06/12/2021 | Yazar: Kerem Dikmen

Feyzioğlu’nun gidişi Barolar Birliğinin itibarının iadesi olduğu kadar büyük operasyonun avukatlar ayağında akim kalmasını göstermesi açısından alkışlanası.

Barolar Birliği Genel Kurulu: Olanaklar ve sorunlar Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Sekiz buçuk yıla yayılan “iktidarı” sonlanan Metin Feyzioğlu, geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen seçimin ardından Barolar Birliği başkanlığı görevini istemeden de olsa Ankara Barosu Başkanı Erinç Sağkan’a bıraktı.

Feyzioğlu, kurucu başkan Faruk Erem’den sonra bu koltukta en uzun süre kalan kişi. “Başkanlık dönemi” yerine “iktidar dönemi” sıfatını kullanmak, sanıyorum iktidarının özellikle son döneminin kısa bir özeti olur. Ankara Barosu başkanlığı döneminde, 2010 referandumu ile namı Türkiye’ye yayılan, hatta bir dönem adı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde R. Tayyip Erdoğan’ın olası cumhurbaşkanı adaylığında rakibi olarak parlayan Feyzioğlu; 2014 adli yıl açılışında dönemin başbakanı Erdoğan’la girdiği sözlü atışma sonrası parlaklığının zirvesine ulaştı. Sanıyorum üçüncü sınıf pop ikonuna dönüşümü de 2016 darbe girişi sonrasında yeniden yapılandırılan devletin avukatlar ayağındaki operasyonel gücüne dönüşmesiyle aynı vakte denk geliyor. Avukatlar ve toplum Feyzioğlu’nu, Erdoğan’ın avukatlara yeşil pasaport müjdesi vermesinin ardından kendinden geçerek alkışlamasından hatırlayacak. Ve tabii ki Anayasaya aykırı şekilde değiştirilen Avukatlık Kanunu ile iktidarına yapılan suni teneffüsten. Ama ömür uzatma çabaları, her türlü anti-demokratik içeriğine rağmen dengesiz delegasyon yapıları da yetersiz kalınca, bir noktada tıkandı.

Biraz geriye, devletin, devlet içinde konumlanan özerk bir kurum olan Barolar Birliği operasyonunun başına gidelim. Hatırlanacaktır, COVID-19 salgınının ilk döneminde Diyanet İşleri Başkanı, 20 Nisan 2020’de bir hutbe yayımlayarak eşcinselliğin lanetli olduğunu, beraberinde hastalıkları yaydığını, HIV’e neden olduğunu öne sürmüş, insanları “bu tür kötülüklerle mücadele” etmeye davet etmişti. TC Anayasa Mahkemesinin referans kabul ettiği Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 30.10.1997 tarihli ve 97(20) sayılı Tavsiye Kararındaki tanım ışığında bu ifadeler nefret söylemiydi ve bazı barolar, çeşitli şekillerde bu hutbeyi eleştiren açıklamalar yaptı. Devlet, baroların eleştirilerine çok sert tepki verdi. Erdoğan, hutbeden sonra yapılan ilk AKP MYK toplantısının ardından yaptığı açıklamayla, Ankara Barosunun ismini vererek çoklu baro, delege yapısında değişiklik gibi konuları içeren Avukatlık Kanunu değişikliklerinin de ilk duyurusunu yapmış oldu. Bu duyurunun gerekleri yapılırken diğer yandan da savcılıklar, DİB hutbesini eleştiren açıklamaları nedeniyle Ankara, İstanbul, İzmir Barolarınısoruşturmaya çoktan başlamıştı.

Belki zaten akıllarındaydı belki hutbeye baroların verdiği tepkiler üzerine düşünüldü, bu kısım speküle edilse de net olan bir konu var. O da devlet kurumları ve onun iki sahibi olan MHP – AKP eliyle yürütülen bu saldırgan politikanın temel motivasyonu, dünyada sağ muhafazakâr – popülist diğer iktidarlardan da gördüğümüz gibi LGBTİ+ düşmanlığı ve nefreti. Bu nefret, toplumsal cinsiyet eşitliği adına toplumun bütün kazanımlarını yerle bir etmeyi amaçlıyor. Eşitsizlik ideolojisini, milliyetçi – muhafazakâr yapısına yasladığı sözüm ona “geleneksel” kodlara dayandırarak tahkim ediyor. Bu Türkiye özelinde aynı zamanda sokak hareketlerinin en önemli iki unsuru kadın hareketi ve LGBTİ+ hareketinin de isyankâr yapısını bertaraf etme amacına da hizmet ediyor.

Bu amaç, amacı gerçekleştirmek için üretilen yöntemler, yöntemin ayakta tutmaya çalıştığı kişi üzerinden düşünüldüğünde Feyzioğlu’nun gidişi Barolar Birliğinin itibarının iadesi olduğu kadar yukarıda bahsettiğimiz büyük operasyonun avukatlar ayağında akim kalmasını göstermesi açısından alkışlanası.

Sorun ise meşhur hutbe sonrası oluşan ortamda baroların nefret söylemi konusundaki duruşunun zorla hükmedene karşı hükmedilenin reaktif tepkisi mi yoksa gerçekten aslında bir devlet kurumu olan barolar ve onların birliğinin, LGBTİ+ haklarına insan hakları perspektifinden bakışının sonucu mu olduğu konusundaki belirsizlik.

Basına yansıdığı kadarıyla oylar, kimin kimi desteklediği, avukatlık kanunu değişiklikleri, çoklu baro, delegasyon yapısı çokça konuşuldu genel kurulda. Lakin bütün bu sorun yumağının tam ortasında yer alan devlet müdahalesinin görünür ve arka plandaki kaynağının hiç gündemleşmediğini gördük.

Yapısına dönük müdahale ilanının, hutbeye barolarca verilen tepkiler sonrasında yapılmasına; önemli bir güvence olan İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin ayrılmasının sıcağı sıcağına genel kurulunun gerçekleşmesine rağmen seçilen listeden aday gösterilen 21 adaydan yalnızca üçü kadındı. Feyzioğlu’nun listesinden aday olup, muhalif listeyi delmeyi başaran kadın aday da olmasa bugün on erkek bir kadından oluşan bir Barolar Birliği yönetim kurulu ile karşı karşıya kalacaktık. Seçilen kurullara bakıldığında bir kadın üyeli yedi kişilik disiplin kurulu ve bir kadın üyeli üç kişilik denetleme kurulu, bir devlet operasyonuna muhatap olmazsa önümüzdeki dört yıllık dönemde barolar birliğinin organlarını oluşturacak.

Özellikle kazanan listenin tek veya birkaç kişi tarafından oluşturulmadığı, bölgesel temsiliyet gözetilerek yerelden gösterilen adaylardan oluşan karma bir listenin ortaya çıktığı ifade edilse de bu mevcut sorununun etkisini azaltan değil, onun daha geniş bir coğrafyaya yayılan ve çok daha büyük eşitsizlikleri gösteren bir sorun olduğunu ortaya koyuyor.

Barolar Birliği devletin özerk yapıdaki merkezi kurumu olarak çok önemli olanakları elinde tutuyor. Başta Adalet olmak üzere bakanlıklarla olan ilişkisi ona çok önemli lobi imkanları sunuyor. Diğer ülkelerdeki meslek kuruluşları ve Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ile olan ilişkileri ise onu aynı zamanda uluslararası ilişkilerde özne kılıyor. Avukatlığın geneli ile ilgili düzenleyici kurallar yapma yetkisi ise iktidar bunu çok istemese de onu iktidar kullanan bir özneye dönüştürüyor. Bu önemli konum Barolar Birliğinin toplumsal cinsiyet eşitliği fikrinin en azından yargının savunma ayağında gerçekleşebilmesi bakımından olanak sahibi olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu olanağın aday yapısında olduğu gibi heba mı edileceğini; yoksa merkez ve komisyonları başta olmak üzere pratiği ile bu eşitsizliği en azından kendi içinde ortadan kaldıran bir amaç için mi kullanılacağını anlamak için biraz zamana ihtiyaç var.    

 *KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları
İstihdam