02/01/2024 | Yazar: Ali Erol
Aralık ayı gökkuşağı “köşe”lerini Erzurum Post, T24, Yeni Yaşam ve Yeni Malatya yazarlarından derledik.
Erzurum Post yazarı Mavi Yıldırım, “Kadın cinayetlerine hayır!” diyor, “Eşcinsel, transseksüel bireylere yönelik cinayetler de artarak devam ediyor” diye ekliyor.
T24 yazarı Yıldız Tar, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nü anıyor ve ekliyor: “Bildirge, insan haklarının amasız, fakatsız herkes için ve evrensel olduğunu söylese de aynı insan hakları söz konusu seks işçisi trans kadınlar olunca işlemiyor.”
Yeni Yaşam yazarı Ezgi Koman, Millî Eğitim Bakanı’nın, “hem LGBTİ+’ları hem insanlığın yüzyıllardır biriktirdiği eşitlik, barış, özgürlük gibi değerleri temel alan belgeleri açıkça hedef aldığını” yazdı.
Yeni Malatya yazarı Ali Ekber Pekşen: “Eğitim ortamları düşünce, din, dil, etnik köken, cinsiyet ve cinsel tercihler gibi bireysel ayrıcalıkları nedeniyle insanların ötekileştirilmeyeceği şekilde olmalı.”
Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) selamı esirgemeyen, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmayan, en azından homofobik ve transfobik nefret söylemlerinden medet ummayan Aralık ayı pozitif “köşe”leri Erzurum Post, T24, Yeni Yaşam ve Yeni Malatya yazarlarından derledik.
Erzurum Post yazarı Mavi Yıldırım: “Kadın-erkek eşitliği fiili olarak hayata geçirilmelidir”
Erzurum Post yazarı Mavi Yıldırım, “Kadın cinayetlerine hayır!” başlıklı yazısında, “Her gün en az 1 kadın erkekler tarafından bahanelerle katlediliyor” diyor ve devam ediyor:
“Birçok kadının intihara zorlanarak öldürüldüğünü de biliyoruz. Eşcinsel, transseksüel bireylere yönelik cinayetler de artarak devam ediyor. Basın, filimler kadın cinayetleri haberlerini magazinleştiriyor, katil erkekleri mazur hatta nereyse haklı gösterecek biçimde haberleştiriyor, kadınlara yönelik şiddeti ve cinayeti meşrulaştırıyor. Bir insanın yaşama hakkı hayalleri alınıyor elinden.
Erkeklerin öfkelerini boşalttıkları en bedelsiz aracı durumundaki kadınlar mahkemelerde konuşamıyorlar ama katillerin zina suçlamaları haksız tahrik uygulanması için yeterli kanıt sayılıyor. Yetkililer kadın cinayetlerine, şiddetine, taciz ve tecavüzlerine yönelik bir acil eylem planını mutlaka hayata geçirmelidir. Bu eylem planı ağır caydırıcı cezalar olup mutlaka indirim yapılmaksızın uygulanmalıdır. Kadın-erkek eşitliği fiili olarak hayata geçirilmelidir. Kadınlara yönelik her türlü şiddet, baskı ve ayırımcılığın önüne geçmek ve kadınların yaşam hakkını garanti altına almak için gerekli tüm adımlar atılmalıdır.”
T24 yazarı Yıldız Tar: “İnsan hakları söz konusu seks işçisi trans kadınlar olunca işlemiyor”
T24 yazarı Rıza Türmen, “Türkiye’de insan hakları haftası” başlıklı yazısında, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'nü anıyor, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edildiğini ve yeni bir çığır açıldığını hatırlatıyor ama ekliyor: “İnsan hakları haftanız kutlu olsun, diyemiyorum”
Rıza Türmen, “Türkiye, “yerli ve milli” bir iktidarın yönetimi altında, evrensel değerlerle bağını koparmış durumda. Bu değerler arasında Türkiye’de yaşayan insanların temel hak ve özgürlükleri de var. Bu hak ve özgürlüklerin iktidar tarafından hoyratça ayaklar altına alınması ve hukukun buna alet edilmesi 21. yüzyıl Türkiye’sinin en karakteristik özelliği”dir diyor ve devam ediyor: “İnsan haklarının evrenselliği, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne (İHEB) egemen olan felsefedir. Bildirinin 1. maddesi, “Bütün insanlar özgür doğarlar ve insanlık onuru ve hakları bakımından eşittirler” der. Bundan da anlaşılacağı gibi, İHEB bir evrensellik manifestosudur. Herkes insan olduğu için bu haklara sahiptir ve kimse bu hakları ihlal eden uygulamalara tabi tutulamaz.”
T24 yazarı Yıldız Tar ise insan hakları haftasındaki “İki dava, bir kamerada adalet” başlıklı köşe yazısında, “Bir tarafta evindeki kamera sayesinde katili ağırlaştırılmış olmasa da müebbet alan Hande Buse Şeker; diğer tarafta “Evinde kamera var mı?” sorusuna "Hayır" cevabı verince bıçaklanan başka bir seks işçisi trans kadın” davalarını el alıyor: “10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kutlandığı bir gün. Bildirge, insan haklarının amasız, fakatsız herkes için ve evrensel olduğunu söylese de aynı insan hakları söz konusu seks işçisi trans kadınlar olunca işlemiyor.”
“Bir tarafta evindeki kamera sayesinde katili ağırlaştırılmış olmasa da müebbet alan Hande Buse Şeker; diğer tarafta "evinde kamera var mı" sorusuna cevabı hayır olunca bıçaklanan başka bir seks işçisi trans kadın…
Hak örgütleri, trans kadınlara, özellikle geçimini seks işçiliğinden sağlayan trans kadınlara şiddetin münferit olmadığını vurguluyor yıllardır. Dünyadaki trans cinayetlerini raporlayan Transgender Avrupa (TGEU) örgütünün son raporuna göre, son bir yılda öldürülen transların yüzde 94'ü trans kadınlardı. Öldürülen transların neredeyse yarısı aynı zamanda seks işçisiydi. Sadece Avrupa'ya bakıldığında ise bu oran yüzde 78'e ulaşıyor.
Davaya katılımı reddedilen Kırmızı Şemsiye'nin Türkçeleştirdiği "Trans Seks İşçilerinin İhtiyaç ve Hakları" bilgilendirme notu, tam da bu gerçeğe ışık tutuyor. İç içe geçen şiddet döngüsünün nasıl salt adlî vakalar olarak değerlendirilemeyeceği, toplumsal ve siyasal boyutları olduğunu gösteriyor.
Ancak Türkiye'de yargı neredeyse hiçbir davada LGBTİ+ hak örgütlerini, baroların ilgili komisyon ya da merkezlerini davalara katmıyor. Katılma başvuruları, "suçtan zarar görmedikleri" gerekçesiyle engelleniyor. Bu durum ise meseleye aşina olmayan, belki de önyargılarıyla "su testisi su yolunda kırılır" diyerek bu saldırı ve cinayetleri önemsemeyen kararların çıkması anlamına geliyor. Adalet, ceza verildiğinde bile hep eksik kalıyor.”
Yeni Yaşam yazarı Ezgi Koman: “Millî Eğitim Bakanı hem LGBTİ+’ları hem insanlığın yüzyıllardır biriktirdiği değerleri hedef alıyor”
Hükümet temsilcilerinin dilinden düşmeyen “LGBT” söylemi, Eylül ve Ekim aylarında, Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in de gündemindeydi. Bakan Tekin, 24TV’den Esra Elönü’nün programında kendisine yöneltilen “LGBT, küresel tehdit... Siz de zaten bir röportajınızda bahsediyorsunuz ama neden çocuklar şu anda hedefte?” sorusunu, “Bana sorarsanız bu sorunu tartışmaya evrensel olduğunu iddia ettiğimiz temel insan hakları metinleri tartışarak bakmamız lazım. Nihayetinde LGBTİ gibi tartışmaların referans gösterildiği hep bu metinleri atıfla yapılıyor. Dolayısıyla belki onları tartışmaya açarak belki onları tekrardan yeni gelişmelere göre revize ederek tartışmaya başlayabiliriz” diye cevaplamıştı.
Yeni Yaşam yazarı Ezgi Koman, “Mutlu insanların oluşturduğu evler, aileler” başlıklı yazısında, Millî Eğitim Bakanı’nın sözlerini hatırlatıyor ve devam ediyor: “Bakan bu sözleri ile ne yazık ki hem LGBTİ+’ları hem insanlığın yüzyıllardır biriktirdiği eşitlik, barış, özgürlük gibi değerleri temel alan belgeleri açıkça hedef almış, buna karşı geliştirdikleri politika olarak da “Türk Toplumunda Aile” dersini müfredata aldıklarını açıklamıştı.”
“Türkiye uzunca bir süredir ailenin her zamankinden çok daha fazla kutsandığı bir dönemden geçiyor. Bunun en büyük sebebi iktidarın desteklediği bazı kesimlerin LGBTİ+lara yönelik nefreti. Bu kesimler LGBTİ+’ları toplum için bir tehdit olarak tanımlıyor ve nefreti gerekçelendirmenin yolunu aileyi kutsallaştırmada buluyor.
Aile kavramı her ne kadar tüm dünyada, bir yandan muhafazakâr kesimler tarafından, eşit, özgür, barış içerisinde bir yaşama karşı kutsallaştırılmaya devam ediliyor olsa da daha geniş kesimler tarafından çekirdek aile anlayışı çözülüyor, dönüştürülüyor.
“Ailenin Ölümü” adlı kitabından David Cooper, “Aile ideolojik koşullandırma aracıdır, her şeye kadir soyutlamadır, yöneticinin iktidar alanıdır, içinde yer alan insanların adlarını yitirme nedenidir. Kişiye aile içinde koşullanması sırasında verilen ilk ders, dünyada kendi başına var olamayacağıdır” der.
Anti psikiyatrinin mucidi sayılabilecek Cooper’ın, belki de çoğumuz için içten içe farklı şekillerde kutsallaştırdığımız aile ile ilgili söylediklerini kabul etmek kolay olmasa da onun haklılığını “o kutsanan ailelerde” şiddetin bin bir çeşidine maruz kalan çocuklardan, kadınlardan, çocukları -tıpkı devlet gibi- ailenin devamlılığını sağlayacak varlıklar olarak gören ve bunu dayatan tutumlardan, çocuğu aileye ait bir eşya olarak gören algıdan, kapitalist düzende sömüren sınıfın sömürüsünü devam ettirmenin bir aracı haline getirilmesinden ve insan haklarına aykırı pek çok kamusal politikadan anlayabiliriz.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde de belirtildiği gibi, kendisini gerçekleştirebileceği, mutlu, onurlu, saygın yaşayabileceği evler, aileler her bir çocuğun temel hakkı. Biz de bu yüzden yüzümüzü sadece iktidarlar tarafından kutsanan ve dayatılan değil mutlu insanlardan oluşan evlere, ailelere çevirmek, onları kurmak zorundayız.”
Yeni Malatya yazarı Ali Ekber Pekşen: “Eğitim ortamları insanların ötekileştirilmeyeceği şekilde olmalı”
Yeni Malatya yazarı Ali Ekber Pekşen, “Eğitim Aykırı Renkleri Görebilmektedir” başlıklı yazısında, “Eğitim sisteminin temel amacı, insanın yaratıcılığı dikkate alınarak belirlenmeli. Eğitim kurumları bu dinamik anlayışla kurulmalı” diye yazdı.
“Eğitim kurumlarının tüm etkinlikleri; insana saygıyı ve güveni esas alacak şekilde, her insanın bir değer olduğu ve yaratıcı yeteneklerinin gelişebileceği gerçeğini dikkate alarak düzenlenmeli. Eğitim ortamları düşünce, din, dil, etnik köken, cinsiyet ve cinsel tercihler gibi bireysel ayrıcalıkları nedeniyle insanların sorgulanmayacağı ve ötekileştirilmeyeceği şekilde olmalı. İnsana saygının ve güvenin, bireyin aydın olarak yetişmesiyle ilgili eğitimin en temel şartlarından olduğu bilinmelidir.”
***
LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…
Etiketler: insan hakları, medya, siyaset