27/06/2011 | Yazar:

Kentsel ‘horror vaccui’ ya da boşluk korkusu biçiminde tezahür eden yeni Belediyeci kitschçilik ekolü, kamusalda anlam üretiminden ödü patladığından, her yanı tekçi anlamsızlıkla dolduruyor. Sokaklar, meydanlar, gündelik yaşamımızın en alelade yerleri, güzelleştirilmenin, soylulaştırılmanın, doldurulup dondurulmanın yorulmak bilmez konusu haline getiriliyor.

Es‘kiç’ehir Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Bir kente yeniden ad vermek haddim değil. Ama gittikçe daha yaşanası hale gelmiş bulunan, yakında Cumhuriyetin ‘muasırlaşma’ idealinin hızda billurlaştığı demiryolu projesinin ilk durağını oluşturacak bu büyükşehrimizin adının Es’kitsch’ehire çıkması işten değil. Bu gidişle, kente gelenler aynı hızla buradan kaçacak ne yazık ki.
 
Bu yazının yayınlanmasının üzerinden tam olarak dört yıl geçti. İlk paragrafın hemen sonunda yer alan öngörüm gerçekleşmedi, Eskişehir iç turizmin yeni duraklarından biri olmaya devam ediyor. Sözünü ettiğim kimi yapıların ise kaderi bu kısacık zaman diliminde değişti. Kilise binası olduğunu şimdi kimse hatırlamasa da, en azından porno sineması ile ilgili geçmişini unutturan bir kültür merkezine dönüştü yapılardan biri. Halk bankası yapısı yıkılmak yerine onarıldı ve kente kazandırıldı. Kılıçoğlu sineması dramatik bir hayalet olarak merkezdeki çürüyüşünü sürdürüyor. Kentte iki büyük park açıldı ve bunlar gerçek anlamda kamusal mekanlara dönüştü. Birkaç büyük kent parçası dönüşmeyi ve kentin parçası olmayı bekliyor. Hızlı tren geldikten sonra kentin büyüme hızı ve yapılaşma kalitesi de baş döndürücü bir hızla dönüşmeye başladı... Kısaca kiç olan her şeyin yanında bambaşka kentsel dinamikler var ve bunlar kiç meselesini geride bırakacak kadar önemli görünüyorlar. Kiç konusuna, üzerinden üç yıl geçince, “Kiç Sözlüğü” ile yeniden döndüm ve Görsel İdeoloji üzerine bir seçkide yer alacak bu yazının alt yapısını aslında aşağıdaki metin oluşturmuştu. Es’kiç’ehir yazısını, belki fazla reaksiyoner ve aynı oranda naif bulduğum için olsa gerek, Dozerin Rüyaları’nın son haline almamıştım. Yaşadığım kent şimdilerde bambaşka görünüyor gözüme; çünkü iki yaşındaki oğlumla, onun gözünden her yeri, bu arada da Eskişehir’i yeniden keşfetmeye başladım...
 
Yerel, kendi evrenselinden kaçarken kitsch’e yakalanır.
 
Bir kente yeniden ad vermek haddim değil. Ama gittikçe daha yaşanası hale gelmiş bulunan, yakında Cumhuriyetin ‘muasırlaşma’ idealinin hızda billurlaştığı demiryolu projesinin ilk durağını oluşturacak bu büyükşehrimizin adının Es’kitsch’ehire çıkması işten değil. Bu gidişle, kente gelenler aynı hızla buradan kaçacak ne yazık ki.
 
Kentlerin ülkemizde yıllar yılı merkezin sultasında kaldığı bir sır değil. Kamusal mekânı kurmak için yetkilendirilmeme sona erip yerellik yükselişe geçtikten sonra, özgürlüğün demokrasi için değil, bu yetkisizlik geçmişinin acısını çıkarmak için hoyratça kullanıldığı da öyle. Eskişehir’de kamusal mekânın kötüye kullanımını ele alan bir çözümleme gerçekleştirmek bu yazının sınırlarını aşıyor. Ama Eskişehir kent mekânında neden adını Es’kitsch’ehir diye değiştirtecek kadar çok sayıda kitsch üretildiği, bu verimin nereden kaynaklandığı elbette üzerinde durulmaya değer bir nokta. Soralım: Hangi dağda kurt ölmüştür? Ya da: Eniştemiz bizi niye ısrarla öpmektedir?
 
