01/06/2016 | Yazar: Kaos GL

İlke Cide, Guy Hocquengheim’ın "Homoseksüel Arzu" kitabını inceledi.

Homoseksüel Arzu Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Her halükarda kimlikler, Hocquenghem’in o güzel deyişiyle, katiyetler olarak tuzaklardır ve bilinçaltının üretici mahiyetine özler dayatan dramalar olarak işlev görürler.

İlke Cide, Kaos GL Dergisi’nin “Sanal Alem” dosya konulu 147. sayısına yazdı:

Guy Hocquengheim’ın Homoseksüel Arzu adlı eseri ilk olarak 1972’de Fransa’da basılmış ardından 1978’de İngilizceye çevrilmiş. Ekim 2015’de ise 6:45 yayınevi tarafından Burcu Denizci’nin çevirisiyle Türkçeye kazandırılmış. Çevirmene ve yayınevine sonsuzca teşekkürü gönderdikten sonra bu yazıdaki Guy Hocquengheim’ın 6:45 Yayın’dan çıkan 2015 basımıHomoseksüel Arzu eserinden yapılacak iktibasların metin içerisinde parantez içerisine alınmış sayfa numaraları ile yapılacağını belirterek yayınevinin telif haklarını savunan yasa-gayri cinni kovuşturucularına karşı bir savuşturma sağlayabilmiş olacağımı umut ediyorum[1].

Hocquengem’in eserine gerek M. Moon’un gerekse de J. Weeks’in kapsamlı ve sarih önsözleriyle başlarız. Moon eseri çevreleyen post-yapısalcı literatürün etkilerinin yeni bir siyasallaşmanın hizmetine seferber edilişinden Hocquenghem’in eseri nazarında söz eder. Eserin oldukça yerinde ve etkileyici bir serimlemesini ve dahası Hocquengheim’in diğer eserlerinin kısa bir sunumunu Moon’un çarpıcı önsözünde bulabilirsiniz. J. Weeks ise 1978 basımına önsözünde her ne kadar eseri literatürler arası bir sentezleme çabasına indirgese de eserin o dönemdeki özgül niteliğini ve çevresine kurulmuş ilişkileri göstermesi bakımından değerlidir.

Burada bu iki ismin farklı açılardan ve yollardan son derece başarılı bir biçimde yaptıkları haliyle bir metin incelemesinin tekrarına cüret edilmeyecek ancak her halükarda metnin bir yeniden okunuşu vasıtasıyla başka bir metni üretebilme kudretinden faydalanılmış ve belki de suiistimal edilmiş olacaktır.

Hocquenghem ilk elde oldukça somut bir soruya cevap aramaktadır: Homoseksüellik bir kategori olarak kurulduğu anla beraber toplumsal olarak histerik bir korkunun ve buna eşlik eden total bir cinselleştirmenin anlamı nedir? Ya da başka bir açıdan -ve belki de Hocquenghem’in o kadar da benimsemeyeceği bir açıdan- toplumun kendini tanımak için bu denli cinselleştirilmiş bir korkuya ihtiyaç duyuşunun mahiyeti nedir? Hocquenghem’in metni bir tarih analizi olmak yerine bir metin/söylem analizi olarak örgütlenmiştir, ancak saklı fakat sarih bir biçimde belirli bir tarihsel kategorileştirmenin ve anlam üretiminin soyağacını gözler önüne serer.  Öyle ki, psikanaliz yalnızca bilgi bilimsel bir disiplin değil aynı zamanda toplumlarımızın işleyiş biçimi haline gelmiştir ve bir şekilde homofobi hem bilimsel bilgi hem de cinsel bilme biçimlerinin merkezine oturur hale gelmiştir. Sanki yalnızca Queer teorinin ilk örneklerinden değil, E. Said’in Oryantalizm’ini de önceler gibidir bu metin. Hocquenghem’in söylediği üzere, homoseksüelliğin eksik ya da boşluklarla bağlanmış arzu rejimi olarak bir arzu ilişkisini değil, ontolojik bir bakış açısını (81) ifade ediyor oluşunu bu hat üzerinden değerlendirmek mümkündür ve gerçekten belirli bölümlerde homoseksüeli imal eden bir Oedipal emperyalizmden bahseder Hocquenghem (113).

