15/01/2024 | Yazar: Gözde Demirbilek

İlker Hepkan ile şiirin etrafında dolaşarak ilk kitabı Beyefendiler üzerine konuştuk.

“Okuyucunun farklı anlamlar yaratması bu oyunun bir parçası” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İlker Hepkan’ın ilk kitabı “Beyefendiler” geçtiğimiz ay, “Şiir direnirse kazanacak!” diyen 160. Kilometre Yayınları’ndan çıktı.

Kitap elime ulaştığında, okumaya başlamadan önce onu evin içinde biraz dolaştırdım. Koltuğun L kısmı, aynasız vitrin, yemek yemek için kullanılmayan yemek masası, uzun kalorifer peteği ve en sonunda bürosit. Sanıyorum bu kitabı eve, evi kitaba alıştırma süreci, İlker de kitapla birlikte evime ilk kez gelmiş olduğu için oldu. Her neyse, çalışma masamın başında gördükten sonra ben Beyefendiler ile evde görüşmek istemediğime, dışarıda bir randevunun birbirimizi tanımaya başlamak için daha uygun olacağına karar verdim. Beyefendiler de evle ilgili düşünceleri oluştuysa rahatça söyleyebilsin istedim herhalde. Gezdik dolaştık, hayli bi’ yol da yaptık ve daha çok ben onları okudum takdir edersiniz ki, sonunda eve birlikte döndük.

Yeni yılın ikinci gününde de İlker ile evlerden buluşup Beyefendiler üzerine konuştuk. Lafı daha fazla uzatmadan, keyifli okumalar dilerim!

“Şarkılardan kaçmıyorum, hatta onları şiire alıyorum”

Gözde: Öncelikle ilk kitabını kutlarım. Sana şiirle ilgili ve kitaba özel sorularım var bugün. Tabii biraz sonra şiirlerin içre bazı ifadeleri seçip onlarla ilgili neler hayal etmemiz gerektiği gibi sorular da soracağım ama önce biraz daha genel böyle konuşalım diyerek ilk sorumu soruyorum: Şiir yazmaya “karar verdiğin” bir an var mıdır? Yazmaya genelde nasıl başlarsın?

İlker: Çok teşekkür ederim. Genelde beklemediğim anlarda geliyor yazma isteği. Böyle, ilhama gelip şarkı yapar gibi, “Oturdum, kaydettim” gibi duyuluyor galiba ama hakikaten beklemediğim anlarda yazmaya başlıyorum. “Bunu yaşadım, haydi şimdi oturayım bir şiir yazayım” diye bir şey olmuyor gerçekten. Böyle, hani bir duygunun içinden geçerken bir şey yaparken eğer ortam da müsaitse ya da bazen çok müsait olmadığında bile kendimi biraz dışarıya alarak aklıma gelenleri karalıyorum. Fakat yani o ilk çıkma anından daha sonra üzerinde çok fazla çalışıyorum.

Bazen bir kelime aklıma gelmiyor. Onu bırakıyorum. Yeni, başka bir şey yazıyorum. Sonra onu değiştiriyorum. Yani aslında iki tane yazma noktası var gibi; bir tanesi böyle gerçekten o hissi takip ederken, diğeri de oturup gayet ayık bir kafayla, editör gözüyle, ne yapmasını istediğimi düşünerek şiirlerin üzerinden geçerken.

Gözde: Sen şarkı gibi deyince aklımda hiç olmayan bir soru düşündüm. Unutmadan önce onu sormak istiyorum. Şiir yazarken şöyle anlar yaşıyor musun: Mesela bir anlatıya başlıyorsun ve bir yerde bir şarkının içinden bir şeyler yazasın geliyor mu? Ya da özellikle şarkıyla tanınmış bir ifadeyi kullanmamaya çalışır mısın hiç?

İlker: Şarkılardan kaçmıyorum, hatta onları şiire alıyorum. Mesela Beyefendiler’in 23. sayfasındaki şiirde Sezen Aksu’nun Kıran Kırana şarkısından alıntılar var. Onları böyle, şiirin bütününü bozmadan yani “Sezen Aksu'dan alınmıştır” demeden alıyorum, ama okuyucuyu sonra bilgilendiriyorum. Kitap için bir Spotify listesi hazırladım mesela. Kitapta Sezen Aksu da var Lana Del Rey de mesela ya da işte Güllü'den Ödüm Kopuyor var. Şarkılar, şiirlerin içinde zaten biraz oyun gibi. Okuyucuların farklı şarkılar bulup farklı anlamlar yaratması da bu oyunun bir parçası ve bu oyunu kurmayı çok seviyorum.


Gözde: Kitaba ilk bölüm adını veren Gülsuyu şiirinde birine göndermek için bir Türk Sanat Müziği şarkısı aradığından bahsediyorsun. Ben şimdi, şu andan düşünerek hangi şarkıyı yollardın diye sormak istiyorum sana.