İstanbul ve Ankara gibi metropollerde kültürel mirasın kamusal mekândan yavaş yavaş silinmesi biçiminde ilerleyen süreç yakın zamanda AKM için gündemdeydi. Metropol olmayan, ama kentleşme hızı eksilmeyen öteki kentlerde durum nasıl acaba? Eskişehir için kamusalı boşaltma politikasının ‘doldurma’ operasyonlarıyla işletildiği göze batıyor. Süreç tersine işler gibi görünse de, ‘soylulaştırma’ ideolojik çerçeveyi oluşturuyor. Kenti bir yandan ihtiyaç duyduğu ‘muasır’ donatılarına kavuştururken, bir yandan da tekelci estetlik yapmaktan geri durmayan ve boş bulduğu yeri havuz, heykel, durak, kiosk, meydancık, köprüler ve sayısız başka şeyle dolduran monist bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu konuda mimarların, kentçilerin, tasarımcıların bir araya gelmesini beklemek gerekir. Ne var ki, ufukta böyle bir tepki oluşumu da görünmüyor. 
 
Porsuk Çayının Köprüleri: Kentin Hafızasını Silmek
 
‘Zevksiz Dumrul’un köprülerinden geçme, kendi köprünü iste.’ Eskişehir’deki boğaz köprülerinden hem yaya geçilebiliyor hem de para alınmıyor dersem, buna kimse gülmeyecek ya da sevinmeyecek, biliyorum. Bu kentin sakinleri için Porsuk çayını tanımlayan başlıca şey, kavisli betonarme köprülerdir. Merdivenlerine tırmanmak elbette zorludur, kışın basamak yükseklikleri az olduğundan, biriken kar nedeniyle inmek daha da zorlaşır. Ama bütün bunlar, kavisli köprülerin hepsini bir anda yok etme hakkını ne kimseye verir ne de uygar dünyada kentsel çözümleri üretmenin yolu budur. Bununla da yetinilmez, yerlerine maskaralık derecesinde zevksiz, tasarım ürünü değil katalog ürünü köprüler rastgele serpiştirilip tüy dikilir. Oysa, kentin eski kartpostallarına bakanlar, Porsuk çayından geçme deneyimini ustaca arttıran bu nezaket dolu köprülerle kentin görsel anısını kurduğunu görürler. Elbette yaşlılar, engelliler, yürüme problemi olanlar için acımasız olan bu kavisli tasarımlı köprüleri, yine ancak mimari tasarım yoluyla, neşesini yitirmeden dönüştürmek mümkünken, hele Eskişehir’de iki tane üniversitenin iki ayrı mimarlık bölümü varken, ve bu okullarda onlarca yıldır kentin suyla ilişkisi üzerine yüzlerce tasarım yapılmışken, hup di vup şubil di dup, kentin hafızası silinir, güzelleştirme dozerleri salınmaya başlar, kilometreler boyu devam eden Porsuk çayının kıvrımları üzerindeki onlarca köprünün hiçbirinde yere özel bir ilişki üretimi gerçekleştirilmez. Neden? Sanki eski kimlikli köprüleri yıkıp yenileriyle güzelleştirenlerin aklına, köprünün gerçek bir tasarım nesnesi olduğu bir türlü yatmamıştır. Köprülerle ilgili sicili, Haliç’e altın boynuzlu sabuklamalar ‘attıran’ yerel yöneticileriyle bozulmuş ülkemizde, bir şehirde de Bonapartist köprüler olsun, çok mudur yani? Kent, sütlü turkuvaz, sütlü pembe, medine yeşili köprülerden geçerken ‘aman bunlar ne iyi oldu’ diye kendini kandıran, gösterişe kanan zevksizin olduğu kadar, tasarım ve yaşam kalitesi talep edebilmenin politik gücüne inanan mütevazi zevk sahibinin de mekânı olabilmelidir. Bunu söylediğim tarih, miladi 2007, kaydedin. Erktekelci kararların önü ancak bu taleplerin yüksek sesle dile getirilmesiyle alınabilir. İyi tasarlanmış ve uygulanmış tek bir köprü, onlarca kitsch köprünün kötü anılarını silebilir: Bu da boğucu, totaliter kitsche karşı serinletici bir avuntudur. Ama akademisyen zevk önderleri, keyfi anıtsalcılıklarını empoze edebilmek için statülerini ötekilerinin taleplerini hiçleştirmek yolunda kullanmaktan vazgeçmedikçe, kamusal mekânda sanat için uzlaşma aranmasını da, tasarım yarışmaları açılmasını da beklemek boşunadır. Sivil darbe nerede diye soranlar uzaklarda aramasın. 
 
