25/07/2014 | Yazar: Yıldız Tar

Cinsel özgürlükçü toplumu savunan Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş’ın yeni yaşam çağrısının düşündürdükleri…

Cinsel özgürlükçü toplumu savunan Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş’ın yeni yaşam çağrısının düşündürdükleri…
 
Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken; adayların seçim çalışmaları da hız kesmeden devam ediyor. “Yeni Yaşam Çağrısı” başlıklı seçim programıyla homofobi ve transfobiyle mücadeleye seçim kampanyasında yer veren tek Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş’ın programında dün (25 Temmuz) Yoğurtçu Parkı forumu vardı. Çok sayıda LGBTİ aktivisti ile birlikte ben de Demirtaş’ı dinlemeye gidenler arasındaydım.
 
Binlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilen forumda Demirtaş, soruları yanıtladı. “Yeni Yaşam Çağrısı”nı yineledi. Gezi direnişinde yaşamını yitirenlerin fotoğrafları ile Rojava ve Filistin halklarıyla dayanışma pankartlarının asıldığı forum öncesinde Kardeş Türküler sahne aldı.
 
Demirtaş’ın foruma gelişi ise büyük bir coşkuyla karşılandı. Demirtaş, ezilen halkların, cinsiyetlerin, cinsel yönelimlerin, sınıfların, inançların özgürlüğü için mücadele ettiklerini söyledi.
 
Demirtaş’ın siyaset tarzı ve kampanya içeriği açıkçası bana LGBTİ hareketinin tarzını hatırlattı. Seçimleri, sistemi eleştiren Demirtaş; “Demokrasi halkın kendini temsil etmesi için birilerini seçmesi değildir. Temsili demokrasi kapitalist modernitenin dayattığı bir durumdur. Kimse halkları temsil edemez. Biz ilk etapta temsili demokrasinin; halkların doğrudan katılabileceği mekanizmalarla esnetilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve tabi ki katılımcı demokrasi de yetmez. Katılımcı demokrasi; doğrudan demokrasiye giden yolda bir adımdır. Doğrudan demokrasiyi kurabilecek; yerel ve özerk bir yönetim biçimini kurmak için mücadele ediyoruz” dedi. Aslında Demirtaş’ın söyledikleri yeni değil. Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik özerklik diye formülize ettiği bir biçimden bahsediyor. Ancak yeni olan, demokratik özerkliğin anlatılış biçimi.
 
Biraz açarsak; LGBTİ hareketi yıllardır sistem içine girmeden, sisteme dil çıkartarak, onunla oynayarak bir mücadele yürüttü. Ancak bu sistem dışı olma hali ve onu dönüştürme arzusunu; klasik anlamda sol bir düşünce sistemi yerine gedikler açmak ve anayolların işgaline karşı patikalarda yürümek şeklinde ifade etti. Buna en somut örnek ise anayasada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kampanyasıydı. Bir yandan anayasal haklar talep edilirken; öte yandan “Anayasal hakların verilmesi başlı başına yeterli bir adım değildir. Aslolan toplumsal değişim ve dönüşümdür” dedi. Ve tam o dönemeçte çok akıllıca bir hamle ile, anayasa kampanyasını bir görünürlük stratejisine dönüştürdü. Hakları kazansak elbette iyiydi; ancak esas olan bu vasıtayla LGBTİ hakikatini çok daha görünür kılmak ve temas alanları yaratmaktı.
 
Nitekim, bunda başarılı olduğumuzu da söyleyebiliriz. Anayasa kampanyasından Gezi direnişine; görünürlük konusunda bir eşik aşıldı. Demirtaş’ın yapmaya çalıştığı da bana kalırsa tam böyle bir şey. Ki kendisi de, “Seçilmeyeceğiz diye bir şey yok tabi ama biz esas olarak bu cumhurbaşkanlığı kampanyasını birlikte, yeni bir yaşamı inşa etme çağrımızı çok daha fazla yaygınlaştırmak; ezilen tüm kesimlerle birlikte mücadele etmek için bir fırsat olarak değerlendiriyoruz” sözleriyle niyetini ısrarla belirtiyor. Cumhurbaşkanı olursa da işin bitmeyeceğini söylüyor. Doğrudan demokrasiye giden yolu birlikte örgütlemekten bahsediyor.
 