İlker: “Dalgalandım da Duruldum” olurdu. Dalgalandık da durulduk noktasındayım artık bu hikayelere dair, sanırım bu yüzden bu şarkıyı yollardım.

21 yıllık bir hayal

Gözde: Okurken not aldığım ifadelerinden biri “çayın altı gibi yanan iki çift göz” oldu. Ben bunu hayal etmekte zorlandım. “Neden zorlandın?” diyeceksin, hayalde hangisini seçeceğim konusunda zorlandım: Ocağın yanan gözü mü yoksa çayın yanan posası mı ikileminde kaldım. Onu anlatmanı istesem şiirini anlattırmış olur muyum sana?

İlker: Şiiri anlatabilirim, bu benim çok karşı olduğum bir şey değil. Açıklamamın senin veya başkasının yorumundan bir şey eksiltmeyeceğini savunuyorum ama, onu not edeyim.

Şöyle bir şeyi anlatmaya çalışıyorum o imgeyle: Hani bir şeye hazırlanırken, kahvaltıya davet etmişsinizdir birisini veya misafir eve geliyordur, çayın altını yakarız, o bir hazırlık aşamasıdır ve ocaktaki çayın altı misafirimiz eve girdiğinde yanıyordur, bu onu beklediğimize dair bir işarettir. Buradaki imge o hazırlığa dair. Bu imgede anlattığım hikayenin tam olarak en başında gerçekleşen bir karşılaşma anını anlatıyorum. İki kişinin karşılaşması ve diğerinin bir şeylerin başında, hazırlık aşamasında olduğunu göstermesi üzerine bir imge.

Gözde: Hiç sürece dair düşünmemiştim biliyor musun... İyi ki sormuşum. Şiir kitabı çıkarmak hayal ettiğin bir şey miydi? Ne kadar uzun süredir hayal ediyordun?

İlker: 17 yaşından beri hayal ediyordum, 21 yıla tekabül ediyor. Hayatımın bu noktasında bu kitabı çıkartabilmek gerçekten beni çok mutlu eden bir gelişme oldu. Beklediğime değdi.

Gözde: Peki, bir şiir kitabında editörle çalışmak nasıldı? Birlikte çalışmayı ne editör ne de şair olarak deneyimlememiş bir yerden soruyorum bu soruyu.

İlker: Ben çok şanslıydım çünkü Ahmet Güntan editörlüğünü yaptı kitabın ve ben onun fikirlerini dinledikten sonra şiirlerin yeniden üzerinden geçtim. Bu müdahele şiirdeki dili kişiselleştirdi ve bence kitabın bütününü bambaşka bir noktaya taşıdı. O yüzden herkes için şiir kitaplarında bir editörle çalışmanın iyi olacağını düşünüyorum. Editörlerin gözüne çok güveniyorum, yazarın ya da şairin gösterdiğine müdahale etmeden ne yapmak istediğini görüp onu daha iyi bir noktaya çekebilen editöryal müdahaleleri çok önemsiyorum. Yani şiir yazan herkes bunu mutlaka düşünmeli, bu yakın birisi olabilir tanımadığı birisi de olabilir, birilerine mutlaka okutun yazdıklarınızı. Okunmanın ve yorumlanmanın şiiri çok ileriye götürdüğünü düşünüyorum.

Gözde: Kitap kapağının tipografik olmasının, görselleştirme olmamasının bir sebebi var mı?

İlker: Bu bir serinin içinde aslında, 9 tane kitap var bu seride her kitap farklı bir renkte ama tasarımı aynı. Kitabın kapağını yayınevi tasarladı. Bizimkilere bir sorayım bir noktada.

Gözde: Kapağın nasıl göründüğüne dair bir hayalin var mıydı peki?

İlker: Biliyor musun, kitabın kapağına dair hiçbir hayalim ya da fikrim yoktu. 160. Kilometre’nin Genel Yayın Yönetmeni Ömer Şişman ile kitap hakkında konuşurken kapağı hiç konuşmadık, sormak aklıma gelmedi. Yayın sürecinde kitabın kapağını görüşüm de şöyle oldu: Sarhoş bir şekilde İstiklal’de yürüyordum, kapak bana e-mail olarak geldi, o ana kadar kapağa dair hiçbir şey düşünmemiş olduğumu fark ettim. Kapağı oldukça seviyorum ama, kapağın mavisi bence şiirlerimi bilmeyen okuyucuları oldukça şaşırtma potansiyeline sahip.

“Şiirimi göstermedim üzüntüsü şiirimi beğenmediler üzüntüsünden çok daha büyük bir üzüntü”

Gözde: Seni kapaktan alıp şöyle bir yere götüreceğim şimdi hazırsan İlker, şiir okumayı “cringe” bulanlar hakkında ne düşünüyorsun?

