25/09/2014 | Yazar: Kaos GL

Toplumsal cinsiyet şiddetle asayişe tabi tutulur. Politik anlamda sınırları net bir kavrammışçasına çizilir ve insanların bunlara uyması beklenir.

Yerlerini yadırgayan sonsuz iliklerin adına Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Uzman Psikolog Merve Kültepe Kaos GL Dergisi’nin “Queer ve Sanat” başlıklı 137. sayısına yazdı.
 
“Normal”liğe kavramca karşı olan bir psikolog olarak, her zaman beni en zorlayan şeylerden birisi bu mesleği normal/anormal ayrımı yapan bir tür iktidar olarak gören insanlar ve meslektaşlarım olmuştur. Ruh sağlığını üç basamakta, insanın duygulanımı, davranışları, düşünceleri alanında kişisel sorumluluk alması, yani her türlü dayatmaya karşı çıkması; ne kadar tercihleri ve beklentileri olsa da, kendi içinde kavramsal tanımlarını yıkabilir olması ve kendinden farklı olanı yaftalamaması; aynı özgürlüğü kendi içindeki çeşitli “ben”lerine de verebilmesi olarak tanımlayabiliriz. Buradan anlaşılacağı üzere, insanın kendi zihni içindeki tanımları yıkabilmesi, sağlık yönünde olumlu bir ilerlemedir. Şimdiye kadar kültürel olarak öğretilen hegemonik tanımların içinin boşluğunu, insan yaratısı olduklarını fark edip onlardan kurtulmayı gerektirir.
 
Bu bağlamda ele alırsak, Queerlik kendine politik, toplumsal ve kültürel olarak dayatılan her türlü kimliğe karsı çıkarak ve kimliksizliği savunacak kadar benlik bütünlüğüne sahip olarak en sağlıklı yönelim olarak görülebilir. Kimlik ihtiyacı benliğini sağlam bir şekilde inşa edemeyen insanların yegane desteğidir. Benliğini tamamlayamayan kişi, kimlik algısına kendini muhtaç hisseder. Kendini mesleki, sosyal, politik etiketlerle var edebileceğini düşünür. Aslında bu açıdan bakılınca son derece acınası bir durumdadır; fakat bu acınasılığı ile hegemonik iktidar yapısının vazgeçilmezidir. Onu besler, ve devamına neden olur. Bu yüzden toplumsal cinsiyet de şiddetle asayişe tabi tutulur. Politik anlamda sınırları net bir kavrammışçasına çizilir ve insanların bunlara uyması beklenir. Toplumu heteroseksüel olarak kuran iktidarın kurgusudur toplumsal cinsiyet. Hayatın ilk yıllarında bizlere dayatılan kadınlık ve erkeklik rolleri, ve hatta ötekileştirilen gey, lezbiyen, transseksüalite gibi diğer yönelim rolleri, aslında öğrenilen, fakat doğallaştırılmış bedensel hareketler bütünüdür. Bu anlamda halüsinojenik bir etkiye sahiptir, çünkü bizleri olmayan bir gerçekliğin sadece var olduğuna değil, aynı zamanda doğal bir tezahürat ya da toplumsal bir sabit olduğuna inandırır. Oysa her insan bir dünyadır. Kendi biricikliğiyle dünyayı algılama şansına sahiptir. Her kimlik gibi, cinsiyetlerin tanımladığı kimlikler de baskıcıdır. Bize dayatıldığı gibi sabit ve sınırlı bir yapısı olamaz. Her insanın kendine has, biricik bir cinsel kimliği vardır. Bu anlamda bir bütün olarak cinsel kimliği tanımlamak eninde sonunda dışlayıcıdır.
 
Queerlik kavramının sanatla son derece bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Sanat da dayatılan kimliği reddedişle, ve birey olmakla ortaya çıkar. Bir sanat eseriyle karşılaştığımızda, sadece neden yaşadığımıza değil, ne amaçla yaşadığımıza da tekrar karar veririz. Hem bireysel hem toplumsal anlamda dönüştürücü bir gücü vardır sanatın. Ancak rönesansla birlikte sanata yatırım yapan, neyin sanat olup neyin olmadığına karar veren burjuvazi, sanatı da heteroseksüel bir yapı üzerine kurmuştur. Bu durumda sanat, kendi özgürleştirici, dönüştürücü gücüyle çelişkili olarak iktidarın bekası adına dayatılan heteroseksüel kodları tekrar tekrar üretir.  Böylece, belki de potansiyel dönüştürücü gücüne kavuşamamış, kendini yine baskın zümrenin sınırları içinde tanımlamış bir kavram haline gelmiştir. Queer sanat, sanatın özgürleştirici, sınırlılığı yıkıcı yapısıyla en tutarlı şekilde birleştiren alan olabilir.
 
Bozguna uğramış, çoklu gerçeklik algısı aslında, eğer varsa, gerçekliğin ta kendisi olabilir. Unutulmamalıdır ki, bize şimdiye kadar dayatılan ve yapısını hiç sorgulamadığımız gerçeklik de bir iktidar kurgusudur. Queer sanat, her türlü dayatmayı karşısına alarak, ve kendi başına yekun bir varoluş oluşturarak, bizleri sınırsızlığa ve insanca bir yaşama kavuşturacak bir sanat alanıdır. Bu yüzden desteklenmelidir.
 
Hepimizin ötekileştirildiği, çünkü aslında hepimizin biricik olarak öteki olduğu gerçeğini trajik olarak yaşadığımız şu günlerde, ezilen grupların özgürlüğünün hepimizi özgürleştireceğini unutmadan, yönelimimiz ne olursa olsun, 29 Haziranda LGBTİ Onur Yürüyüşünde karşılaşmış olmak dileğiyle.
 
*Başlık, Turgut Uyar’ın “kıyıdaki elmaya bir ses” adlı şiirinden bir dize.
 

Etiketler: yaşam
İstihdam