05/01/2021 | Yazar: Ali Erol

2020’nin son ayından LGBTİ+’lar için gökkuşağı “köşe”leri BirGün, Evrensel, Agos ve HaberTürk yazarlarından…

LGBTİ+’lar için Aralık ayı gökkuşağı “köşe”leri Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan pozitif “köşe”leri okumaya devam ediyoruz.

2020 senesinin son ayı Aralık’ta LGBTİ+’lar için gökkuşağı “köşe”lerini BirGün, Evrensel, Agos ve HaberTürk gazetelerinden derledik.

BirGün: “LGBTİ’lerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri, kamu makamlarının nefret söylemine maruz kaldı”

BirGün’den İbrahim Ö. Kaboğlu, Covid-19 salgını kaynaklı “olağanüstü hal” koşullarında, “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğar” başlıklı köşe yazısıyla İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni (İHEB) anıyor.

“Türkiye açısından durum ne?” diye soran BirGün yazarı, “en çok ihlal edilen özgürlük ve mağdurlara, sonra ihlal edenlere ve nedenlerine” bakıyor.

Aynı zamanda TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi de olan köşe yazarı, “Kamu makamlarının eşitliği zedeleyici ve çok yönlü ayrımcılık yaratan söylem, işlem ve eylemleri, hak ve özgürlükler ihlaller yelpazesini genelleştirdi” kaydıyla, “Eşitlik ve Ayrımcılık” maddesini de ele alıyor ve ekliyor: “Kadınların şiddete karşı en çok korunmaya ihtiyaç duydukları bir dönemde İstanbul Sözleşmesi tartışmaya açıldı. LGBTİ bireylerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri, kamu makamlarının nefret söylemine maruz kaldı. Partizanlaştırılan devlet yönetiminde iktidardan yana olmayanlara karşı nefret söylemi yaygınlaştırıldı; sağlık emekçileri dahil suçlu ilan edildi.”

BirGün gazetesi yazarlarından Yakup Kepenek de, “Bir başka başkanlık!” başlıklı köşe yazısında, başkanlık seçimlerinin ardından ABD Anayasası’na değiniyor: “ABD Anayasası’nın kurumsal yapısı, tüm yetersizliklerine karşın, yalnızca Trump gibi aşırı sağcı demokrasi düşmanlarının saldırılarını kolayca savuşturarak demokrasiyi ve özgürlükleri korumakla kalmıyor, kadından çevreye hemen her konuda ilerici ve çağdaş adımlar atılmasının da altyapısı oluyor.”

BirGün yazarı Kepenek, açık eşcinsel siyasetçi Pete Buttigieg’i de anıyor ve “Eşcinsel bakan adayı” ara başlığıyla, ABD Anayasası’nın tanıyıp kouruduğu eşit temsil ilkesi çerçevesinde ilgili bakan isimleri arasında, “Biden’ın, önseçimlerde yarıştığı, eşcinseli Ulaştırma Bakanlığına” aday göstermesini kayda geçiriyor. 

BirGün yazarı Erk Acarer, “Selefiler rahat olsun, sadece istismar kurbanı çocuğun hakkını savunan STK’ler kapatılacak!” başlıklı köşe yazısında, İçişleri Bakanlığı’nın sivil toplum kuruluşlarına (STK) kayyum atama yetkisini yasalaştıran ‘Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi’nin Meclis’ten geçmesini ele alıyor.

BirGün yazarı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ı arayarak, “Yasanın, STK’lerin İslami çalışmalarını engellemesi söz konusu değil” açıklaması yapmasını aktarıyor ve ekliyor: “Kim etkilenecek? Şimdi, istismara uğrayan çocuklar, öldürülen kadınlar, mağdur sığınmacılar, şiddet öznesi LGBTİ+ bireyler, bacakları kesilen canlılar, altın için tarumar edilen ormanlık alanlar, peşkeş çekilen doğal kaynaklar biraz daha kimsesizleşecek.”

Son olarak, Aralık ayı BirGün yazarlarından Selçuk Candansayar, “Errkeklikten özgürleşmek” başlıklı köşe yazısında, cinsel taciz ifşalarını ele aldı: “İsyanın, erkeklerin desteğine değil yoldaşlara ihtiyacı var. Cinsiyet, diğer kimlik politikalarından farklı bir alan. Cinsiyet mücadelesi sınıf mücadelesi karakteri taşıyor. Bütün cinsel yönelimleri ezen ve insan cinselliğinin üretimini denetleyerek, üretilen “haz ve hayat”ı sömüren bir errkeklik sınıfı var.”

Evrensel: “Bir bekçi, jandarma ya da polis, bir LGBTİ derneğinde neyi, ne amaçla kontrol edecek, neyi nasıl denetleyecek?”

Evrensel gazetesi yazarlarından Sevda Karaca, “Kitle örgütlerini imha kanun teklifi” başlıklı köşe yazısında, ““Kitle imha silahlarının yayılmasını önlemekle kitle örgütlerinin imhası; ne alaka” diyebilirsiniz” diyor ve devam ediyor: “Yok bir alaka! Kanun teklifi, derneklerin çalışmalarını yok edecek, adeta “imha” etkisi yaratabilecek mevzuat değişikliği öngörüyor.”

Evrensel yazarı Karaca, “zaten aşırı bürokratik formaliteler ve baskılar altında olan dernek faaliyetlerinin özellikle “Yandaş olup olmama” ikileminde büyük bir keyfiyetin hüküm sürdüğü koşullarda” sürdüğünü belirtiyor, kadın ve LGBTİ derneklerinin yaşayabileceği sorunları sıralıyor:

“Zaten çok uzun süredir yandaş olmadıkça devletten destek alamayan, sistematik yıldırıcı politikalarla iş yapmaları engellenen, ancak yardımlar, bağışlar, proje bazlı faaliyetler ve fonlarla ayakta kalabilen kadın ve LGBTİ örgütleri böylelikle iyiden iyiye kaynaksız ve dayanaksız bırakılacak, birbirleriyle dayanışma ve ortaklık ilişkileri zayıflatılacak, üstelik de kadın ve LGBTİ örgütlerince sağlanan psikososyal ve hukuki destek, sosyal hizmet ve dayanışma faaliyetleri kriminalize edildiği için, bu hizmetlere ihtiyacı olanlar başvuru yaparken tedirgin olacak, belki de başvuru yapamayacak. Bu, ayrıca bu derneklerin çalışmalarıyla hayata tutunanlar için de büyük bir risk demek.”

“Sivil toplum kuruluşlarına yapılacak denetimleri yapacak görevlilere polisler, bekçiler, jandarmalar ve benzeri kamu görevlileri de ekleniyor üstelik. Düşünelim şimdi; halihazırda bu ülkede kadın ve LGBTİ örgütlerine yönelik devlet politikaları, yaygın nefret ve ayrımcılık düşünüldüğünde denetlemelerin bir sopa olarak kullanılmayacağını kim söyleyebilir? Bir bekçi, jandarma ya da polis, bir insan hakları derneğinde, bir kadın derneğinde, bir LGBTİ derneğinde neyi, ne amaçla kontrol edecek, neyi nasıl denetleyecek mesela? Hangi dosyalara, hangi içeriklere, ne ölçüde bakabilecek? Cevabı yok, ağam öyle istedi hukuku…”

Evrensel yazarlarından Serdar M. Değirmencioğlu, “Rejimin cenderesi” başlıklı köşe yazısında, bir gençlik kuruluşunca yaz aylarında internet üzerinden yapılmış bir araştırmayı ele alıyor: “Araştırmaya katılanlara, yani gençlik alanında çalışan kişilere, Türkiye’de hangi ayrımcılığın ne sıklıkla yaşandığı sorulduğunda ilk sırada cinsel yönelime ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılık, ardından siyasi görüşe dayalı ayrımcılık ve mülteci/göçmen statüsü nedeniyle ayrımcılık vurgulanmış.”

Evrensel yazarlarından Mehmet Özyazanlar ise “Testosteron lağımı” başlıklı köşe yazısında, futbol ortamındaki cinsiyetçiliği yazdı: “Böyle bir ortamda, futbol dünyasını yakından izleyen çocukların ve gençlerin, kadınlara ve diğer farklı cinsel yönelimlere saygı duyacak, onları eşiti sayacak bir düşünsel gelişime ulaşması beklenebilir mi? Yoksa erkekliğin yüceltilip diğer bütün cinsel yönelimlerin aşağılandığı bir ortamdan yeni tacizciler, yeni tecavüzcüler, yeni caniler mi ürer?”

Agos, Ohannes Kılıçdağı: “Bir ülkedeki hâkim siyasi kültür devlete mi, topluma mı, yoksa bireye mi öncelik veriyor?”

Agos gazetesinden Ohannes Kılıçdağı, “Komşunun mesajı” başlıklı köşe yazısında, “Bir ülkedeki hâkim siyasi kültür devlete mi, topluma mı, yoksa bireye mi öncelik veriyor?” diye soruyor: “İşte bu sorunun cevabı, demokrasinin yerleşip yerleşmeyeceğinde önemli oluyor ve genellikle, bireyi diğer ikisine ezdiren topraklarda demokrasi yeşermiyor. Dediğimiz gibi, Türkiye’de hem toplum, hem birey devletten sonra geliyor. Diğer ikisi devletin var olmak için tükettiği besin gibiler Türkiye’de.”

İnanıyoruz ki Siyahların hayatları değerlidir, Hiçbir insan yasadışı değildir, Aşk aşktır, Kadın hakları insan haklarıdır, Bilim gerçektir, Su hayattır, Bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir” ifadelerinin yer aldığını belirttiği ABD’den bir bahçe levhası paylaşan Agos köşe yazarı, devam ediyor: “Türkiye’deki Suriyelileri düşünün, kadınlara karşı şiddeti düşünün, LGBTİ bireylere yapılan saldırıları düşünün, özellikle Covid salgını sırasında daha da belirgin hâle gelen bilim düşmanlığını veya bilimi umursamamayı düşünün ve tabii, Türkiye’nin en büyük çevre sorunu olan su problemini düşünün. Hepsi bu kısa ‘manifesto’da var.”

HaberTürk, Serdar Turgut: “Eşcinsellik dışında her tür cinsellik için de…”

HaberTürk gazetesinden Serdar Turgut, “LGBTİ ve çocuklar” başlıklı köşe yazısında, Ticaret Bakanlığı’nın “LGBT işareti ve sembollerinin bulunduğu ürünlerin satışında +18 ibaresi bulundurulmasına” karar vermesine tepki olarak Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün yaptığı açıklamaya yer verdi. 

Kulüp tarafından yapılan açıklamanın başlığında ‘LGBTİ+ (olan) çocuklar vardır’ denildiğini belirten HaberTürk köşe yazarı, “LGBTİ ve çocuklar konulu bir yazı uzun süredir kaleme almak” istediğini belirtiyor ve ekliyor: “Boğaziçi gibi iyi bir üniversite bünyesinde LGBT+ çalışmaları kulübünün bulunmasını sevinçle karşıladım.”

“Önemli ve hassas bir konu” ara başlığını ekleyen köşe yazarı, tavrını açıklıyor: “İnsanın cinselliğinin bir tercih olmadığını ve bunun doğuştan olduğunu düşünüyorum. Yani direkt söylersem eşcinsel olmanın bir tercih konusu olmadığını ve bunun insanın doğuşundan belirlenmiş bir fiziksel gerçek olduğunu düşünürüm. Eşcinsellik dışında her tür cinsellik için de bunu söyleyebiliriz. Ve bunun gen üzerine yapılmış çalışmalarla da desteklendiğini okudum. Dolayısıyla çocuklarda eşcinsellik olabileceği önerisine karşı değilim, olamam da.”

HaberTürk yazarı Turgut, “rahatsız olduğu” ve “zor bir konu” diye devam ederken, çocuk yaşta hemen karar vermek yerine, ailenin, “çocuğun kendi başına keşfi için tavır alınmadan uygun ortam sağlanması” ile “kendisini kendi başına daha fazla keşfetmesi için zaman sağlanması”nın “daha doğru bir tavır” olduğunu düşündüğünü de ekliyor: “İnsanın kendi cinselliğini keşfetmesi için makul bir zamana ihtiyacı olduğunu ve ona keşfetmiş olduğu cinselliği ile hitap edip davranmak için 18 yaşını beklemenin de doğru olabileceğini düşünüyorum. Bu konu tabii ki üzerinde tartışılması ve düşünülmesi gereken önemli bir konu çünkü her ailenin yaşayabileceği bir mesele. Konuyu düşünürken tartışırken sakin ve sağduyulu olmak gerekir ve hiçbir bireyin özgürlüğüne ve haklarına zarar gelmemesi için özen de göstermeliyiz.”

***

LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…


Etiketler: medya
nefret