İlker: Toplumsal ve eğitime dair bir nedeni olmalı diyorum. Şiirin okullarda yoğunlukla resmi ideolojinin etrafında öğretiliyor olması, yani şiirle ilk tanışmamızın direkt resmi ideolojiyle alakalı bir şekilde gerçekleşmesi zaten bir mesafe koyuyor şiirle okuyucu arasına. Resmi ideolojinin boğduğu şiirlerden sonra sonra farklı şiir çeşitlerini, konuların söylenme biçimleri de ne yazık ki öğretilmiyor. Şiir eğitimi konusunda bir maruz kalma durumu var ve şiir kavramı bu maruz kalınan şiirlerden sonra çok çabuk nefret edilen bir şeye dönüşebiliyor. Ama şiir, edebiyat çok geniş bir dünyayı oluşturuyor. Nasıl ki üniversiteye gittiğimizde “Aa tarih buymuş?”, “Aa matematik bu muymuş?” diyoruz, her şeyin ortaoğretimde öğretildiğinden çok daha geniş ve derin olduğunu fark ediyoruz, aynı şey edebiyat için de geçerli yani. Edebiyatın zenginliğini keşfettikçe, şiiri sesli okumanın bambaşka yolları ve nedenleri olduğunu kendi kendimize gördükçe belki bu “cringe” hissiyatı da geçer diye ümit ediyorum.

Gözde: Evet, birilerine yönelerek şarkı söylemek de “cringe” bulunur. Ben duyguların ifade edildiği performanslara yönelik olduğunu düşünüyorum bu meselenin biraz. Tabii, şiirde şarkıya oranla daha yüksek bir tansiyon da var bence. Duygusuna girdiğinde, vurgularını belirlediğinde şarkının birbirini takip eden ses uyumuna nazaran şiir duygunun keskin geçişini daha görünür kılıyor okunduğunda.

İlker: İnsanların kendilerini istedikleri gibi ifade etmesi neden bu kadar batıyor insanlara, ben anlamıyorum. Bir de şöyle bir şey var: Siz gerçekten hiç duygulu bir insan olmayabilirsiniz. Olabilir var hani bu çok olağan, şiir ya da şarkı sevmeyebilirsiniz, duyguların böyle anlatılması sizin başvuracağınız bir yöntem olmayabilir ama başkasının bunu yapmasını engelleyecek bir yorumda bulunmak, bu konuda bilmişlik taslamak bana çok ilginç geliyor. Bırakın insanlar ne yapmak isterlerse yapsın.

Gözde: Son olarak yazdıklarını kendinden önce başkalarının gözünden okuduğu için çekinen, bu sebeple paylaşmayan lubunyalara önerdiklerini sormak istiyorum.

İlker: Bu çekinceyi anlıyorum ve aslında bunun faydalı bir yanı var, tabii sizin paylaşmanızı en nihayetinde etkilemediği sürece. Şiir yazanların yazdıklarını tekrar tekrar okumalarını kesinlikle destekliyorum. Şiire başkasının gözüyle bakmak, biraz vakit geçtikten sonra şiirlere geri dönmek, onları düzenlemek şiiri güzelleştiren bir şey. Bunu yapmaya devam etmeliler ama işte kendinden şüpheye düşüp kimseye görmeme noktasına da gelmemeliler. Aynı endişelerle yıllarca cebelleşmiş ama sonra çevremdekilerin desteğiyle bu güvensizliği kırmış birisi olarak şunu söyleyebilirim: Şiirimi göstermedim üzüntüsü şiirimi beğenmediler üzüntüsünden çok daha büyük bir üzüntü. O yüzden mutlaka başkalarına, önce güvendikleri insanlara ve kurumlara göndersinler, sonra dergilere, web sitelerine göndermeyi deneyebilirler.  En kötü şiirleri yayımlanmaz. Ama şiirleri beğenilirse, o zaman şiirin gittiği yerlerin ve aldığı yeni anlamların ne kadar engin bir dünya yarattığına kendi gözleriyle şahit olabilirler.

Gözde: Önerilerin arasında, yazılanları saklamayla ilgili bir şeyler de var mı? Mesela, her nerede yayınlanıyor olursa olsun bir blogda arşivlemek gibi...

İlker: Yazdıklarınızı kayıt altına almak iyi bir şey çünkü dijital dünyada bazı şeyler uçup gidebiliyor. Şiirlerinizi başkalarının okuması için kişisel blog ya da web sayfası açarsanız bu şiirlerin başkalarına ulaşması konusunda da size yardımcı olabilir. Kapalı bir yerde arşivlemektense diğer şairlerle iletişim halinde olabileceği bir sosyal medya mecrası iyi olabilir. Bazı şairlerin şiirlerini Instagram’da topladıklarını görüyorum mesela, bir şiiri üzerinden tanıştıysak diğer birçok işine o şiir hesabı yoluyla ulaşabiliyorum. Benim gönlümden geçen herkesin yazdıklarını paylaştığı, paylaştığında yargılanmadığı bir dünya. Umarım bu tip örnekler çoğalır.  

Bu söyleşi için çok teşekkür ederim. Umarım Beyefendiler’de anlattığım hisler okuyucularda yankı bulur.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam