17/09/2024 | Yazar: Yıldız Tar
İstanbul’daki nefret mitingiyle aynı gün Diyarbakır’da bir trans kadın öldürüldü. Ticari bir konsorsiyum olan Büyük Aile Platformu, boğazımız sıkılıp öldürüldüğümüz sırada sesimiz çıkmasın istiyor. Bu yüzden de öldürülürken ağzımızı kapatacak bir el olmaya aday olduğunu ilan ediyor.
Pazar günü yoğun bir gündü. Büyük Aile Buluşması, İstanbul Saraçhane’de bu sene üçüncü kez meydana çıktı. Miting yapıldı, ardından sessiz bir yürüyüş. İstanbul’daki nefret mitingiyle aynı gün Diyarbakır’da ise bir trans kadın öldürüldü.
Büyük Aile Platformu adı verilen oluşum, her yıl bu yürüyüşleri yapmakta ısrarcı. Pazar günü de üroloğundan psikiyatrına bir grup ticaret erbabını konuşturdular. Kürsüde yasa değişikliği önerisi de açıklandı. Yerli ve milli olduğunu iddia eden bu oluşumun önerdiği yasanın Rusya’dan çalıntı olması, Rusya’daki propaganda ve devamında LGBTİ+’ları terör örgütüyle eş tutan yasaların neredeyse aynısı olmasındaki ironiyi görmemek mümkün değil.
Platformda kimler yok ki? Bir yanda vatan, millet satan meşum siyasi parti ve onun aparatları; diğer yanda o siyasi partinin senelerce karşı olduğunu iddia ettiği tarikat ve cemaatler.
Platformdan çıkan metinlere baktığımızda vatan, millet tüccarı partinin yazdığını görüyoruz. İslamcı tarikat ve cemaatler belli ki metin yazma işlerine pek girmemişler. Ancak onlara yakın ruh sağlığı tüccarları bol bol konuştu. Mitingin temel eksiği, bu konuşmalar sırasında #reklam ve #işbirliği yazmamasıydı. Çünkü nihayetinde bu platform da, platform bileşeni kişi ve kurumlar da ticaret erbabı. Kimisi “onarım terapisi” denilen işkenceyi satıyor, kimisi uluslararası bağlantılarını…
***
Büyük Aile Platformu, ailenin tehdit altında olduğu ve LGBTİ+’ların propaganda yaparak herkesi LGBTİ+ yapmaya çalıştığı yalanını satan, bundan maddi ve siyasi çıkar elde eden ticari bir konsorsiyum. Uluslararası kökleri var. Nereden, kim tarafından desteklendiği belirsiz. Kâr elde ettikleri sürece hayatlarına devam edecekler, belli.
Bir kısım konuşmacı, senenin geri kalanında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin “terapi” adı verilen işkencelerle değiştirebileceği yalanını satacak, ceplerini dolduracak. Olan, çok küçük yaşlarda bu uygulamaya maruz kalarak ruh sağlığı bozulan çocuklara olacak.
Onarım ya da dönüşüm terapisi etik ve bilim dışı, ayrımcı, önyargıları besleyen bir uygulama, işkence… Ancak bunu uygulayanlar Türkiye’de ceza almak bir yana, bu tarz mitinglerde konuşturuluyor. Çünkü en kârlı yatırım, yalana yapılan yatırım. Hammaddeleri nefret, ürünleri yalan, maliyet bedelleri neredeyse yok.
Türkiye’den 10 ruh sağlığı kurumu da 2015 yılında yaptıkları ortak açıklamayla “onarım terapisi” uygulamasını ve bu uygulamayı yaygınlaştıran ayrımcı kitapları kınamıştı.
Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP), Türk Psikologlar Derneği (TPD), Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD), İstanbul Tabip Odası (İTO), Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi Derneği (RUSİHAK), Psikolojik Danışmanlar Derneği (PD-DER), Travma Çalışmaları Derneği (TÇD), Sosyoloji Mezunları Derneği (SOMDER), Psikoloji Öğrencileri Meslek Yasası Platformu (PÖMYAP) ve Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu (TPÖÇG) ortak açıklamalarında şöyle diyordu:
“Üzülerek görmekteyiz ki ülkemizde, eşcinselliği, biseksüelliği ve trans varoluşları “hastalık”, “anormallik” veya “sapkınlık” olarak niteleyen ve eşcinsel-biseksüel-trans bireylerin sözde “tedavilerine” yönelik tekniklerin yazıldığı bilimsel veya mesleki açıdan etik olmayan kitaplar yayımlanmakta ve bu kitaplar çeşitli kitabevlerinde satılmaktadır. Oysa bu durum açık bir şekilde, insan haklarının ve bunun yanı sıra bilimsel/ mesleki standartların ciddi ihlali anlamına gelmektedir.
“Türkiye’de en temel haklar açısından bile yasal olarak hiçbir koruma mekanizmasına sahip olmayan LGBTİ bireylerin karşılaştığı ayrımcılık ve şiddetin düzeyi göz önüne alındığında, bu tür homofobik/transfobik kitapların satışı ve yanlış bilgileri dolaşıma sokması ayrımcılık ve şiddet iklimini daha da beslemekte ve LGBTİ bireylerin en temel insan haklarını bir kez daha ihlal etmektedir. Ruh sağlığı alanındaki homofobik/transfobik uygulamalar ve sözde terapiler ise bizzat “uzmanlık” kisvesi altında sürdürülmekte, bu da hem toplumun LGBTİ bireylere yönelik önyargılarının pekişmesine zemin hazırlayarak mevcut ayrımcılık ve nefret söyleminin, hem de LGBTİ bireylerin kendileriyle ilgili yanlış inançlarının katbekat artmasına yol açmaktadır. Tedavi ettiğini iddia eden bu yöntemlerin kişilerde zaman zaman intihara kadar varabilen duygusal/psikolojik hasarlar bıraktığı görülmüş ve bu durum dünyadaki çeşitli sağlık örgütleri tarafından raporlarla dile getirilmiştir.
“Herhangi bir şekilde LGBTİ bireylere yönelik önyargı ve ayrımcılık içeren ve/veya eşcinselliğe/biseksüelliğe yönelik “tedaviler” öneren kitapların basımı ve satışı derhal durdurulmalıdır, kitapevlerinde raflarda bulunan bu tür kitaplar raflardan indirilmelidir.
“Ruh sağlığı alanında “onarım terapisi” adıyla veya başka adlarla yapılan ve eşcinselliği “tedavi ettiğini” iddia eden, ayrıca trans bireylere “hasta” muamelesi yapan tüm homofobik/transfobik uygulamalar ve terapilerden vazgeçilmelidir.”
***
Tüm bunlara karşı çıktığını iddia eden kimi aktörlerin, “Bu yürüyüş olmasın ama özendirme de olmasın” demesi ayrı bir yazının konusu. Ama özenerek eşcinsel, biseksüel ya da trans olunmayacağı bilgisini not edip, geçelim. Yasaklansın dedikleri “propagandanın” ise ne olduğunu Diyarbakır’da aynı gün yaşanan bir cinayette gördük.
Diyarbakır’da tam da miting gününde bir trans kadın öldürüldü, diğeri yaralandı. İki şüpheli tutuklandı. Dosyada kısıtlılık olduğu için bilgimiz sınırlı. Ancak ortada yağma suçunu da oluşturan unsurlar var. Çünkü neden olmasın? Bir trans kadını öldürdüğünde “haksız tahrik indirimi” alacağını bilenler, elleri değmişken neden yağmalamasın?
Büyük Aile Platformu’nun hedeflediği Anayasa ve/ya yasa değişikliği hayata geçerse, tam da bu satırları yazmak suç olacak. Propaganda dedikleri bu. Sizi öldürmeye devam edelim, siz de öldürüldüğünüzü duyurmayın.
Ticari bir konsorsiyum olan Büyük Aile Platformu, “propaganda yasağı” dediği kanun teklifiyle boğazımız sıkılıp öldürüldüğümüz sırada sesimiz çıkmasın istiyor. Bu yüzden de aynı anda ağzımızı kapatacak bir el olmaya aday olduğunu ilan ediyor.
Neyse ki Diyarbakır Barosu LGBTİ+ Hakları Komisyonu gibi yapılar var da, en azından cinayetlerin ardından dava süreçlerinde adaletin bir nebze de olsa sağlanabileceğini umuyoruz. Açıklamalarından naklen:
“15 Eylül 2024 tarihinde Diyarbakır’ın Kayapınar ilçesinde yağmalanıp saldırıya uğrayan trans kadınlardan S.U. yaşamını yitirirken, trans kadın G. ise yaralandı. Şüpheliler A.A ve İ.U tutuklandı. Davanın takipçisi olacağız. Nefret cinayetlerine karşı mücadelemizi sürdüreceğiz.”
***
Tam da böylesi bir dönemde, SPoD’un miting alanının yakınında Ahmet Yıldız’ın, babasının öldürdüğü bir eşcinsel erkeğin anısına lokma dağıtması önemliydi. Sembolik bir eylemdi ancak ticaret erbabını can evinden vurdu ki, açıklama yapmak zorunda kaldılar.
Yalan ticareti yapan, bundan kâr elde eden bu tarz oluşumlara karşı hakikati hatırlatmak ve çoğaltmak gerekiyor. Mesela Ahmet Yıldız’ın hakikatini…
26 yaşındaki Marmara Üniversitesi öğrencisi Ahmet Yıldız, 15 Temmuz 2008’de babası Yahya Yıldız tarafından eşcinsel olduğu için öldürüldü. Katil baba Yahya Yıldız, hâlâ aranıyor. Ahmet’in öldürülmeden 2 ay önce Beargi dergisine yazdıklarını hatırlayalım:
“Ben çok soru sorarım. Nedenini araştırırım her olayın. Lise yıllarında arkadaşlarımın bana taktığı lakaplardan biri “Nedenahmet”ti hatta. Derslerde kafama bir şey takıldığı anda dersi fütursuzca durdurur, sorularımla öğretmenimi ve sınıfı darlardım. Çevremdeki biriyle ilgili öğrenmek istediğim bir şey olduğunda, o kişiye özenle yaklaşır ve sorularımı dikkatle sorarım. Dinlemekten asla sıkılmamam ise karşımdaki insanları bazen yorar ama ben inatla öğrenme yolları bulurum. Yaşları benden büyük olan arkadaşlarımın kimi zaman dizine kimi zaman güzel göbeğine uzanır, kolay yoldan bilgi almaya çalışırım. Okumak zor gelir bana. Benden yaşça büyük gey arkadaşlarıma en çok soru yönelttiğim konular; uzun ilişkilerini yürütürken karşılaştıkları zorluklar ve ebeveynlerine (eğer olmuşlarsa) out olduktan sonra onlarla geçirdikleri süreçlerdir.”
“Birçok arkadaşımdan ebeveynleriyle yaşadıkları süreci dinledim. Teorik olarak tecrübeli olduğumu söyleyebilirim. Ve bu tecrübelerime göre benim ailem out olunmaması gereken tipte bir aile tipi idi. Babam doğulu bir Kürt ve annem de yine aynen doğulu bir Kürt olmasının yanına İslamiyet’e çok bağlı yaşamayı tercih etmiş bir annedir çünkü. Küpe takan erkeklere tepki vermek, kısa etek giyen kadınları namussuz gözüyle görmek gibi marjinal tepkileri olan bir ailedir. Daha çocuk yaştayken başlayan cinselliğimi tanıma vakaları ergenlik dönemi, yetişkin dönem derken sürekli hayatımda oldu. Ve çocuk yaşımdan lise yıllarının sonlarına kadar aileme bu vakalardan dolayı 4 defa yakalandım. Ailem durumumu çözmek istedi. Sürekli sorular sordu, sıkıştırdılar, araştırdılar. Cep telefonumu, bilgisayarımı kurcalamak, kardeşimle beraber yaşamaya zorlamak, kapılarımı dinlemek gibi ve benzerlerini çok hatırlamak istemediğim birçok olay yaşadım. Özgürlüğümü elimden almaya çalışıyorlardı durumumu öğrenmek için. Öyle bir yere geldik ki söylemek zorunda kaldım.”
“Söyledim. Babama. Telefonda. Şimdi bile kalp atışımı hızlandıran bir diyalogdu. Uzun zamandır gey olduğumdan emin olduğunu kardeşime söyleyen ve öğrenince bana neler neler! yapacağını söyleyen babam artık telefonda sadece şoke olmuştu. Günlerce birbirimizi aramadık. Çünkü 1. dönem başlamıştı ilişkimizde. Onlar çıkış yolu arıyorlardı. Kendi yaşamlarına benzemeyen bir hayatı olacak, kendi kurallarını benimsemeyen torunlarının olmasını engelleyen bir cinsel duruma sahip oğullarını acilen değiştirmeleri gerekiyordu.”
