şansı her zaman vardır. Bizim ne yaptığımızla ilgili birşey böyle de olabilir böyle de olabilir. Bunun için ne yapıyoruz? Onun için hem feminist hareket hem lgbtt hareket özellikle cinsiyetle ilgili olarak bunları söylüyorum. Her türlü muhalif hareket için son derece kritik bir yerde olduğunu düşünüyorum. Bu krizden nasıl devam edecek bu krizden çıkmak mümkün mü bilmiyorum. Erkeklik krizi biraz böyle birşey ama nasıl devam edeceğiz bununla birlikte? Biraz bizim yapık ettiklerimize bizim meseleyi nasıl kavradığımızla onun içinde kendimizi nerde gördüğümüze ilişkin cevaplarımızla ilgili diye düşünüyorum. Çok temel olarak erkekliğin gölgesi şeyin,  duyunca aslında başlığınızı duyunca aaaa şey biryandan şunu çağrıştırır gölge etme başka ihsan istemez ama bir yandan gölge olabilecek birşey var mı acaba ? bu kadar netameli birşeyden söz ederken erkekliğin gölgesi nereye düşüyor filan gibi sorular düşündüm belki biraz böyle birşeyler konuşabilirim sizinle birlikte.

Aksu Bora Kimdir?
1986 Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü mezunu. 1998 yılında Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümünde Türk Modernleşmesinde Annelik Kimliğinin Dönüşümü başlıklı yüksek lisans, 2004 yılında yine aynı bölümde Ücretli Ev Hizmetleri Bağlamında Kadın Öznelliğinin İnşası başlıklı doktora tezlerini tamamladı. 1994-2008 yılları arasında Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezinde çalıştı. 1997 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalında Kültürün Cinsiyeti ve Türkiye’de Eşitlik Politikaları ve Feminizm başlıklı dersler verdi.
 
Yoksulluk Halleri/Türkiye’de Kent Yoksulluğunun Toplumsal Görünümleri (Necmi Erdoğan vd. ile birlikte, 1. Baskı Demokrasi Kitaplığı 2002, 2. Baskı İletişim Yayınları 2007), Kadınların Sınıfı (İletişim Yayınları, 2005), Sıcak Aile Ortamı/Türkiye’de Kadınlar ve Erkekler (İlknur Üstün ile birlikte, TESEV Yayını, 2005), Cumhuriyette Çocuktular (Mine Tan vd. ile birlikte, Boğaziçi Üniversitesi Yayını 2007) isimli kitapları, çok sayıda makalesi, kitap çevirileri ve kitap tanıtım yazıları var. Ayrıca toplumsal cinsiyet duyarlılığı, yerel siyaset, cinsiyet eşitliğinin bütün politikalar içinde gözetilmesi, kadınlarla grup çalışması gibi konularda eğitim kitapçıkları ve rehberler hazırladı.
 
Üç aylık feminist teori ve politika dergisi Amargi’nin yayın kurulu üyesi. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu Danışma Kurulu üyesi. Halen Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde çalışıyor.
 


Etiketler: yaşam
İstihdam