14/10/2024 | Yazar: Yıldız Tar
Ortada gerçekten sansür olmayabilir çünkü sansüre gerek kalmadı. Ülkede LGBTİ+’ların hayatlarını, sorunlarını bırakın film yapmayı; bu konular hakkında konuşan sinemacı sayısı bile bir elin parmağını geçmiyor zaten.
Memleketin hali ne ki, festivali ne olsun?
İki büyük film festivalimizden biri olan Altın Portakal bitti, tartışmaları sürüyor. Geçtiğimiz sene son dönemlerin en büyük sansür skandallarından biriyle gündeme gelen ve iptal edilen festivalde bu yıl sansürün daha derin işletildiğini öğrendik.
Festivalin üç ön jüri üyesinden biri olan Tunca Arslan’ın Ulusal Kanal’a verdiği mülakattan öğrendik ki bu sene festivalde “LGBT temalı filmler” yokmuş. Bu da yeni bir şeymiş.
Arslan, tepkiler üzerine açıklama yapmak zorunda kaldı ve sansür iddialarını reddetti:
“Şu LGBT meselesi: 'Bu yıl Altın Portakal'a başvuran 45 film içinde LGBT teması yoktu' demek bir yorum değil tespittir, nesnel gerçektir. Bundan hareketle, sanki varmış da biz engellemişiz gibi yorumlar yapmak, festival yönetimini ve beni ve (ön jüriyi) sansürle vs. suçlamak abesle iştigal ve kötü niyettir.”
Ama ne gariptir ki, Arslan’dan sözlerini “LGBT propagandasına geçit verilmedi, fonlanan sinemalara yer verilmedi” başlığıyla duyuran Ulusal Kanal’a ne bir tepki geldi ne de tekzip. LGBTİ+ karşıtı propagandanın merkez üslerinden biri olan bu kanalın temsil ettiği siyasi görüşe yakınlığından dolayı zaten böyle bir şey beklemek de yersiz belki.
Yeni olan ne?
Öte yandan Arslan’ın sözlerindeki “bu aslında yeni bir şey demek” kısmı, üzerine tartışmayı hak ediyor.
Ulusal Kanal’ın temsil ettiği siyasal akım, devletle işbirliği içerisinde ülkedeki LGBTİ+ düşmanı siyasal şiddeti adım adım örgütledi. Bunu yaparken de bir “seferberlik” ruhuyla hareket etti ve kendi siyasal tarihlerinde de bir vitrinden ibaret olan, sahte bir “anti-emperyalizm” vurgusunu da eksik etmedi. LGBTİ+ derneklerinin kapatılması için yasa teklifleri, imza kampanyaları düzenleyen bu cenah; Büyük Aile Buluşması denilen nefret mitinglerinin de ana örgütleyicilerinden.
Arslan’ın ifadelerinde de ortaya çıkan bu sansürcü anlayış, hem yalandan besleniyor hem de yalan üretiyor. Ve bunu yaparken şu gerçeği perdeliyor: Ortada gerçekten sansür olmayabilir çünkü sansüre gerek kalmadı. Ülkede LGBTİ+’ların hayatlarını, sorunlarını bırakın film yapmayı; bu konular hakkında konuşan sinemacı sayısı bile bir elin parmağını geçmiyor zaten.
Sezdirme yöntemiyle “LGBT temsili”
Vaziyet öyle kötü ki koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman çelebi der gibi, LGBTİ+ karakterleri sezdirme yöntemiyle anlamamızı bekleyen yönetmen ve yapımcılara aferin der hale geldik. RTÜK baskısı televizyonları, Arslan’ın konuştuğu Ulusal Kanal gibi propaganda araçları ise linç kampanyalarıyla kültür sanatı bitirdi. Bir de üzerine sezdirme yöntemiyle dahi olsa LGBTİ+’lardan bahseden bir film yaptığınızda Kültür Bakanlığı desteğinden mahrum kalmanız eklenince, sansüre ne hacet.
Türkiye’de son yıllarda çekilen ve “LGBTİ+ temalı” denilen neredeyse hiçbir film, sinemada LGBTİ+ temsili konusundaki asgari standartları belirleyen Vito-Russo testinden geçemez. Ancak LGBTİ+ düşmanlığı öyle bir panik iklimi yaratıyor ki, festivalde “LGBT filmi” olmaması bir zafer edasıyla duyruluyor.
LGBTİ+’lar, halk değil mi?
Arslan’ın konuşmasındaki “Ayakları daha Türkiye’ye basan, halka dönük filmler yapan yönetmenlerin dönemi başlayacak gibi görünüyor” kehaneti gerçek olacaksa, insanlık tarihi kadar eski bir gerçeği, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliğini sinemamızda görmemiz gerek. Ancak burada kast ettiği, heteroseksüel sözleşmeyi “yerli ve milli” anlatısıyla güçlendirmekten ibaret.
Festivaller, bütün dünya da anaakım sinemanın göstermediklerini gösterebildikleri ölçüde kıymetli olageldi. Türkiye’de ne Portakal ne de Koza, LGBTİ+ temsilini desteklemek söz konusu olduğunda hiçbir zaman bu kıymete haiz olmadı, olamadı.
LGBTİ+ düşmanı anlatı, paranoyak bir panik dalgası yaratmak için, aklımızla oynayarak sanki festivallerde “LGBT filmleri” peş peşe gösterilmiş, ödüller almış gibi bir algı operasyonuna girişiyor. Keşke öyle olsaydı. O zaman belki memleketteki sinema festivalleri birazcık da olsa halka dönük olur, festival niteliği taşırdı.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: medya, kültür sanat, siyaset, inceleme, yorum