22/03/2023 | Yazar: Ali Erol
Şubat ayından gökkuşağı “köşe”leri Agos, Duvar, Evrensel, Yeni Yaşam, T24 ve BirGün yazarlarından geldi.
LGBTİ+’ların, “Türkiye’de en acımasız biçimde susturulan insanlar” olduğunu söyleyen Agos yazarı Baskın Oran, Muhalefetin Mutabakat metinde LGBTİ+’lara yer verilmemesinin “utanç” olduğunu yazdı...
Duvar yazarı Mete Kaan Kaynar, “Koskoca Ortak Mutabakat Metni’nde ne cinsel yönelim ne de LGBT+ kelimesi geçiyor” diye yazdı...
Evrensel yazarı Hüsnü Öndül, Türkiye’nin, “yurttaşlarının hak ve özgürlüklerini tanımak, korumak, uygulamak ve geliştirmek yerine yurttaşlarının hak ve özgürlükleri konusunda pazarlıkçı yaklaşımlarını sürdürdüğünü” yazdı...
Yeni Yaşam yazarı ayşe düzkan, “toplumsal düzeyde laikleşmeyi hedefleyen her siyasi oluşumun lgbti+’ları, güvenliklerini, varoluşlarını, taleplerini ve haklarını, özellikle sahiplenmesi” gerektiğini yazdı...
T24 yazarı Tuğçe Tatari, muhalefetin özgürlük vaat ettiğini ama “demokrasinin en kritik eşiğinin “azınlıkta kalanların çoğunluklar karşısında korunması” olduğunu” kulak arkası ettiğini yazdı...
Evrensel yazarı Yücel Demirer, afetlerde, “kırılgan ve korunmasız kategorilerin özgün ihtiyaçlarının” gözetilmesi gerektiğini yazdı...
“Sanılanın aksine insan insanın kurdu değil yoldaşı” olduğunu söyleyen BirGün yazarı Selçuk Candansayar, depremin ardından, “iyileşmek mi istiyoruz, haydi politik eyleme!” diye yazdı...
Evrensel yazarı M. Sinan Birdal, “gün döner, bugün yüzünüze bakmayanlar sizden de önde bayrak elde yürür” diye yazdı, “o gün geldiğinde kim ne tavır almıştır unutmayın yeter” diye ekledi...
Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) selamı esirgemeyen, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmayan, en azından homofobik ve transfobik nefret söylemlerinden medet ummayan Şubat ayı pozitif “köşe”leri Agos, Duvar, Evrensel, Yeni Yaşam, T24 ve BirGün yazarlarından derledik.
Agos yazarı: “Türkiye’de en acımasız biçimde susturulan insanlardan tek kelime bahis yok: LGBT’ler”
Agos gazetesi köşe yazarı Baskın Oran, “Türkiye’de bölücülüğün safkan ekürisi: Truva Atları” başlığı altında yazdı:
“Muhalefetin 240 sayfalık Mutabakat metinde, Türkiye’de en acımasız biçimde susturulan insanlardan tek kelime bahis yok: LGBT’ler. Tek kelimeyle, utanç! Ayrıca, kadınlara bir miktar güvence getiren İstanbul Sözleşmesi’ne geri döneceğiz demek cesareti dahi gösterilememiş. Böyle şeyleri en çok, Saadet Partisi adlı Truva Atı’na borçluyuz. Ama sadece ona yüklemek fazla insafsızlık olur çünkü Parti bu rezil ortamda tabanını Fatih Erbakan’a kaptırma ürpertisi içinde. Bu olayın özü, bütün Millet İttifakı’nın “aman, ne derler sonra, oğlunu bilmemne yapmak istiyo buuu, derler!” kompleksi.”
Duvar yazarı: “Koskoca Ortak Mutabakat Metni’nde ne cinsel yönelim ne de LGBT+ kelimesi geçiyor”
Duvar yazarı Mete Kaan Kaynar, “Mutabakat Metni'nde olmayanlar” başlıklı köşe yazısında, “LGBT+’lar” ara başlığı altında yazdı:
“Onlar zaten yok. Koskoca Ortak Mutabakat Metni’nde ne cinsel yönelim ne de LGBT+ kelimesi geçiyor. Metin’de kadına yönelik şiddet ile ilgili detaylı öneriler görülüyor ki bu oldukça iyi ama Metin’de “kadın”ın içinde var olduğu toplumsal kurumlardan azade bir “birey” olmaktan çok aile içinde tanımlanması (“Kadın, Aile ve Çocuk Bakanlığı” kurulması vaadinde olduğu gibi) ve farklı cinsel yönelimlere yer verilmemesi büyük bir eksiklik. Muhtemeldir ki yine hem Saadet Partisi’ni kızdırmamak adına hem de Cumhur İttifakı tarafından gelecek “Millet İttifakı homoları savunuyor!” kepazeliği ile yüzleşmemek adına böyle bir sorunu da görmezden gelmeyi tercih ettiler.”
Evrensel yazarı: “Mutabakat metni, LGBTİ+’ların sorunlarını ve haklarını adıyla sanıyla anmıyor”
Evrensel yazarı Hüsnü Öndül, “Barış ve demokrasi iradesi” başlıklı köşe yazısında, “Mutabakat metninde, klasik Türkiye politik ve bürokratik aktörlerinin tavrı var” diye ayzdı: “Yurttaşlarının hak ve özgürlüklerini tanımak, korumak, uygulamak ve geliştirmek yerine yurttaşlarının hak ve özgürlükleri konusunda pazarlıkçı yaklaşımlarını sürdürüyorlar.”
Türkiye’nin AET ile Ankara Ortaklık Antlaşması’nın tarihinin 1963 olduğunu, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday üye ülke olarak ilan edildiği Helsinki zirvesinin (Aralık 1999) üzerinden neredeyse çeyrek yüzyıl geçtiğini hatırlatan Evrensel yazarı Öndül, 6 siyasi parti tarafından hazırlanan ve kamuoyuna açıklanan ‘ortak politikalar mutabakat metni’ adlı 30 Ocak 2023 tarihli, 240 sahifelik çalışmayı okuduğunu söylüyor ve devam ediyor:
“Hemen belirtmeliyim ki, çalışma çok kapsamlı. Kapsam dışında kalan konular demeyelim de doğrudan adı telaffuz edilmeyen konular ve sorunlar var. Söz gelimi adıyla sanıyla Kürt sorunundan, savaş sorunundan ve elbette barış hakkından; adıyla sanıyla, kendi oldukları gibi yaşama hakkına sahip olan LGBTİ+ların sorunlarından ve haklarının tanınmasından; Alevi yurttaşların eşit vatandaşlık haklarından ve kültürel haklarından; doğrudan kendisine çalışmada yer bulamayan, ancak dolaylı anlatımla gündemde yer alacağı anlaşılan çok önemli ve değerli bir ulusalüstü insan hakları belgesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden, adıyla sanıyla söz edilmemesi gibi…”
Yeni Yaşam yazarı: “laikleşmeyi hedefleyen her siyasi oluşumun lgbti+’ları, güvenliklerini, varoluşlarını, taleplerini ve haklarını, özellikle sahiplenmesi gerekiyor”
Yeni Yaşam yazarı ayşe düzkan, “azgın azınlık ya da seçimle değişmeyen şeyler” başlıklı köşe yazısında, “bugün, bu topraklarda, “yahudi”, “keşke verilmeyecek sarı öküz”, “keşke dövdürülmeyecek papaz” lgbti+’lar” olduğunu yazdı: “akıl, vicdan, ilke bir yana, bu bile onlara sahip çıkmayı gerektirmez mi?”
hiranur vakfı davasında ismailağa cemaati üyelerinin attığı “azgın azınlık” sloganınından hareket eden Yeni Yaşam yazarı ayşe düzkan, “onlar “azgın azınlık” ifadesiyle ağırlıklı olarak lgbti+’ları –belki bir de feministleri- kastediyor ama bu ifade çocuk istismarının cezasız kalması için gösteri yapanları yani onları tanımlamak için çok daha uygun değil mi?” diyor.
“öncelikle, özellikle bilinçli, örgütlü lgbti+ topluluk ve tabii feministler tarikat örgütlenmelerinin çocuk istismarı için kullanılmasına karşı ama bu açık zulme karşı olanları onlarla sınırlamak gerçekçi değil. diğer yandan, çocuk istismarı gibi bir suçu, bu kadar açık bir biçimde, toplu halde savunmak nasıl mümkün olabilir? azınlıktalar şükür ama toplumun tepkisinden çekinmiyorlar. çünkü geçtiğimiz 20 yılda toplum, din adına yapılan hiçbir şeyi yargılamaz, yadırgamaz bir hale geldi.”
“buna karşı ne yapmalı? bu zihniyetin şeytanlaştırdığı kesim ve fikirlerden uzak durarak geriye mi kaçmalı yoksa bunlara yani lgbti+’lara, kadınların cinsel özgürlüğüne, çocukların ailelerinden de korunmasına sahip mi çıkmalı? ikincisinin hem ilkesel olarak hem de taktik anlamda daha doğru olduğuna inanıyorum. çünkü şu kritik anda geriye doğru atılacak adımlar, boşluğa atılır. oradan tekrar ileriye doğru yürümek zor çünkü o adımı, sizi sarmalayıp boğacak o karanlık zihniyetin içine doğru atmış olursunuz.
o yüzden, “bu ahval ve şerait altında” kurumsal ve toplumsal düzeyde laikleşmeyi hedefleyen her siyasi oluşumun lgbti+’ları, güvenliklerini, varoluşlarını, taleplerini ve haklarını, özellikle sahiplenmesi gerekiyor.”
T24 yazarı: “Muhalefet, demokrasinin en kritik eşiğinin “azınlıkta kalanların çoğunluklar karşısında korunması” olduğunu kulak arkası ediyor”
T24 yazarı Tuğçe Tatari, “Biz bu mücadeleyi muhalefeti eleştirememek için mi verdik?” başlıklı köşe yazısında, “Muhalefet özgürlük, demokrasi vaat ediyor ama demokrasinin en kritik eşiğinin “azınlıkta kalanların çoğunluklar karşısında korunması” olduğunu kulak arkası ediyor” diye yazdı.
“Eşle dostla sohbet bile, “evet ama eleştirmeyelim…” noktasında kitleniyor, çok acıklı! Bakınız geçtiğimiz hafta LGBTİ’lerin yaşamını ve güvenliğini etkileyecek görüşmeler yapıldı Meclis’te. TBMM Anayasa Komisyonu’nda LGBTİ’ler, bir üroloğun da katılımıyla yapılan değerlendirmelerde resmen ‘ucube’leştirildi desek ileri mi gitmiş oluruz? Maalesef hayır. Sapkınlığa, hastalığa, anormalliğe vardırılan; dışlanmayı, ezmeyi, yok saymayı meşrulaştıran, çetin süreçlerden geçerek var olmaya çalışan trans bireylerin nikâhlanmalarının önünün kapatılmasını açacak, kazanılmış hakların kaybı ve topraklarımızda sıklıkla cereyan eden şiddetin, olası cinayetlerin önünü açacak birtakım ‘resmi söylemler’e tanık olduk.
Ve muhalefetin bu konuda da asla bir çıkış yapmadığını gördük. Özetle muhalefetin savunmaktan korktuklarını, iktidar suçlamak ve karalamak konusunda gayet cüretkâr davranıyordu. Üstelik bu hamlelerini yazılı olarak anayasaya ‘aileyi korumak’ adına sokabilecek kadar ‘sağlam duruyor’du düşüncesinin arkasında! Peki bu durumda ’özgürlüklerin savunucusu’ olma iddiasındaki muhalefet neden ölü taklidi yapıyordu? Nedeni belli. Toplumun bir kesiminin tepkisini çekmemek adına bir ‘azınlığın’ haklarını savunmaya cesaret edemiyorlardı. ‘Küçük bir parça’yı kaybetmeye razı geliyorlardı! Demokrasinin en kritik eşiğinin “azınlıkta kalanların çoğunluklar karşısında korunması” olduğunu kulak arkası ediyordu. Tıpkı kadın hakları konusunda tarikat ve cemaatlerin tepkisini çekmemek için İstanbul Sözleşmesi’nden söz etmedikleri gibi… Orada da ‘küçük bir kitleyi’ gözden çıkarmayı yeğliyorlardı!”
Evrensel yazarı: “Afetlerde, kırılgan ve korunmasız kategorilerin özgün ihtiyaçları gözetilmeli”
Evrensel yazarı Yücel Demirer, “Depremin eşitsizliği, eşitsizliğin depremi” başlığı altında, “‘Doğal afet’ denilen ama Türkiye’deki sonuçları hiç de doğal olmayan deprem”in ardından yazdı: “Doğal afetle karşı karşıya kalan kategoriler arasındaki farkları vurgulamak ve bu kategoriler arasında eşit olmayan ihtiyaç hiyerarşisini öne çıkarmak kimilerinin bol keseden söylediği gibi “bölücülük ve yıkıcılık” olmayacaktır. Aksine, afet yönetiminde farklara duyarlı bir elastikiyet, kaynakların adil dağılımını olduğu kadar, her türden riskin dağılımının da adil olmasını sağlayacaktır.”
“Deprem dahil olmak üzere bir doğal afetten etkilenenler sıklıkla “afetzede” ya da “afet kurbanı” gibi genel kavramlarla, sanki içerilenlerin hepsi eşitmiş gibi tanımlanır. Bu indirgemeci tanımlama biçimi sınıf, cinsiyet, etnik köken, yaş, cinsel yönelim, kültürel farklar ve engellilik durumu gibi ayrımları içermediği gibi, afet yönetimi sırasında bunların görünmez kılınmasına da neden olur. Felaketin sonuçlarıyla başa çıkmak ve dayanışma düzeyini artırmak için yapılan genellemeler bir dereceye kadar anlaşılır olsa da aslında gerçekliği yansıtmaz.
Herkes doğal afetten ve onun uzun erimli sonuçlarından eşit düzeyde etkilenmez. Olağanüstü durum ve dönemlerde herkese aynı biçimde davranmak ve mutlak bir eşitlikçilikte ısrar etmek, hedeflenen sosyal adaleti geliştirmek yerine yok edebilir de. Halihazırda baskın ve etkin olan iktidar ilişkilerinin yeniden üretilmesine neden olur. Bu nedenle afet sırasında ve sonrasında adalet arayanların, toplumsal dayanışma fikri çerçevesinde hareket edenlerin indirgemeci tanım aralıklarına karşı çok dikkatli olmaları gerekir.
Ayrımları önemsemeyen yaklaşımlarda öne çıkan baskın eğilim doğal afetin kendisine ve onun karşısında verilen bireysel yanıta odaklanmaktır. Buna alternatif yaklaşımlar ise özellikle kırılgan ve korunmasız kategorilerin özgün ihtiyaçları ile ilgilidir.”
BirGün yazarı: “İyileşmek mi istiyoruz, haydi politik eyleme!”
BirGün yazarı Selçuk Candansayar, “Psikiyatri değil politik eylem iyileştirecek” başlığı altında, 6 Şubat Depremi sonrası da psikiyatrlar, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, psikolojik danışman ve rehberlerin hızla organize olduklarını belirtip, “kamusal sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve çalışmaya başladık bile” derken ekledi: “Ama depremzedeleri ve ülkeyi iyileştirecek olan, psikiyatri disiplini değil! Felaketler sonrası insanı, toplumu iyileştirecek olan; ne oldu, neden oldu, önlenebilir miydi, sorumluları kim/ler ve sorumlular, yaptıklarının hukuki ve siyasi bedelini ödediler mi, sorularının yanıtlarının verilebilmesidir.”
“Sanılanın aksine insan insanın kurdu değil yoldaşıdır; hele felaket zamanlarında. İnsanın milyon yıllık genetik mirası “bir arada, grup içinde yaşama ve birlikte hayatta kalma” şeklinde evrimleşmiştir. Otorite boşluğunun neden olacağı karmaşa birkaç gün bile sürmez. İnsanlar hemen ortak ideal etrafında bir araya gelirler. Ortak temel ideal, hayatta kalmadır. Bu öylesine kadim ve güçlü bir mirastır ki, yüzlerce kilometre uzaktakinin bile içini kıpır kıpır ettirir. Şimdi deprem bölgesi dışındaki insanlar, deprem bölgesindeki türdeşlerine sorumluluk hissediyorlar. Milyon yıllık bir his bu. Deprem bölgesindekiler ise hemen küçük örgütlenmeler kuruyorlar ve bir araya geliyorlar.
Evet, kötü insanlar da var, hep olmuştur. Felaketten, kargaşadan bireysel çıkar elde etmeye çabalayan, yağmaya kalkan, canını kurtardıktan sonra fırsattan yararlanıp kesesini şişirme derdine düşenler de olacaktır. Ama inanın hiçbir zaman çok küçük bir azınlıktan fazlası değillerdir.”
“Felaket sonrası asıl dikkat edilmesi gereken, gerçek suçluların sorumluluklarını örtbas etmek için felakete en zayıf halde yakalananları hedef gösterme çabalarıdır. Bölgedeki göçmenleri hedef gösterenler, gerçek suçluların sorumluluklarını gizlemeye çalışıyorlar, unutmayın! Kadınlara, yoksullara, yaşlılara, göçmenlere, LGBT’lere yönelik hedef göstermelere kanmayın. Yakınlarını kaybetmiş, çaresiz, aç susuz kalmış, barınacak yer bulamayanların manevi sığınma ihtiyaçlarını sömürmeye ve buradan hem suç saklama hem güç devşirme peşinde olanları ifşa edin.”
“Hepimizi politik seçimlerimiz ve seçimlerimizi belirleyen politik yapılar iyileştirecek. Ya özgürleştirici bir iyileşme ya da örselenmiş bir hasta olarak kalma hali. İyileşmek mi istiyoruz, haydi politik eyleme!”
Evrensel yazarı: “Gün döner, bugün yüzünüze bakmayanlar sizden de önde bayrak elde yürüyor olur”
Evrensel yazarı M. Sinan Birdal, “Mutabakat ve hücredekiler” başlıklı köşe yazısında, “LGBTİ+lar CHP’nin helalleşme politikasının peşinatını ödemiştir!” diye yazdı ve ekledi: “Sanki üniversitelerde, kamu kurumlarında başörtüsünü LGBTİ+lar yasaklamıştır!”
“İktidar, kadınların ve LGBTİ+ların haklarını kısıtlayıcı bir şekilde anayasayı değiştirirken, altı muhalefet partisinden oluşan Millet İttifakı ortak mutabakat metnini açıkladı. Haklarını koruyacak araçlardan mahrum olan bir kitle, kendilerine yönelik önyargıların, nefretin, ayrımcılığın bir seçim kampanyası için seferber edildiği bir süreç yaşıyor. Nefretin hedefindeki kitle kendi iradesi dışında yakasından paçasından çekile çekile meydana çekilip aşağılanmaya, kötülenmeye, cezalandırılmaya başlandı.”
Evrensel yazarı Birdal, “Peki, ses çıkarmaya çalışan bir avuç insan dışında seyirciler ne yapıyor?” diye soruyor ve devam ediyor: “Muhalefet endişeli. 14 Mayıs seçimlerinin Erdoğan ve LGBTİ+ hakları arasında bir referanduma dönüşeceğinden korkuyorlar. Haklılar. LGBTİ+lar da bundan korkuyor. Hatta aklı başında her insanın düşünebileceği gibi muhalefetten daha fazla korkuyorlar. Ancak ne yapmalı? Yolun gideceği patika belli: LGBTİ+ların kendilerini gizlemeden yaşamaları suç haline getirilirken korku ve sessizlik içinde oturmalılar mı? Ne yapabilirler? LGBTİ+lar muhalefete ulaşamıyor. Talepleri, dayanışma çağrıları içine tıkıldıkları siyasi izolasyon hücresinde yankılanıyor. Çağrılara gelen tek cevap diğer izolasyon hücrelerinden geliyor. Fiilen bu memleketin bodrumdaki hücrelerine tıkılmış diğer hak arayanlardan.”
“Mevcut rejimin onaylanıp, reddedileceği bir genel seçim”in “bir LGBTİ+ hakları referandumuna dönüştürülüyor” olduğunu yazan Evrensel yazarı Birdal, “Gün döner, bugün yüzünüze bakmayanlar sizden de önde bayrak elde yürüyor olur” diye ekliyor:
“2015’ten beri giderek artan bir endişe ve korku ortamında yaşayan lubunyaları zor günler bekliyor. Endişe ve korkudan bunları bastırarak kaçamayız. Tersine bunlar gerçekçi korkular. Kabullenelim ve bunlara rağmen mücadele etmenin yollarını arayalım. Gerçekçi bakarsak durum şudur: Gökkuşağı 2013 Gezi protestolarının bayrağı olmuş, yetmemiş merdivenlere, duvarlara, hatta kaldırım taşlarına, mantarlarına işlenmiştir. Barikatlarda sallanan gökkuşağı bayrağı dünyada da Gezi’ye ilişkin tutumda etkili olmuş, AKP’nin liberalizm iddiasını yerle bir etmiş, iktidar bütün bunların faturasını lubunyalara kesmiştir. Bu ortamda 2013 muhalefeti kendini yenilemek, Y kuşağına ulaşabilmek için gökkuşağı bayrağı sallamakta adeta birbiriyle yarışmıştır. Şimdiki yalnızlığımıza bakıp beise kapılmayınız. Gün döner, bugün yüzünüze bakmayanlar sizden de önde bayrak elde yürüyor olur. O gün geldiğinde kim ne tavır almıştır unutmayın yeter.”
***
LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…
Etiketler: insan hakları, medya