“İşim çocukları eğitmek olduğundan ebeveynlerin çocuklarını istediği modele sokmak için ne gibi oyunların oynayacağını, hangi maskeleri takacağını çevremdeki insanlardan biraz daha fazla biliyor olmam bu oyuna benim biraz daha önde olarak başlamamı sağlamıştı. 8 ay kadar yüz yüze görüşmedim ailemle. Görüşmeden geçireceğimiz zamanın onların durumumu kabul etmelerini sağlamasını bekledim. Ama böyle bir şey olmadı. İnançları, örfleri ve ananeleri ahlaksal olayları kendi iç dünyalarında bile tartışmaya asla izin vermeyen cinsten korkular oluşturmuş cinstendi.”
“En çok sevgiyi koz olarak kullanmaya çalıştılar. Benim durumuma üzüldükleri için işleri bozulan babam! Durumumu kaldıramayan kardeşim, üzüntüden kilolar kaybeden annem gibi silahlar doğrulttular. Her şey telefonda gelişiyordu halen. Telefonda görüştükleri oğullarının işlerinin nasıl olduğu, sağlık sorunları olduğunda kimin ilgilendiği, neler hissettiği gibi şeyleri sorgulamayan ailem her telefon görüşmesinde bir süre konuştuktan sonra herhangi bir bahane bulup hemen bir silah doğrultuyordu bana değişmem için. Ya annem 1 kilo daha kaybetmiş oluyordu, ya küçük kardeşimin bu durumumu öğrenmiş olması onu çok etkilemiş ve bir uykusuz gece daha geçirmiş oluyordu ya da babam hüngür zangır ağlıyordu benden dolayı. Yahu hani o kadar sigara içerken sigarayı bırakmıştım? İrademe hani sahip biriydim? Dolayısıyla ben bu illeti de bırakabilirdim? Bir doktor varmıştı yaşadığım metropolde. Babam gelecekmişti gidecekmiştik o doktora. Ve beni tedavi edecekti.”
“İsteyeni tedavi edermişti. Hastalıkmıştı gey olmak! Anlattım onlara. Yok, kardeşim değil… Hastalık değil bu. Gey olmak insanların ela gözleri olması, siyah saçları olması, kıllı olması, ayrık parmaklı veya birleşik parmaklı olması gibi genlerle taşınan bir özellikti. Dinliyorlardı. Çünkü görüşmemi istedikleri psikologun hastalarından biri arkadaşım çıkmıştı.”
“Doktor, arkadaşımın gey oluşunun hastalık olmadığını kabul etmişti karşısında İSTİSMAR EDEMEYECEĞİ biri olduğunu görünce! Doktora girmeyi refüze edebilmiş, anlatabilmiştim gey olmayı. Sigarayı bırakmak gibi bir yaklaşımla bana yol göstermemeleri gerektiğini de söyledim ve anlattım. Birer defa yüz yüze görüştüğüm ebeveynlerimle görüşmelerimizden sonra anladığım şey kendi inanç ve ananelerine göre yaşamamın, benim içinden gelen mutlu olduğum şekilde yaşamamdan çok daha üstün olduğuydu. Asla vazgeçmeyeceklerdi.”
“Görüşmemizden sonra da silahlar doğrultuldu. SMS’ler geldi, aramaların ardı arkası kesilmedi. Ben ailemi kazanmak istiyordum. Dostum olarak yaşamımda olmalarını istiyordum. Ama sanırım vazgeçmek daha doğru. Onların bu konudaki düşüncelerini değiştirmek istemem ne kadar haklı bir istekti ki onlar da aynısını benden isterken? Bir taraf vazgeçmeyecek, vazgeçmemelerimiz ise sadece huzursuz görüşmeler yaşatacak bize. Sanırım yine zamanın gücüne inanmak ve görüştükçe ağlatan iletişimlerimizi azaltmak zorundayım. Evet, inanıyorum zaman halledecek. Bir süre daha AİLESİZ kalmalıyım.”
“Arkadaşlarımdan dinleyerek edindiğim teorik tecrübelerim, doğruyu söyleyip onur duyacağımı söylüyordu. Evet, onur duyuyorum yalandan kurtulduğum için. Ama zor bir savaş içine gireceğinizi bilin ve söylemekten her zaman kaçının derim, ailenizin sizi anlamasının zor olacağını zannediyorsanız.”
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, nefret suçları, aile, siyaset, tarihimizden, anayasa, dava, araştırma, inceleme, yorum