LGBTİ hareketinden gelenlerin aşina olduğu bu strateji şimdiden başarıya ulaştı bana kalırsa. Bununla birlikte, “Yeni Yaşam”ı bugünden kurmanın yollarını birlikte aramak gerekiyor. Toplumsal homofobi ve transfobi ile nasıl mücadele edeceğiz? Ezilen, ötekileştirilen kesimlerin birbiriyle temas edebileceği alanları nasıl kuracağız? “En büyük acı benim, en mağdur benim, önce herkes beni anlasın, gerekirse ben de onları anlarım” kibrinden nasıl kurtulacağız?
 
Sorular çoğaltılabilir. Yanıtlar da. Ama bu yanıtların hakiki olabilmesi bildiğimiz anlamda siyasetle mümkün değil. Zira, toplum mühendisliği ve vitrin düzenlemesinden öteye geçmeyen klasik siyasetin araçları, siyasi parti ve aidiyet odaklı zihniyet ile gidebileceğimiz yol belli. Esas olan HDK ve HDP’yi tartışmak değil. HDK ve HDP’den daha mühim olanı, onun dayandığı zemin. Yani, ezilen grupların bir arada yaşamı bugünden itibaren örgütlemesi…
 
Özellikle yerel seçimlerle birlikte içine düştüğümüz klasik siyaset anlayışından bizi kurtaracak da, yıllar önce ettiğimiz sözleri hakikate dönüştürebilecek adımlar. Her türlü ayrımcılığa karşı mücadeleyi pratiğe dökebilmek… Kadınların, Kürtlerin, Ermenilerin, Filistinlilerin, Alevilerin, başörtülü kadınların kısacası ezcümle istenmeyenin; LGBTİ’ler ile ilişkisini; aynı sistemin bizleri farklı yerlerden vurduğunu bir kez daha görmek… Ve bütün bunları yeniden ve yeniden düşünmek, eylemek; “Hangi siyasi parti bize ne verir” sığlığından ve çıkarcılığından sıyrılabilmemizin ön koşulu.
 
Şimdinin sorusu, tarihin de sorusu aynı zamanda. Gezi direnişi, forumlar, doğrudan demokrasi ve demokratik özerklik aynı özlem ve arzunun farklı dışa vurumları. Peki bu arzularımızı nasıl bir arada eyleyeceğiz? Örneğin, son zamanlarda iyice ayyuka çıkan seks işçilerine dönük ahlakçı saldırılara karşı ne yapacağız? Özellikle ezilen, ötekileştirilen grupların, siyasetlerin seks işçilerine saldırıları ve sağ muhafazakar bir kavram olan “yozlaşma karşıtlığı”nı nasıl birlikte yaşam içerisinde değerlendirebiliriz ki? “Yozlaşma karşıtlığı” adı altında gerek geleneksel sol yapılardan gerekse de Kürt hareketinin bazı bileşenlerinden gelen ahlakçı saldırıları nasıl bertaraf edebiliriz?
 
İğneyi de çuvaldızı da kendimize döndürürsek; bizler ne yapıyoruz? Toplumsal ahlaka karşı, bizi öldüren nefrete karşı; bir arada yaşam etiğini nasıl inşa ediyoruz? Kendi acılarımızın gözlerimizi kör etmesine karşı nasıl mücadele ediyoruz? Başka başka meselelerde kendi iktidarlarımızı bertaraf edebilmek için ne yapıyoruz?
 
Etik, zor meseledir. Özellikle ahlakın her geçen gün LGBTİ’leri, kadınları ve seks işçilerini katlettiği zamanlarda hakikaten daha da zorlaşıyor etiği savunabilmek. Yine de, özellikle Demirtaş’ın konuşmasından sonra başka bir şekilde umutluyum. Yeter ki, patikaları çoğaltarak asfalt yolları yıkma, sarmaşıklarla sistemi sarıp, onu tanınmaz hale getirme ve yıkma idealimizden vazgeçmeyelim. Asfalt yolların çekiciliğinin, kumsalları ve patikaları yok ettiğini görelim… 

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret