27/12/2012 | Yazar: Kaos GL

Bahçeşehir Üniversitesi’nde farklı disiplinlerden akademisyenler, Türkiyeli ve yabancı gazeteciler, sivil toplum örgütü çalışanları, hukukçu ve siberaktivistlerin katılımıyla Yeni Medya ve Etik Çalıştayı düzenlendi.

Yeni medya, eski hamam, eski tas Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
7 ve 8 Aralık tarihlerinde Bahçeşehir Üniversitesi’nde farklı disiplinlerden akademisyenler, Türkiyeli ve yabancı gazeteciler, sivil toplum örgütü çalışanları, hukukçu ve siberaktivistlerin katılımıyla Yeni Medya ve Etik Çalıştayı düzenlendi. 
 
Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya Bölümü’nden Fırat Erdoğmuş Radikal 2’de yazdı

Yeni medya diye adlandırılan ortamların, hem iletişim dünyasının hem de toplumsal hayatın içerisinde gittikçe artan bir öneme sahip olduğu gözleminden hareketle, bu ortamlarda cereyan eden etkileşimin, etik meselesine dair de pek çok yeni durum ve sorunsal ortaya çıkardığı söylenebilir. Fazıl Say’a açılan davada görüldüğü gibi, bu ortamların kamusal alan olarak kabul edilip edilemeyeceği, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanı Yusuf Devran’ın, internette yazdığı bir yorumdan dolayı Mikail Boz’a karşı giriştiği mücadele, nefret söyleminin yeni medya ortamlarında hiç olmadığı kadar hızlı yayılıyor oluşu, trolleme diye adlandırılan eylemler, ifade özgürlüğü ile kişisel mahremiyet hakları arasındaki gerilim, hem ulusal hem de uluslararası ölçeklerde bir türlü ortadan kaldırılamayan “dijital uçurum” problemi, son örneğini Arka Pencere dergisi yazarlarının facebook’ta hesaplarının kapatılmasına kadar giden olaylarda gördüğümüz, “ispiyoncu kullanıcı” pratikleri, Doğan Medya Grubu’nun geçtiğimiz hafta içerisinde açıkladığı Yayın İlkeleri vesilesiyle gündeme tekrar gelen yeni medya etiğinde “kurumsal sorumluluk” başlığı, para karşılığında takipçi ve popülarite vaat eden iş uygulamaları ya da bu hafta ilginç bir örneğini üniversitede gördüğüm, atılan tweet’lere karşılık bisküvi dağıtılması gibi kapitalizmin bu mecraları içeren yeni yönelimleri, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın bu senenin Ocak ayında verdiği, Facebook’ta aynı içeriği paylaşmayı suç oluşturucu unsur addederken beğenmeyi suçun oluşması için yeterli bulmayan kararı gibi, bireylerin başka bireylerle, kurumlarla ya da toplumun belli bölümleriyle karşı karşıya geldiği birbirinden enteresan durumlar bu başlıkta karşımıza çıkıyor. 

Orman kanunları 

Ancak, Türkiye bağlamında, büyük bir kısmı çalıştayda da dile getirilen bu meseleleri hak ettikleri özenle ele almaya kanımca engel olan, hangi mesele tartışılıyor olursa olsun sözün dönüp dolaşıp geldiği, çok daha yakıcı bir başlıkla karşı karşıyayız: Birey ve gruplar ile devlet kurumları arasındaki çatışmalar. Yasama, yürütme ve yargısıyla yekvücut hareket eden devletin sansür karnesinin kırıklığı ve dijital gözetiminin hayatın her anını baskı altına alacak seviyelere geldiği malum. Çocuklarını kontrol altında tutmayı ve cezalandırmayı takıntı edinmiş sorunlu bir baba gibi hareket eden devletin, doğrudan müsebbibi olduğu bu gibi uygulamaların yanı sıra meselenin bir de daha örtük ama daha yaygın bir veçhesi var. Gerekli düzenleme ve yaptırımların yokluğunda, güçlü olanın, sesi çok çıkanın diğerlerini baskı altına alacağı “orman kanunları”ndan kaçınmak için önlemler alması beklenecek odakların başında gelen devletin, bu kez inisiyatif almaktan kaçınan sorumsuz bir baba gibi davranarak, çözüme yönelik gerekli adımları ısrarla atmadığı durumlar da oldukça yaygın. 

Peki ya babamız? 

Sokağa adımınızı attığınız andan itibaren peşinize casusların takıldığı bir dünya düşünün. Mütemadiyen takip edilip fişleniyorsunuz. Yürüdüğünüz yollar, ziyaret ettiğiniz yerler, konuşup görüştükleriniz; beğendiklerinize, başkalarıyla paylaştıklarınıza, merak edip araştırdıklarınıza varıncaya kadar, bütün faaliyetleriniz an be an kaydediliyor. Ne kadar korkunç olurdu, değil mi? Bu dediğimiz casus filmlerinde olurdu, gerçekte de bir dönem olduysa bile, Abdülhamit’in jurnalcileri gibi geçmişte kaldı, değil mi? 

Acı haber şu: Bunların hepsi şu anda Türkiyeli internet kullanıcılarının başına geliyor. PHORM adlı, “kişiselleştirilmiş reklam içeriği oluşturma” şirketi, 9 Temmuz 2012 tarihinde Türkiye’de faaliyetlerine başlamak için TTNET’le bir anlaşma imzaladığını ilan etti. Gezindiğimiz siteler, izlediğimiz videolar, okuduğumuz yazılar ya da formlara girdiğimiz ilkokul öğretmenimizin ya da ilk evcil hayvanımızın adı veya annemizin evlenmeden önceki soyadı gibi şahsi bilgilerimiz mütemadiyen kaydediliyor. Dahası, bu verilerin kimlere sunulabileceğine dair herhangi bir bilgi dahi kamuoyuyla paylaşılmıyor. Yeni medyanın getirdiği imkânlar sayesinde yukarıda çizilen senaryodaki casusların yerini casus yazılımlar, belli bir kesimi kapsayan gözetimin yerini ise tüm internet kullanıcıları alıyor. Mecra yeni; yurttaşlara reva görülense, eski hamam eski tas, üstelik daha şiddetlisi oluyor! 

Peki, özel hayatımız sermayenin çıkarları tarafından ihlal edilip, mahremimiz para karşılığında pazarlanırken, babamız ne yapıyor? Öncelikle, yüzünü çeviriyor. “Biraz burunları sürtsün de yola gelsin” mi diyor acaba? Ya da kim bilir belki PHORM şirketi onu da gördü de, altyapıyı sağlayacak çerezlerle uğraşıyor, ağızlara çalınacak. Şirket işini bitirdikten sonra, izleri ortadan kaldırıyor belki de: Hamama götürüyor, sesimizi çıkmasın diye başımızdan aşağı bir tas kaynar su boca ediyor... 

Bu durumda Türkiyeli internet kullanıcılarını ne bekliyor? Öncelikle, hamam da tas da eskiyse, yaslanılacak birikim de eski olmalı. Neyse ki devlet ve sermayenin zoruyla nasıl başa çıkılacağı geçmiş örneklerden biliniyor: “Hak verilmez, alınır”. Yani özgürlükler mücadele etmeden gelmiyor! Bu durumda iki seçenek görünüyor. Ya “gözetim kaçınılmazsa zevk almaya bak” diyerek gözetimle gelen kişiselleştirilmiş reklamlarımızın tadını çıkarmaya çalışacağız ya da “o tası birilerinin başına çalma vakti geldi” diyecek ve yurttaşlar olarak meşru müdafaa hakkımızı kullanma mücadelesine soyunacağız. Mücadele etmeyi seçenler için iyi haber, yalnız olmayacağız: http://www.enphormasyon.org

Etiketler: medya
İstihdam