07/02/2015 | Yazar: Koray Doğan Urbarlı

Ankara’nın ekoloji(k) sorunlarını ortaya koymak ve üzerinde fikir yürütmek hem kolay, hem de çok zor.

Ankara’nın ekoloji(k) sorunlarını ortaya koymak ve üzerinde fikir yürütmek hem kolay, hem de çok zor. Kolay çünkü malzemesi bol ve bu malzemeleri bize sunan bir yönetim tarafından uzun yıllardır yönetilmekte. Bu yönetim neredeyse her geçen gün Ankara’nın ekolojik sorunlarına yenisini ekleyecek şekilde kararlar alıyor ve ilerliyor. Fakat bir taraftan da bu sorunları konuşmak, konuşurken yeni bir fikir ortaya koymak zor. Çünkü hepimiz bu sorunların içinde yaşıyoruz ve konu ekolojik sorunlar olunca aldığımız nefesten, otobüsün penceresinden baktığımız yere kadar bu sorunlarla her an iç içeyiz. 

Ankara’da yaşayan herkesin, içinde yaşadığı ekolojik sorunlara yönelik olarak bir önem sıralaması ya da onları sınıflandırması vardır. Benim de kişisel bir sınıflandırmam var. Bu sorunların sıralanmasında ise amacım yepyeni sorunlar ortaya koymak değil. Bunun olamayacağının farkındayım. Amacım okuyana/dinleyene o an için aklına gelmeyen bir sorunu da hatırlatmak. Bunun için de kısa kısa sorunlar üzerinde durmayı seçtim.
 
Ankara’nın ekolojik sorunları dendiğinde ulusal bir hal almış olan ODTÜ Ormanı ve Atatürk Orman Çiftliği konularını başa yazmak gerektiğini düşünüyorum. ODTÜ Ormanı’ndan geçen yaz geçirilen ve resmi raporlara göre trafikte sadece %3 rahatlama sağlayan yol, Ankara’nın nasıl bir ekolojik yıkım ile karşı karşıya olduğunu gösteren ve ulusal kanallara çıkmış iyi bir örnekti fakat Atatürk Orman Çiftliği’ne yapılan Cumhurbaşkanlığı Binası bu örneği masum bıraktı. Uluslararası bir konu olarak kendisine yer buldu. Bina hakkında çok yazıldı çizildi. Neredeyse söylenmeyen bir şey kalmadı fakat en son ortaya çıkan bilgi bile bu binanın sadece yapılış aşamasıyla değil, varlığıyla da bir ekolojik yıkım canavarı olduğunun kanıtı. Bu bilgi binanın ısınmasıyla ilgili… Sadece bu binayı ısıtmanın maliyeti (Burada hesaplanan ekonomik maliyet ama ekolojik maliyetin üzerinde durmak daha köklü sonuçlar elde etmemize yarayacaktır.) bir ili, Bayburt, ısıtmanın maliyetiyle aynı. Burayı ısıtacağımıza, bir şehri ısıtabiliyoruz. Bu ne demek? Bu orada bir karbon canavarı var demek! Teorik olarak bir kişi için yapılan bir bina orası ve öncelikle Çiftliği yok etti. Sonrasında ise tüketiyor da tüketiyor.
İkinci kritik soruna geçecek olursak Ankara’nın gölleri ile karşılaşıyoruz. Ankara’nın iki önemli gölü var. Bir tanesi Mogan, bir tanesi Eymir. Sanki zaman tünelinin farklı dilimlerinde gibiler. Mogan’ın yanına yaklaşılmıyor. Kirlilik neredeyse geri dönülmez düzeyde. Sanayi ve evsel atık sorunları çok açık. Çevresinde insan harici canlı yaşamı sürekli azalıyor ve buna paralel olarak da betonlaşma son sürat devam ediyor. Diğer tarafta ise Eymir var. Eymir kendisini korumayı başarmış durumda. Birkaç doğal yapıdan başka bir yapı yok çevresinde. Canlı yaşamı son derece yüksek. Ankara’da yaşayanların şehrin havasından sıkıldıklarında kendilerini atabilecekleri bir kaçış noktası. Mogan hep mi böyleydi? Hayır. 30 yıl önce böyle değildi. Orası da kendi doğal özellikleriyle bir çeşit Eymir’di. Şimdi ise Eymir’e yönelik bir Moganlaştırma çabası sürüyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi eliyle Eymir ve çevresi ele geçirilmek ve yapılaşmaya açılmak isteniyor. Bu sefer 30 yıl da sürmez Eymir’in Moganlaşması. Kısa sürede göl manzaralı evlerin kanalizasyonları Eymir’e akmaya başlar.
 
Yeşil alanların saldırı altında olmasından hareketle şaşırtmayan bir şekilde hava kirliliği de Ankara’nın önemli ekolojik sorunlarından bir tanesi. Ankara’nın fosil yakıta dayalı bir kent olması ve yeşil anlayışının ormanın içine yapılan sitenin/Cumhurbaşkanlığı Binası’nın peyzaj çalışması olması dolayısıyla Ankara’nın havası artık zarar verici düzeyde kirli. Öyle ki Ankara hava kalitesi olarak ülkenin en “havası kalitesiz” noktaları listesine iki bölge sokabiliyor. Bunlar Sıhhiye ve Demetevler. Bu listede Elbistan gibi termik santraller ile yaşamın bitirilmeye çalışıldığı yerler var. Yani Sağlık merkezi Sıhhiye’nin havası, termik santraller merkezi Elbistan ile aynı listede ve yarışıyorlar. İnanılır gibi değil. Yetkililer de inanamadıkları için bu konuda bir şey yapmıyor olsa gerek.
 
Sosyal yardım olarak kömür dağıtımının sürdüğü, şehrin nefes alma noktalarının yok edildiği bir kent Ankara ve bunun etkileri yıllar içerisinde sağlık sorunları olarak ortaya çıkacak. Şehrin yüksek bir yerinden Mamak’a baktığınızda Mamak’ın üzerindeki bulutu görebiliyorsunuz. Mamak’tan bakılsa aynı bulut başka noktalarda da görülecek. O bulutlar aslında solunum yolları hastalıkları bulutları ve buna yönelik olarak bir çözüm aranmıyor.
 
Ankara’nın bir başka sorunu çöp. Devasa bir nüfusun her gün çöp ürettiği fakat bu çöpün olduğu gibi bırakıldığı bir şehir Ankara. Geri dönüşüm imkânları oldukça sınırlı, neyin çöp olup, neyin çöp olmadığı konusunda çalışma oldukça az ve çöpten elektrik üretmek gibi bir çalışma da yok. Örneğin Ankara’nın çöpünün Ankaralının yıllarca hasretle beklediği metronun elektrik ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak kullanılması mümkün. Peki böyle bir çalışma var mı? Yok!
 
Ankara düzensiz büyüyen bir kent. Herhangi bir plana yönelik yapılaşan noktalarla, herhangi bir plan tanımadan yapılaşan noktaların farkı çok net bir şekilde ortaya konabiliyor ve kent yıllardır şehir tercihini ikincisinden yana kullanıyor. Bu plansız ve düzensiz büyüme hem kendiliğinden bir sorun, hem de yeni sorunların kaynağı. Çöp bunlardan biriydi. İçme suyu bunlardan bir diğeri. Suyu kendi kendine yetmeyen ve buna rağmen büyümeye, daha da büyümeye çalışan ve bu büyümeyi bir gelişmişlik olarak ortaya koyan bir anlayış yönetiyor Ankara’yı ve aslında dürüst olmak gerekirse Ankaralıların zihinlerini.
 
Ankara’nın suyuyla, çöpüyle, yiyeceğiyle, ürettikleriyle bu kadar düzensiz büyümesi bölgesel de bir sorun aslında. Ankara çevresini yutuyor, kendisine çekiyor. İç Anadolu bölgesi dağıyla taşıyla, nehriyle tarlasıyla Ankara ve Ankara için çalışıyor, yaşıyor. Ankara da onu tüketiyor ve yaşamına devam ediyor. Neredeyse tamamen bir dışa bağımlı olma durumu ve neredeyse tamamen tek yönlü bir ilişki. Kızılırmak’tan Ankara’ya su çekilmesi (suyun taşıdığı büyük sağlık risklerini bir kenara bırakarak) demek, aslında o nehrin havzasında yaşayan insan ve diğer tüm canlıların önünden suyun alınması demek. Planlama ve ekolojik açıdan kabul edilebilir bir durum değil.
 
Böyle olmasına rağmen Ankara daha da fazla tüketmek konusunda tam gaz ilerliyor. Bir AVM (Alışveriş Merkezi) şehri olmuş durumda kent. Sadece tüketime yönelik bir sistem. Herhangi bir üretim faaliyetinin olmadığı bir kentin en fazla AVM’ye sahip kent olması bir tesadüf olamaz. Bilinçli bir siyasi tercihin yol vermesiyle olabilir ancak.
 
Bilinçli bir siyasi tercihin yol verdiği başka bir konu da yapılaşma ve kentsel dönüşüm ilişkisi. Ankara’nın rantı tekrar dağıtılabilecek her noktası neredeyse kentsel dönüşüm tehlikesi altında. Genel olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir betonist yapı olduğu düşünüldüğünde de bu tehlikenin artması için Ulusal Hükümet’in tüm desteği görülüyor. Şehrin ortasında olsun (Saraçoğlu Mahallesi), şehrin eski çeperlerinde olsun (Dikmen Vadisi) ya da yeni çeperlerinde olsun (İmrahor Vadisi) bir kentsel dönüşüm, bir rantın tekrar oluşması ve dağıtılması çabası var ve bu çabalar ne yazık ki gerçeğe dönüşüyor.
 
Bu kadar betona yönelik bir çaba ile Büyükşehir’in “Yeşil Ankara” sloganı birleştiğinde ise karşımıza peyzaj gerçeği çıkıyor. Ankara bir peyzajlar şehri. Ormanın içinden yol geçiren ama o yolun çevresine diktiği çalılarla övünen bir kent. Hatta bunu o kadar “iyi” yapıyor ki o çalıdan oluşan hatta “Yeşil Koridor” ismini bile verebiliyor. Yeşil mi? Yeşil! Koridor mu? Koridor! Ekolojik olarak bir faydası var mı? Hayır yok. Orman sadece ağaç değil bir ekosistem alanı. Peyzaj ise tek bir ağaç ya da bir çalı kümesi. Zaten Ankara’nın yeşil koridor fotoğraflarına baktığınızda o çalıların kapayamadığı betonlaşmayı da hemen görebiliyorsunuz.
 
İş tabi yol yapıp, çevresine çalılar dikerek bitiyor. Tabii ki yönetimler için. Bu hiçbir ekolojik soruna çare olmuyor. Yolun kendisi zaten tercih edilmesiyle başlı başına bir problem. Ankara için ise çok daha büyük bir problem. Çünkü Ankara ulaşımını fosil yakıta teslim etmiş bir kent. İşin ilginci bu teslimiyetin gereklerini bile doğru düzgün yapamıyor. Şunu demek istiyorum. Siz gelecekten, yaşamdan vazgeçmiş bir şekilde fosil yakıta dayalı bir sistem oturtmak istemiş olabilirsiniz şehrinize. Peki bu andan sonra sizden ne beklenir? Bunu başarmanız, en azından asgari düzeyde. Ankara bunu başarabiliyor mu? Hayır. Yani şehir size “Araba alın” diyor. “Arabasız olursanız kentin herhangi bir keyfinden yararlanamazsınız” diyor. Fakat arabayla ulaşım da mümkün değil. Çünkü bu çözüm değil. Toplu taşım, onun da lastikli olanından ziyade raylı sistem, bisiklet yolları, yürüyüşe açık bir şehir… Yani Ankara’nın tam tersi. Şehrin en önemli bulvarının bazı noktalarında kaldırımların 20-30 cm olduğu bir yerden bahsediyoruz. Yürümek bile çok zor.
 
Aslına bakılırsa Ankara’nın ekolojik sorunları toplanıyor ve tek bir yere bağlanıyor: Kentliyi içine alan bütüncül bir yaklaşım eksikliği. Kentin öğrencilik ve memurluk gibi belirli bir süre içerisinde bir kentte yaşadıktan sonra başka yerlere gitmeyi doğallaştıran işlere mensup insanlarla, yaşadıkları yerleri Ankara yuttuğu için, suyun peşinden) Ankara’ya göç eden ve bir kentlilik bilinci tasası taşımayan insanların birleşiminden oluşması, bu bütüncül yaklaşımın talep edilmesinin önünde en büyük engel. Bir köklü arayış da bu yüzden oluşmuyor. Bu arayışın eksikliğinde de günlük bazı çözümler (yeni yol yapma ya da AVM ile insanların zaman geçirme sorunlarına çözüm bulma) yeterli gelebiliyor. Bunun bir başka tezahürü olarak da ekolojik sorunlara yönelik en büyük tepki kentlilerden değil meslek odalarından geliyor. Kentin tarihselliğini ancak onlar yakalayabiliyorlar. Fakat yalnız kalıyorlar.
 
Sonuç olarak Ankara’nın ekolojik sorunları dağ gibi ve birikiyor. Bu sorunları oluşturan iradeden çözüm arayışı beklemek gibi bir paradoksun da içinde yaşıyoruz. Çözüm aslında çok da karışık değil. Ulaşması zor belki ama belli. Kendine yetebilen bir Ankara olmak için çaba sarf edilmeli; peyzajın değil, gerçek yeşilin hâkim olduğu bir kent için siyasi irade ortaya konmalı; karbon salımlarına yönelik olarak ciddi kısıtlamalar getirilmeli ve hatta sıfır karbonlu bir kent olmak için çalışmalara hemen başlanmalı; ulaşım politikası raylı toplu taşım ve bisiklete yöneltilmeli ve özel araç kullanımı sosyal ve çevresel politikalarla düşürülmeli; kentte yaşayan diğer canlıların da yaşama hakkına saygı gösteren bir yapı oturtulmalı.
 
Son olarak ekolojik sorunlar dendiğinde hemen düşünülmese de siyasal ekoloji sadece “çevresel” bir çözüm bütünü değil. Kentin, burada Ankara’nın, kadınlar için, çocuklar için, engelliler için, ekonomik olarak en atta olanlar için de bir eziyet alanı olduğu ve bu eziyet alanı hali düzelmeden aslında çevresel olanın da düzelmeyeceğini unutmamak gerekir. Ekolojik sorunlar da, çözümler de tüm bu kesimler için düşünülmek ve ortaya konmak zorundadır.
 
Bu konuşma “Ekoloji Dersliği Güz Dönemi” kapsamında 22 Aralık 2014’te gerçekleşmiştir.

Etiketler: yaşam, ekoloji
İstihdam