Eserin çevresinde bir taraftan Guattari ve Deleuze’un fabrika modelindeki arzu kavramı işletilir. Buna göre arzu temsillere ve göndermelere ayalı teatral bir alan ve psikanalist bunun pasif -sanki mümkünmüş gibi- gözlemcisi değildir; bizatihi üretimsel süreçlerdir (psikanalistin “gerçek” rolü bu noktadan itibaren anlaşılmalıdır). Bir başka deyişle “arzu, manipüle etme şeklimize göre, bileşenleri sadece sonradan bölünebilen birden çok biçimde doğar” (44). Diğer taraftan ise Foucaultcu soybilimde geliştirildiği haliyle kurucu işlevdeki söylem kurgularının çok yönlü incelenişiyle karşılaşırız. Ancak tabii ki Hocquenghem için de “homoseksüellik kurulmuştur” demek yetmez, tam da bu kuruluşun içindeki karşılıklı kurulmuşluğun aralıklarındaki çatlakları, kıvrımları ve dönüşleri tespit etmek gerekir. Öyle ki her yönden ‘ayırma’lar tüm eser boyunca çeşitli biçimlerde cereyan edecektir. Doğallaştırılmış ya da açıklayıcı güçleri otorite haline gelmiş tüm kavramsal iliştirmeler Hocquenghem tarafından ait oldukları dışsallıklara kavuşturulur. Örneğin ilk ayırma ‘homoseksüel arzu’ya uygulanır: buna göre, ne homoseksüeli paranteze alabilecek belirli bir türden özgün bir arzu vardır ne de arzunun yalnızca eşcinsellerin tatbik edebildiği homoseksüel bir özü. Hocquengheim metin boyunca çeşitli katmanlar ve kavramlarda bu ayırma yöntemini pek çok kez işletecektir.

“Sorun, eşcinsel arzu değil, daha ziyade eşcinsellik korkusudur” (43).  Karşımızdaki gerçekten önemli bir önermedir çünkü bir yandan, arzuyu kavramak isterken öncelikle bir odaktan çekilip kopan, kendini dışarıya fırlatan veya yine tek yönlü olacak biçimde zorla çıkarılan tüm o sabit arzu kavrayışlarını daha başından zan altında bırakır. “İçgüdü”, “tercih” ve hatta “yönelim”, cinselliği kavramak açısından birbirlerinin yerine sıraya dizilmiş olsalar da daima sorunlu kavramlar olacaklardır çünkü arzuyu bir yön olarak bir varlıktan diğerine nesnesini gözeten iyelik kipleri olarak varsayarlar. Bir çıkış noktası, bu noktaya dışsal bir mesafeyi ve mesafeye içkin bir hedefi gözeten arzu… Eğer arzu buysa kavramın çevresine konuşlanmış bir dizi niteliği de doğal saymak veya en azından birbirlerini davet ettiklerini görmek gerekir: sapkın (“yön” ama yanlış yön), sapık (“hedef” ama uygunsuz hedef) ve hasta (“nokta” ama hatalı nokta). Bir diğer yandan ise bu önerme arzunun toplumsallığını bir içe bakış ile kışkırtır. Tüm özgürlükçü psikanalistlerin üç adım ötesinden sorunun eşcinsellik olmadığını veya eşcinselin eşcinsine arzusunun mahiyeti de olmadığını, bizatihi eşcinselliğin işaretlendiği yerde karşımıza çıkan bir duygulanım olarak korkunun kendisi olduğunu söyler. Bu noktada Hocquenghem’in de dediği gibi suç yalnızca topluma atılıp kaçılamaz. Homoseksüelin arzusu eşcinsel arzudan çok daha fazlası, aynı zamanda eşcinsellikten çok daha azıdır. “Hiç kimse arzunun çok sesliliğini yok edemez” (44-45).

İşte bu nedenle, arzu kavramında daima kırılgan ve kendine gönderme yapan bir husus bulunduğundan Hocquenghem’in eseri öncelikle “homoseksüeli” nesnesi olarak almıştır: kendine doğru, kendinden doğrulttuğu dışarıdan bir bakış. Sorunun bir yanında aynı bedende eşcinsel olarak çevrelenmek diğer yanında homoseksüel olarak arzulamak vardır. İşte tüm bu kendiliklere geri dönüşlerde karşımıza çıkacak dolayım mesafesi psikanaliz tarafından işgal edilmiştir hatta psikanaliz homoseksüel kendine bakmadan çok evvel homoseksüelin bakması gereken noktaya aynayı yerleştirmiş ve homoseksüel arzu kendini örgütlerken arzunun bu çerçevesini gözetir hale gelmiştir. Hocquenghem öncelikle bu ilişkilenmeyi karşısına alır; kendine bakabilmenin kendine ait bir kendiliğinin koşullarını sorgular ve içselleştirilmiş kategorilerin arzu devinimlerindeki sınırlarını soruşturur. Tam da bu nedenle bu eser, önsözünde Moon’un dediği gibi bilimsel bir analiz olmasının yanı sıra bir manifestodur da; her şeyden önce bir kendilik kurgusunu içselleştirilmiş dışsallıklardan bağımsızlaştırmaya yönelir ve eşcinseli homoseksüellik kategorilerinden kurtulmaya çağırır. Gönül isterdi ki propaganda sözcüğünü tüm o dirimsel zarafetiyle elimizde tutabilseydik de Hocquenghem’in eserine atfedebilseydik.

“Eşcinsellik hem vardır hem de yoktur: aslında var oluş biçimi, hiç durmadan var oluşun katiyetini sorgular” (47). Yaşam sabit kimliklerin ve varlık kategorilerinin bilme biçimleri ile birlikte oluşlar tarafından sürekli zan altında bırakılmasına tanık olur. Öyle ise eşcinselin buradaki özel konumu, “hiç durmadan” katiyetini sorunsallaştırabilen özgül etkisi nereden gelir? Bu, toplumsal olarak eşcinsel kategorisinin kuruluşuna eşlik eden paranoyadır. Böylece İkinci önemli karşılaşmamız da “paranoya” ile olur. Bir başka deyişle, ikinci alacağımız ders, toplum dediğimiz modern süreğenliğin daima paranoyaklıkla malul olması, başka kavramlarla karşılamaya çalışacak olursak, düzen(liliğ)in daima dengesizlikle malul olmasıdır. Burada dengesizlik normun dışındaki sapmayı işaret etmez, yani bir dışsallığın ifadesi değildir; bizatihi düzene dair, ona içkin bir öğede bir başkalık olanağının ancak mümkün olabileceğini ifade eder; düzene dair olan bu başkalık ona her ne kadar dahil olmasa da. Diyebiliriz ki, psiko-analitik olarak toplumlarımızın özelliği psikanalitik toplumlarımızın daima semptomatik oluşudur. Kendini iptal eden bu önermeyi şöyle açıklayabiliriz: eğer herkesin mutlu olduğu normallik dolup taşan bir topluluğun içine gökten zembille indirilmiş gibi bir eşcinsel atarsanız, hiçbir cinsel eyleme gerek kalmaksızın tüm topluluğun cinselleştiğini gözlemleyebilirsiniz, hem de histerik bir biçimde; fakat hem siz bir psikanalistsinizdir hem de malum eşcinseli topluluğa siz atmışsınızdır. Psikanaliz açısından sözler, duygular, eylemler, davranış ya da tutumlar veya fikirler ancak bir semptomu ifade edebildiği ölçüde değerlidir veya eşcinsellik durumunda olduğu gibi, var oldukları müddetçe semptomatiktikler. Ancak paranoyayı toplumun bir niteleyeni haline getiren şey onun psikanalizin kendine belirlediği konularla sınırlı kalmamasıdır: ister homoseksüelle karşılaşan erkeğin “acaba beni arzuluyor mu?” düşüncesi olsun (49) isterse de polis teşkilatının eşcinsel avlarındaki kışkırtma operasyonları veya yargılama sisteminin cezalandırma kategorileri olsun (60), her biri ithaf ettikleri sapkın arzuların ve fantezilerin bire bir uygulayıcısı olarak arzu sistemlerini kendileri lehine tersine çeviren paranoyak tertibatların ürünleridir. Hocquenghem bunu çok güzel örnekler: “polis fantazisi, homoseksüelin karışık aklının bir ürünü değildir, ancak polis ve yargının sapkın arzu operasyonunun gerçekliğidir”(60).

Paranoyanın sistemin merkezinde oluşu onun işlemediği veya paranoyaklıkla sakatlandığı anlamına gelmez; aksine, son derece başarılı bir biçimde duygulanım üretme kapasitelerine işaret eder. Söz konusu olan homoseksüellikse, bunu suç haline getirebilmek için yargıcın hükmüyle psikoloğun toleranslı anlayışı el ele ilerler (67). Suç kategorisini özel hale getiren şey yalnızca vicdani suçluluk duygusu tertipleme ile suçun hükmedilmesini tek bir süreçte birleştirmesidir; yoksa bu iki ayrı dizge farklı biçimlerde yaşamın her anında ayrı ayrı sürekli işler haldedir. Hocquenghem bunun libidinal düzenlemelerde, tıpta, bilimde, edebiyatta ve Oedipal aile düzeneklerinde ne biçimlerde gerçekleştiğini çok iyi gösterir. Her kimlik en azından hem bir duygu örgütlenmesini hem de toplumsal bir rolü beraberinde taşır ve homoseksüellik için bu, azap çekmesi ölçüsünde başarılı kabul edilen bir suçluluk duygusu ve sapmayı işaretleyebildiği müddetçe Oedipal üçgene yerleşebilen libidinal bir sorumluluk hissidir. Duyguların paranoyak üretimine kimliklerin farklılık ve benzerlik oyunlarıyla çevrelenmesi eşlik eder (112). Cinsiyetin ikili oyunları etrafında homoseksüelin cinsiyetler arası oranlanışlarından penis-sahiplilik derecelerine kadar birçok farklı alt bölümlemesi oluşturulur.

Hocquenghem, toplumun homoseksüel arzu paranoyasını ya da eşcinselin ayrı bir kategori olarak ortaya çıkışının paranoyak mahiyetinden bahsederken, Fannon’un anımsanabilecek olması tesadüf değildir. Hocquenghem de toplumsal paranoyayı Fannon’un varlıksal şiddeti analiz ettiği gibi eder: ironik bir zorunluluğa öznel bir teslimiyet! -hatta kitaplarının önsözleri dahi aynı kendine yormalara kurban gitmiş gibidir. İster Fannon’un ister se de Hozquenghem’in olsun, bu eserlerin kavramsallaştırmalarını tartışma nesnesine indirgemek, eksikliklerini verili alarak boşluklarını ve çelişkilerini irdelemek yararsızdır. Tartışmak, Deleuze’un dediği gibi, faydasızdır. Tartışmak belli fikir dizgelerinin güç oyunları içerisindeki oyunlarının etkilerinin arkaya alınarak işletilmesi, kurumsallaşmış güçlerin hanelere eklenerek seferber edilmesidir. Bu eserleri bizzat arkaya almak, belki dayanmak değil ama kudret amelinde size arka çıkacak teçhizatlar olarak almak gerekir; onlarla ihtilafa düşmek, kavga etmek ancak her halükarda kavramlarından aktüelite yoğunlukları olarak yararlanmak gerekir. Onların şeditliği ve ironisi eyleme daima bir destek noktası olarak hizmet etmeye açıktır. Hocquenghem’ın ironik tavırlanışı, heteroseksüel düzenin, veya çarpıcı bir adlandırma ile öne sürdüğü medeniyet’in, homoseksüelliği kovuşturma adına seferber ettiği tüm ahlaki, adli ve bilimsel prosedür ve tertibatları bir tersine çevirme operasyonu ile geri iade eder; ancak, kendine yontmadan, bir kimlik kuruluşuna hizmet etmesine mahal sağlamadan yapar bunu. Bu noktaya sonra tekrar kısaca değineceğiz. Öncesinde Hocquenghem’in “formüle edilmemiş arzu” (86) dediği, bir taraftan sapkın, diğer taraftan homoseksüel libido olarak çerçevelenmiş arzu formlarınca tüketilemeyen libidinal enerjilerin olanaklarına değinmek gerekiyor.

Bu eserin belki de en özgül ve çarpıcı kısmı Kapitalizm, Aile ve Anüs bölümüdür. Mutlak bir özelleştirme ile yüceltilen anüs tüm toplumsalın dışında bırakılarak fallosentrik toplumun bireyleşme modeli, libidonun totem çevresinde dolaşımını düzenleyen tabusal merkez rolünü üstlenmiştir. “Birey, anüstür; halka açık olan, penistir” (89). Hocquenghem, eşcinselliği homoseksüelliğe indirgediği ve anüsün toplumdışına atılmış kuruculuğunu abartması nedeniyle eleştirilebilir ve eleştirilmiştir de. Örneğin, bugünün porno endüstrisinin anüsü kullanma biçimi onun teorisi içerisinde tahayyül edilemez (90). Onun tasavvur ettiği heteroseksüel ideoloji anüsü arzu aracı olmaktan ve toplumsal/medeni işlev üstlenmekten tamamen men etmiştir. Bunun bir yüzü toplumsal olarak yüceltme diğer yüzü de bireysel olarak alçaltma şeklinde olur. Arzu üretimi en temelde tam da bu ikili çatlağın arasından geçirilerek paranoyak bir zapt etmenin konusu olur (92). Tam da bu aralıkta anüsün özgül konumu; penisi medeniyetten, kapitalist libidinallikten ve psikanalitik kimliklerden sağaltma olanağı da ortaya çıkabilmektedir: “penisin, belirleyici-seçici işlevinin temelleri, anüs kendisine dayatılan özelleşmeden kurtulduğu an atılır” (95). Hocquenghem bir anüs-merkezci veya homoseksüel-merkezci değildir. Bu sayede kendisine yönelten eleştirileri haksız çıkarabilmektedir; o, anüsü kamusallaştırmak vasıtasıyla penisin fallik düzendeki bireyleri kat eden akışlarını dağıtarak merkezsizleştirmeyi amaçlar -ki bu proje yalnızca homoseksüeli gözetmez.[2]

Psikanalitik paranoya toplumsal paranoyanın hem bir izdüşümü hem de işleticisidir; Althusser’in özne anaforları gibi psikanaliz semptomları öznel kimliklere çağırır, davet eder veya mahkûm eder. Foucault ceza rejimi öncesi katilden bahseder; iki kolu bir bacağına bağlanmış halde denize atılan ve suçsuzsa denizde boğulan, eğer suçluysa deniz onu kabul etmediğinden boğulmayan ve bu nedenle öldürülen; ve ayrıca deli olduğunu kabul eden iyi delinin yanında deli olduğunu kabul etmediği için kötü deli olan tımarhane tutsağından; ve son olarak Hocquenghem’ın bahsettiği Oedipus kompleksini benimseyen iyileşebilir (vicdan azaplı) homoseksüel ile, iyileşme talep etmeyerek Oedipus kompleksinin her hâlükârda içine atılmış olan tedavi edilemez (arsız) homoseksüele; psikanalitik söylem kurbansal öznenin son (nihai değil) biçimlerindendir.  Dahası burada iktidar şeması duygular örgütlemek üzere bedenlerde yoğunlaşmaktadır: “Homoseksüel, kanun gözünde potansiyel bir suçlu, psikiyatri gözünde potansiyel bir hastadır. Kaderi, heteroseksüel olmadığı için pişmanlık gösterme ve muhteşem ve acınası bir istisna olma yetisine bağlıdır” (81). Bir başka deyişle “doğru” homoseksüel kadim, İsacı çileciliğin tanrının ölümünden sonraki rahibi gibidir ve psikanaliz ile Hristiyanlık veya daha genel olarak din arasında bağlantı kurmak boşuna değildir; yorumsama, iki şey arasında kurulan çağrışımsal bağdır ve her yorumsama -ki psikanalizin temel metodolojisinin yorumsama olduğunu söyleyebiliriz- öyle ya da böyle dinsel bir karaktere sahiptir.

Yukarıda Homoseksüel Arzu’nun manifestik karakterinden, propagandacı kışkırtıcılığından ve duygu düzenekleri olarak düzen kavrayışından bahsetmiştik. Hocquenghem, homoseksüelliği gözeten veya onun lehine hareket eden eylem yerine ‘homoseksüel eylem’i önümüze koyar (123). Eser, özerk bir eylem biçiminin kendini ayırarak kuruşu neticesinde bir manifestodur. Aynı zamanda devrimci hareketlerin arzuyu düzenleme arzularına karşı bir tersine çevirme hamlesi nezdinde bir propaganda; devrimci talepleri arzunun kuvvetlerinin yüzü suyu hürmetine seferber etmeyi amaçlayan bir propagandadır (125). Son olarak, tüm bunları yeni bir düzen çerçevelemesi koyutlandırarak yapar: medeniyet. Öyle ki bu kapsayıcı bağlamın altında ‘proleter dayanışma’ dahi kavranabilir tarihsel devamlılığın toplumsal güçlerinden faydalanabilmekte, kendi hizmetine kullanabilmektedir (126). Hocquenghem “medeniyet, yorumlayıcı şebekeyi oluşturur. Arzu, bu şebeke aracılığıyla bağlayıcı bir enerjiye dönüşür” (127) demektedir. Düşüncenin tarihinde arzunun incelenmesi bir biçimde yasanın incelenmesine temas etmiş, arzu daima yasayı çağıran, ona ihtiyaç duyan veya onu var eden bir mefhum olarak karşımıza çıkar. Belki de Deleuze’un bir önemi de, arzu ile yasanın zorunlu görünen bağıntısını koparmaktı. Hocquenghem ise bu noktadan yola çıkarak toplumlarımız açısından arzunun yasa ile bağlanmış bu özgül kuşatılışını medeniyet olarak kavramsallaştırarak hem kaçışların hem de tuzakların hatlarını işaretleyebilmektedir.

Biz burada Hocquenghem’ın eserini indirgeyici bir çerçevede genellikle psikanaliz eleştirisi üzerinden çeşitlendirmeyi denedik ancak Hocquenghem konusunu asla psikanalitik süreçler ile sınırlı tutmaz, eser boyunca anlamların, kurguların ve ithafların çift yönlülükleri, geçişleri ve birbirlerinin yerlerini almaları pek çok farklı alan ve örnek üzerinden çarpıcı biçimde karşımıza çıkar. Şedit ritimli, huzursuz ve oldukça yoğun bir metindir bu.  En kararlı yargının altında bile daima bir tereddüdü sezersiniz, bu nedenle her cümle önce kendisini sonra da önceki paragrafı tekrar tekrar okutturur ve metnin ritmine dahildir bu. Aynı kavramlar birbirleriyle çelişik olarak değil, sanki kendilerine düşmanmışçasına kullanılır. Bir başka deyişle bir sabit nokta keşfedip cümleler arasında huzurla bezenmiş bir açımlamaya girişemezsiniz.  

Kitabın arka kapak tanıtımında Douglas Crimp, Hocquenghem’in Homoseksüel Arzu’sunun queer teorinin ilk örneği olduğunu söyler. Queer teori hakkındaki naçizane birikimim bu önermeyi doğrulayacak ya da yanlışlayacak yetide olmasa da Crimp’in savını veri kabul ederek bugünden geriye baktığımızda Hocquenghem’in gerçekten queer teoriyi karakterize eden bir takım yaklaşım, varsayım ve mücadele stratejileri bakımından öncül olduğunu kabul edebiliriz. Bu anlamda ilk hamle olgusal gerçeklik olarak sunulmuş şeylerin ontolojik yorumlanışına yönelen metodolojik saldırıdır. Buna göre kategoriler ve sınıflandırmalar doğal düzenliliğin beşeri ifadeleri değil bizatihi dengeye-varılamazlığı düzen lehine seferber eden doğallaştırma ve içkinleştirme mekanizmalarıdır. Burada ilk elden kriz nosyonunun ekonomi-politik hâkimiyetinden koparılıp arzu akışlarınca kuşatılan bedene havale edilişi ile karşılaşırız. Bedenin bir süreklilik bünyesi olarak değil de krizler yüzeyi olarak kavranışı bizleri tescillenmiş her türden kimliğin aslında dengesizlikle malul olduğunu ve ilk görevin tam da bu bedende örgütlenen kurumsallaşmaların ifşası olduğunu gösterir. Buna doğallaştırılmış her türlü ikiliğin esasında arzunun çoğulluğunu bir ‘görünmeyen’ üçüncü lehine (örneğin Hocquenghem’de bu üçüncü, medeniyettir) çatışma, uzlaşma, bastırma ve yüceltme gibi mekanizmalarla kalıplara dökülüşünün tespiti eşlik eder. Bu sayede düzeneklerin katmanları arasında cisimleştirilen arzuların kaçışlarını ve tuzaklarını işaretlemek, deyim yerindeyse mücadelenin yeni bir topografyasını çıkarmak mümkün hale gelir. Her halükarda kimlikler, Hocquenghem’in o güzel deyişiyle, katiyetler olarak tuzaklardır ve bilinçaltının üretici mahiyetine özler dayatan dramalar olarak işlev görürler. ‘Cinsel’ ikiliğin karşısında üçüncü olmayan bir cinsel tasavvur olarak transseksüellik, özü gözetmeyen cinsel eylem olarak homoseksüellik ve özelleşerek kimlikleri garanti altına alan bedensel hazları gruplaştırmak, Hocquenghem’in queer teorinin gelişimine de tesir etmiş olan başlıca önerilerindendir.

[1] Yayınevinin eser üzerindeki telif haklarını bildiren metin şöyle: Kadıköy’ün yağmurlu ve puslu sokaklarında hazırlanan bu kitap sizi uçurumdan atabilecek güce sahip olabilir. Herhangi bir şekilde ve özellikle izinsiz olarak iktibas edildiğinde Kadıköy’ün o bilinen, serin ve rutubetli lâneti, yıllar boyunca bunu yapanı takip eder, saçları dökülür, rüyasında sürekli olarak Kadıköy sokaklarından akın akın geçerek yıllık intiharlarını gerçekleştirmeye giden lemur sürüleri görür ve derin bir yalnızlığa gömülür.

[2] Esasında Hocquenghem’in tercih ettiği kavram “kamusallaştırmak” değil “gruplaştırmak”tır. Burada daha anlaşılır olabilmesi için bu şekilde ‘özetlemeye’ cüret etmek durumunda kaldım çünkü ‘gruplaştırma’yı tartıştığı bu dört sayfa başlı başına bir analizi hak etmekte: bkz. 101-104. 


Etiketler: kültür sanat
İstihdam