Kentin görünüm kazandığı yer: Porsuk Çayı, Köprübaşı, Belediye
 
‘Şehircilik oyununa isyan et, sanatın gelmesini iste’. Eskişehir’de Porsuk çayı öteden beri kentsel değer olarak algılanıp tüketilir ve üretilir. Köprübaşı’na kimlik veren birkaç yapı vardır. Vedat Dalokay imzalı, Le Corbusier’nin Unite de Habitation’unun etkisini taşıyan Orduevi, gelenekselci Halk Bankası binası, modern Kılıçoğlu iş hanı ve sinemaları, yüzyıl başlının ürünü Belediye binası gibi. Orduevinin cephesi deprem tadilatından sonra değiştirildi, Halk Bankası boşaltıldı, istimlak edilip edilmeyeceği belirsiz, Kılıçoğlu pasajı geçişe kapatıldı. Orduevinin hemen arkasındaki kilise ise, yıllardır porno sineması olarak ‘kullanılıyor’.
 
Belediyenin arkasında, yakın zamana kadar mevcut olan gazino binası Devlet Güzel Sanatlar Galerisiydi. Kentin kültür hayatında izleri olan, minör ama önemli sergilerin anılarını üretmiş bu mekânın eşdeğeri kentte yıllardır yok. Yeller esen yerinde, sanatın yeni temsilcisi (!) yaldızlı bir kız oturmakta. Bu kız, bir tasarım muşmulası olan yeni Kızılay binasının mimari sefaletini, üzerinden tramvay geçen Parisian (Konyalı’daki bademli ayçöreğinin adıyla Pürüzyen) köprüyle beraber izliyor olsa gerek. Bundan kırk yıl önceki fotoğraflarında kentin bu merkezle meselesini hallettiği açıkça görülür. 
 
Havuzlarda Yıkanası Kadınlar, Trafik Hayvancıkları, Köprü Gardiyanları
 
‘Yumurtlama heykelimsilere değil, gerçek insanların yaptığı gerçek heykellere yer açılsın’. Anıtların gündelik hayattaki baskın sembolizmi kırılamadığı için, tarihteki büyük kişileri anlatmayan konulara ait heykeller de acınası bir tasarımsızlığın tanıklığını üstleniyor. Kimi kere de, ürkütücü bir sertlikle, militarist imgelerin sivil tercümelerini yeniden karşımıza çıkarıyor. Bu da olmadığında, yalnızca araçsal nesneler olmaktan öteye gitmiyorlar. Ama hepsinin de ortak özellikleri, kitsch olmaları.
 
Aslanların koruduğu bir köprü gentrifikasyon bahanesine işaret eden bir örnek. Tümüyle uydurma bir yerellik icat etmek için köprülerin başlarına konabilir. Belediyenin önüne daha çelimsizleri konmuştur. Köprülerin ortalarına da, ‘boş kalmasın’ diye rüyalara girmeye namzet, İtalyan faşizmini anımsatan kadınlar, erkekler konabilir. Sokak başlarına, arabalar tramvay hattına girmesin diye, vinçle getirilip konabilen salyangoz, fil, kaplumbağa, ayı heykellerimiz (Berlin ayısı değil Eskişehir ayısı) mevcuttur. Salyangozumuzun arkasına dökme demirden Osmanlı kırması taksi durağımız yakışır. Esnaf sarayımızın önündeki plastik palmiyenin önünde ve sonradan gümüş rengi alükoboltla kaplanan kolonun dibinde, altın simli bankta oturan altın simli ‘köylü’nün ayakucundaki kitabede ‘Köyümüze dönelim artık’ gibi zırva bir laf okunur. Okumayı söker sökmez çocuklar etraflarındaki ‘ötekilere’ yüksek sesle defolup gitmelerini söylesin diye icat edilmiş dahiyane xenofobi levhası değilse, en az onun kadar yavan bir pastoralist çağrı. 
 
En İyi ‘Korunan’ ‘Meydan’
 
‘Kentin heykelini kentli de yapabilir’. Gezmenlere güzel bir haberim daha var: Dünyanın en iyi korunan kent aydınlatması direği Eskişehir’de bulunuyor. Aynı mahalde, dünyanın en iyi korunan yaldızlı heykel gruplarını da bulabilirsiniz.
 
Buna mukabil, dünyanın en eşsiz heykel malzemesi lületaşı madeninin yalnızca Eskişehir’de çıktığına bakarak, ‘lületaşına ilişkin bir kentsel nesneyle karşılaşacağım da karşılaşacağım’ diye tutturma, ey şımarık gezmen. Aklına sivillikler getiriyorsun, kızıyorum. Yılın miladi karanlık 2007 yılı olduğunu unutma.
 
Meydan ve korumak yan yana geldiğinde Türkiye’ye özgü bir çelişki üreten sözcükler. Çünkü meydan kimseden korunmaz, meydandakilerin meydanda olma hakları korunur olsa olsa. Ama ülkemizde buralar, meydanlarda olma hakkını savunacak olası densizlere karşı meydanları koruyup kollamanın yerleridir. 
 
Eski ve Yeni Anıtsalcılık: Büyükerşen’in Büyük Anıt’ları
 
‘Yaldızlı heykellerinizi bahçenize götürün, eski şehrim bana yetiyordu’. Annemin elinden tutup çarşıya gidecek yaştayken, Vişnelik’ten Vilayet meydanına gelince o koskoca meydanın bomboş olmasına bakıp bana ait olduğunu düşünerek sevinir, annemin elinden kurtulduğum gibi doğruca Atatürk anıtına doğru koşar, taş rampasından tırmanır, tunç heykele dokunurken kafamı kaldırıp yukarıya bakardım. Sonra meydanda benim gibi çocuklarının koşup geri gelmesini bekleyen diğer annelerin arasındaki anneme seslenir, rampayı koşarak iner ve meydanda koşuşmaya devam ederdim. Kırk yıl öncesinin fotoğraflarında da aynı Atatürk anıtı görünür. 1970’lerin sonundaki bu zararsız oyunun benzerini, sonradan 80 kuşağı ileriki yaşlarında farkında olmadan her yerde tekrarlayarak yükselecek, aşkın değerlere sorgusuz sualsiz itaat edecektir. 70’ler, heykelin oynamaya yanaşmadığı ama rampasıyla bir parça oyunu bana yasaklayamadığı yıllardı. 2000’lerin yeni anıtsalcılı(k)lığının, heykeli çocukların bile dokunamadığı bir şey haline getirmesi, etrafını çimle çiçekle çevirip biblolaması, seyirlik hali başka figürlerle çeşnilendirmesi, seyranlaması… Tramvayla önünden herkesi zorla geçirmesi, üstüne üstlük hepsine yaldız banyosu yaptırıp bir de katmer katmer demirden çitlerin arkasına koyması, 60’ların militarist imgelerine rahmet okutur. Eskişehir’de, yükselen milliyetçi trende ayak uyduran yeni anıtsalcılığın üç heykel grubu geçtiğimiz haftalarda halkın beğenisine sunuldu. [Ağustos 2007]
 
Erkin geri adım atmak bilmezliği, gevşemez katılığının tescillenmesi, derinleştirilmesi, kitschlerin kasıtlı biçimde her yanı işgal etmesiyle sağlanır. Artık yerel yönetimin sağ ya da soldan gelmesi de bir şeyi değiştirmemekte. Polis iradesinin ve militarist eril imgelemin boş ve temiz tuttuğu kent meydanlarını gerçekten anlamlı biçimde donatma şansı ele geçtiğinde bile neden sivilleşme bir türlü gerçekleşemez? Evrensel değerleri kente kazandırma sözünü yerine getirmeye en muktedir olduğu noktada yerel yönetim intelligentsia’sı nasıl olup da yükselen faşizan trene gönüllü vagon ekler? Bu sorular, cevaplaması güç sorular değildir.
 
Kamusal mekânın oyuna kapatılmışlığının hangi türü daha yeğlenesidir, cevap vermek zor. Taksim meydanı, Eskişehir’in Vilayet meydanı, Kızılay meydanı: Ancak resmi törenler ve yerel yönetimin izin verdiği ölçüde kullanılabilen, öteki zamanlarda topluca bulunulması suç olan, ‘şiddetle’ boş tutulan denetlenmiş kamusal mekânlar. Öte yanda, zaten girilemeyecek kadar dolu, her yanı girilmesin diye kitschlerle doldurulmuş, çevrilmiş meydanlar. Bu ikincisi, ilkinin en yeni türevi. Her ikisinin de elimizden aldığı şey ortak: Demokrasi. Kamusal mekânı insanların serbestçe kendilerini ifade ettikleri bir yer olmaktan çıkarmak için her türlü icadın gerçekleştirildiği bir ülkede, kent mekânının kitschlerle dolup taşması kaçınılmaz. Demokratik talebin kadın üzerindeki en hegemonik cinsiyetçi tahakkümün sembolüne dayandırılacak kadar bayağılaşması, ‘cevabi’ militarist sivilliğin indirgenmiş bir bayraklaşmayla donanması kitsche mahkûmiyetimizi tescillemekte.
 
Kentsel ‘horror vaccui’ ya da boşluk korkusu biçiminde tezahür eden yeni Belediyeci kitschçilik ekolü, kamusalda anlam üretiminden ödü patladığından, her yanı tekçi anlamsızlıkla dolduruyor. Sokaklar, meydanlar, gündelik yaşamımızın en alelade yerleri, güzelleştirilmenin, soylulaştırılmanın, doldurulup dondurulmanın yorulmak bilmez konusu haline getiriliyor.
 
Kitschçilik, sansürün baştan konarak tahakkümcülerin rahat nefes almasını sağlatma sanatıdır.
 
[“Es‘kitsch’ehir”, RH+ Sanart, Türkiye’nin Plastik Sanatlar Dergisi, Ed. Elif Dastarlı, S. 42, ss. 27-31, Temmuz-Ağustos 2007, ‘Hayatın kitsch’ini Sanatta Görmek’ dosyası içinde, Tevfik İhtiyar Yayınları, İstanbul.]
 
 
Notlar:
* Bu konuyla ilgili yakın zamanda yayınlanan bir yazı için, Prof. Dr. Uğur Tanyeli’nin “Önderlik Estetiği ve Sefaleti” başlıklı Öngörünüm makalesi okunabilir. Arredamento Mimarlık, Haziran 2007, S. 203, s. 7, Boyut Yayıncılık, İstanbul.
* Eskişehir’in 40 yıl önceki kent merkezi imgeleri için, Eskişehir İl Yıllığı 1967’den yararlanıldı. Ajans Türk Matbaası, Ankara. Arşiv: YTÜ Mimarlık Tarihi ve Kuramı Anabilim Dalı Kitaplığı, İstanbul.
* RH+’nın erken sayılarından birinin dosya konusu, ‘Plastik Sanatlar ve Kent’tir. S: 8, Ocak-Şubat 2004, ss. 12-53. 

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam