29/07/2024 | Yazar: Yıldız Tar

Tarihten Gizlenmeyenler’de Kaos GL’nin kurucuları Ali Erol ve Ali Özbaş ile Kaos GL’nin mekan arayışını ve örgütlenme sürecini konuştuk.

“Feminist kadınlar ve anarşist yoldaşlarımız olmasaydı Kaos’un bir ayağı eksik kalırdı” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Express Dergisi’nin 16-23 Nisan 1994 tarihli sayısında Kaos GL’nin ilk örgütlenme çağrısı yayımlandı. 20 Eylül 1994’te ilk sayısını yayımlayan Kaos GL Dergisi 30.yaşını kutluyor. Bu kapsamda biz de 30 yıllık mücadele tanıklık edenlerin tanıklıklarına sizinle paylaşmaya karar verdik.

Tarihten Gizlenmeyenler’de Kaos GL’nin kurucuları Ali Erol ve Ali Özbaş ile konuştuk.

Dergi çıkarken bir yandan da mekan arayışı nasıl sonuçlandı? Mesela ilk mekanı kaç yılında nasıl tutabildiniz dışarda toplantı yapmak için? Hatırlıyor musunuz yoksa ilk dönem ev toplantıları artık kafelere mi taştı?

ALİ EROL: Biz İHD’den kovulduktan sonra nereye gittik?

Bir de İHD serüveni belki, İHD’de ne oldu? İHD’de toplantı mı yaptınız, nasıl kovuldunuz?

ALİ ÖZBAŞ: İHD aslında kovma derken defolun şeklinde değildi. Bizim ne olduğumuzu biliyorlardı orada toplantılar yapmamıza müsaade ettiler. Ama biz yetinmedik. İlla daha büyüğü daha büyüğü var diye. Orda toplanıyoruz ama biz kimiz? Bir grup, bir avuç gariban lubunya değiliz ... Bir ad koyalım... Resmi olarak da bizi tanısınlar burası üzerinden de bir şey yapabilelim diyorduk ve oranın işleyişi komisyonlar şeklinde ilerliyordu. Biz de bir gey-lezbiyen komisyonu kurmak istedik. Ancak İHD buna yanaşmadı. Bizim bu talebimizi önce uzatarak işte bir görüşelim bir edelim şeklinde, sonrasında da kabul etmediler. Uygun görmediler. Her zaman zaten bir “bile”si vardı ya da bir öncelik. İşte bunun getirdiği o bizi orda onların mekânında toplanmaktan soğuttu ancak kendimize ait bir mekânımız da olmadığı için kafelerde toplanmaya başladık. Özellikle sessiz saatler ve sessiz mekanları tercih ediyorduk rahatlıkla konuşabileceğimiz, tartışabileceğimiz. Ve her arkadaşımızın kendini rahatsız hissetmeden oraya girip çıkabileceği mekanlar. Değişik mekanları dolaştık.  Bunlarda bir tatsızlık yaşadığımızı ben hatırlamıyorum herhangi bir mekânda ama...

ALİ EROL: Yok ama bazılarında çok kısa yaptık.

ALİ ÖZBAŞ: Çünkü uygun değil. Kalabalık oluyor ve insanlar müzik dinlemeye geliyor orada. Sen “bizim toplantımız var müziği kısın” diyemiyorsun. Dolayısıyla uzun süre değişik mekanlarda değişik kafelerde toplantılar devam etti.

ALİ EROL: İki tanesi farklıydı galiba.  Hepsini anmak mümkün değil. Bir de Olgunlar’da Sakal Kafe’ye çünkü odasının birini bize veriyordu toplantı saatinde. Oradaki toplantılar biraz iyi geçiyordu bölünmüyordu etmiyordu falan. Bir de de Kızılay’da eski Fransız Kültür’ün karşısında Toplumsal Araştırmalar Vakfı vardı, aslında üç artı bir daire salon lokal, arkadaki bir odayı bize veriyorlardı. Örneğin Toplumsal Araştırmalar Vakfı TAKSAV’ın salonunda geçen uzun süre dönemli toplantılarımız bizim yavaş yavaş kurumsallaşma denemeleri yaptığımız toplantılardı. Çünkü çalışma grupları oluyordu. Gerek toplantıya gelenlerdeki süreklilik arz edenlerin, çeviri grubundan diğer gruplardan onlar vesaire oluyordu. Film gösterimleri yapıyorduk örneğin. Film gösterimleri üzerinden tartışmalar yapıyorduk vesaire. Oradakiler biraz iyi geçmişti.

ALİ ÖZBAŞ: Ama her toplantıların yanı sıra yeri gelip sosyalleşme “birlikte ne yapabiliriz”, hep birlikte işte sinemaya gidelim ama uygun bir filme ve eleştirel olarak bir film izleyelim. Sadece geyler olarak hep birlikte hamama gidelim. Orda bir gullümümüzü alıkalım veyahut piknik... Ama o piknik bile bizim için ne stres ne korkunç bir şey olmuştu.

Evet, Kaos GL’nin yer macerası… Çeşitli mekanları gezdiniz oralarda toplantılar yaptınız. İlk yeri kaç yılında ne zaman tuttunuz?

ALİ ÖZBAŞ: Hatırlıyor musun?

ALİ EROL: Hatırlıyorum. 1999 güzüydü sanki.

ALİ ÖZBAŞ: Ben tarih olarak hatırlamıyorum ama süreci ve bize ilk destek çıkan muhasebeci arkadaşı hatırlıyorum ve ilk orda toplandığımızı ve ilk toplandığımızda kadının geldiğinde yaşadığı şoku, o kadar kalabalık beklemiyordu hele tipik tartışma toplantı moduna giren ve sigara dumanı haresi içinde oturan grup olarak kadın gördüğünde yaşadığı şeyi, ama bu yine de beklentisinin olmamasına rağmen herhangi olumsuz tavır sergilememesi ve bizlerle iyi iletişim kurmasını hatırlıyorum.

ALİ EROL: Aslında mekân kısmı... Bu Demirlibahçe’deki bizim ev şu an yıkıldı o apartman diye... Yıkılmıştı galiba...

ALİ ÖZBAŞ: Evet.

ALİ EROL: Ama işte şimdi düşünsene, bazen böyle yarı şaka yarı gullüm ya da bazen böyle hafiften böyle tatlı tatlı yarı hüzün yarı böyle coşkuyla paylaşırız ya Türkiye’de böyle bir tarihin örneğin geçtiği, temas ettiği, inşa edildiği mekanların ya da böyle lokalize yerlerin kaydını tutmak. Ya da oraları korumak, Türkiye’de çok olmuyor, nasip olmuyor, maalesef. Bu bizim için de geçerli.  Zaten yersiz yurtsuz insanlarız, işte metropollere gelmişiz, kent yoksullarından en fazla orta sınıf ailelerden birçok birbirini bulmuşuz vesaire vesaire. Ama Demirlibahçe’nin şöyle bir özelliği vardı.  Bizim işte birlikte yaşamaya başladıktan sonraki ilişkimizin yapması gelişmesi, hayatımızı örneğin orada kurmamız, hayatımızı kurarken aynı zamanda Kaos’un aslında orda kurulması.

Demirlibahçe’nin sadece bizim hayatımızda değil aslında daha sonuçta hayatımızın Kaos’un en azından belli bir kurulum aşamasını düşündüğümüzde ayrı düşünmek de çok zor da, hem kişisel hayatımızın hem de Kaos GL’nin kurulması, inşa edilmesi sürecinin bir nevi merkezi olmuş... Fiilen merkezi olmuş Demirlibahçe’deki ev. Galiba yıkıldı.  Tarih olarak da aslında kendi mekanlarımıza sahip çıkamama hali vesaireyi düşündüğümüzde... Bir taraftan da hüzün verici. Örneğin Güvenpark’tan bahsediyoruz, tanıştığımız ve birbirimizi bulduğumuz Güvenpark artık eski Güvenpark değil düşündüğümüzde. Ha bu mekanlar hep gidiyor. Ama Demirlibahçe’de uzun süre işte Kaos’un kurulması işte inşa edilmesi derginin düzenli çıkması, ev toplantılarının yapılması vesaire devam etti. Bir gün sonra geldi çatkapı... Polis geldi. Ya dedi işte “bu dergiyi siz yapıyormuşsunuz, çıkarıyormuşsunuz”. Ben hemen atıldım, biraz da sezilerimle öğrencilikten kalma sezilerimle. “Yooo” dedim “Biz değil ben çıkarıyorum” dedim. En azından bir kişi olsun diye... Gitsin diye. “Tamam” dedi “problem yok ama” dedi “bu dergiyi bundan sonra böyle çıkaramazsınız çünkü bu derginin kaydı yokmuş” ya işte şu an Cumhuriyet Savcılığı içinde adliyede ama o dönem içindeydi, Emniyet Müdürlüğü’nün içindeydi masalar, dolayısıyla basın bürosu da basın masası da emniyetin içindeydi. “Ya oraya gelip yapacaksınız kaydını yaptıracaksınız ya da artık buraya kadar” diye. Ben de tamam ne gerekiyorsa yapalım dedim. Bu şu anlama geliyordu, aynı zamanda derginin bir idari merkezi adresini göstermek de gerekiyordu. Aslında polis de lubunyalar da herkes de biliyormuş zaten derginin merkezinin Demirlibahçe’de olduğunu. Ama bunun adını koymak ve formel yasal hale getirmek için bir prosedürü var ve bu prosedüre uyup uymayacağımızı yapıyor, yokluyor. Ondan sonra bizim başladı dedik bu evi ya biz gösteremeyiz, göstermememiz gerekiyor. Bizim kendi yaşadığımız ev tamam gizlimiz saklımız yok işte kaç yıl olmuş bir problem yaşamamışız mahallede vesaire fakat dergide idari merkez olarak adres olarak göstermek başka bir anlama geliyor. Mekan arayışlarımızda ilk geçici olarak de hiç gidip gelmediğimiz Kennedy Caddesi’nde bir adresi çok kısa süre gösterdik. En azından dergi çok aksamasın diye. Sonra işte Ali’nin bahsettiği ve bizim de daha sonra arkadaşımız olan Ergün Sokak’ta bir arkadaşımızın muhasebe bürosunun bir odasında toplantıları vesaire yapmaya başladık.

ALİ ÖZBAŞ: Hem kiraladık. Muhasebecinin bir odası bizim ofisimizdi. Hem de kullandık sadece adres olarak duran bir yer değildi. Ancak bu sürece kadar bizim yaşadığımız süreçlerde biz böyle yaparız bu böyle olur üzerinden değildi. Gerçekten biz dahil nasıl ilerlememiz gerektiğini, prosedürde işin resmi kısmında bilmediğimizden deneye yanıla, yapa yapa ilerledik.  Biz yazılı basınlar yasal olarak kayıt yaptırmış biz yaptırmıyoruz şeklinde değildi...

ALİ EROL: Bir underground, illegal öyle bir dergi değildi.

ALİ ÖZBAŞ: Yapmamız için neler gerekir nasıl ilerleyebilirdik ve elimizdeki olanaklar neydi. Bunun üzerinden bu süreçler hep ilerledi. Biz herhangi bir mitinge katılırken de 1 Mayıs’ta ilk görünür olduğumuz noktada da biz o zamana kadar ortaya çıkmayalım haydi şimdi çıkalım gibi net değildi.  Elbette artık görünür olmanın gerekliliği ortada, eşcinsellerin var olduğuna dair görünürlüğün en iyi olduğu yer alanlardır, biz sadece geceleri barlarda parklarda değiliz, sözümüz var... Tabi ki var ama nasıl ortaya çıkarızı hep süreç içerisinde deneye yanıla başardık, kendimizi ortaya koyduk. Ama dergi sürecinde de bu biz yayınımızı çıkartıyoruz, fakat büyük reklam gelirleri olan, satıştan büyük paralar dönen ve dolayısıyla artık bir sonraki aşamada daha rahat hareket eden insanlar değildik, hep “acaba bu sayı çıkacak mı?”. Her ayın yirmisinde çıksın diyoruz ve aksatmıyoruz ama bunun için gecelerimizi harcarken, iş yerlerinde sabahlarken ilk başta çünkü elimizin altında bilgisayar yok, şu an insanların elindeki telefonla bile neredeyse dizgi yapıp bir dergiyi çıkartabilecek haldeler ama süreç bu şekilde değildi ya da o dönem bu şekilde değildi.

ALİ EROL: Ya ben bir not eklemek istiyorum.  Bunu bir sitem gibi anlamak bir eleştiri gibi anlamak da... Anlamasını da istemem bir tane not düşmek, sürece dair bir not düşmek için. O dönem aynı zamanda bizim yavaş yavaş yeni karşılaşma yeni çatışma ortaya çıktığı durumlardı. Düşünsene tamam biz dergi için mekân bulacağız, diğer taraftan istediğimizi biz yaptık diye iş bitmiyor, savcılık bize soruşturma açtı. Şimdiye kadar bu dergiye kayıt çıkarmadığınız diye ve bizim avukata ihtiyacımız vardı. İşte de sosyalleşmede gullümde muhabbette aslında gey avukat arkadaşlarımız olduğu halde görünürlük meselesinden dolayı bu arkadaşlarımız bizlerin mahkeme süreçlerini takip etmeyi istemediler ve bizi gene hetero arkadaşlarımız yaptı mahkemede savundu. Mekâna ihtiyacımız var, gene hetero arkadaşımız işte bürosunun bir odasını yaptı açtı ya da İnsan Hakları Derneği’nde yaşadığımız sorunda gene hetero bir arkadaşımız “ya arkadaşlar siz ne yapıyorsunuz bu iş böyle olur mu” diye bizi savunan gene çıkıyor hetero bir iki arkadaş çıkıyor. Dolayısıyla bunları da yapmak belki görmek önemlidir diye düşünüyorum.  Çünkü o geylerin açılma problemleri ya da kaygıları çok zaman aldı. Bizim örneğin herkes ne bilir? İşte Türkiye’de gökkuşağı bayrağıyla ve kendi pankartlarıyla eşcinseller ve translar ilk defa Ankara’da 1 Mayıs’a katıldı denir. Doğru...  Bu tarih olarak doğru ama bizim bir deneme 1 Mayıs’ımız var 1997’de. Biz zaten düzenli pazar toplantıları yapan, dergisini düzenli çıkaran, işte çalışan, mücadelesini politikasını örmeye çalışan bir grubuz. Aslında bir nevi adı konmadan dernek gibi çalışma aşamasına gelmiş bir grubuz. Dolayısıyla biz 1 Mayıs’a katılmak istiyoruz ve 1997’de ilk defa katıldık 1 Mayıs’a katıldık. 1 Mayıs’tan sonraki pazar toplantısında kıyamet koptu.  Bir kesim diyordu “ya arkadaşlar ne işimiz var 1 Mayıs’ta?!” ya da “ne işimiz var 1 Mayıs’ta?!” anlamak için soruyordu. Bir kesim seziyordu bu işin nereye varacağını ve sonunun nasıl yapacağını gelişeceğini. Bir 1 Mayıs’a katılmakla bu işin bitmeyeceğini sezdiği için de diyordu “nerden çıktı bu?”.  Şu aşamaya gelmek zaman aldı... Hayır...  Kaos 1 Mayıs’a katılır ve eşcinsellerin güvenli bir şekilde burunları bile kanamadan katılıp geri dönmesini sağlamak için çalışır ama herkesin de her yere katılmasını dayatmaz.  Ben bir rahat olayım. Örneğin bir grup 1 Mayıs’a gittiğinde ben de büroda nöbet tutup hem yapabilirim oraya açık tutabilirim hem de arkadaşlarım döndüğünde çayı, kahveyi, simiti hazır edebilirim.  Nereden ne tutmak istiyorsam, elimden ne geliyorsa diye. Bu aşama zaman aldı aslında. Gene benzer bir şekilde bizim Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün’e özel bir program yapmak istiyordu, işte biz de “ne var bunda, biz zaten artık kendimizi gizlemiyoruz, bari katılalım” dedik. Gene koptu, kıyamet koptu. “Nasıl olur” diye. “Gruptan örgütten dergiden iki kişi buraya katılsa bile aslında iş onlarla bitmeyecek çünkü ben de bu grubun bir üyesiyim” diye, o görünürlük çatışması dönüp dolaşıp beni de zorlayacak diye hissediyor insanlar...

ALİ ÖZBAŞ: Çünkü insanlar değişsin istiyor ama çok da görünür olmayalım, görünür olduğum noktada geri dönüş olmayacak bunu biliyor, görüyor, kaygıları var insanların. Aynı zamanda kendince magazinsel duyduğu şeyler var. Ciddi anlamda bu tür düşünenler de vardı, yani ciddi anlamda görünürlüğün harekete halel getireceğini. Ama niye halel getirecek, çünkü artık görünürsün, geri dönüşün yok insanlar biliyor. Dolayısıyla böyle konuşarak rahatlıyorduk “daha fazlasına gerek var mı?” Artı zaten öncesi de hep benim deneye yanıla dedim, “bir de şunu yapalım bakayım ne olacak” değil aslında deneye yanıla dediğim. Bilinç yükseltme olarak adlandırabileceğimiz toplantılar yapılıyor, konuşuluyor. Buna öneriler toplanacak işte, önümüzdeki günlerde ne konuşalım, işte biri biseksüellik diyor, biri askerlik diyor, biri lezbiyenlik diyor, ben orada bir hafta da geylik olsun diyorum ama duyulmuyor. O zaman da sesim böyle kötüydü... Sonra lezbiyen arkadaşlar sonraki hafta ciddi bir kırılma yaşadı, lezbiyenlik dendi de geylik denmedi, dolayısıyla lezbiyenlik merak edilen bir konu konuşulması gereken bir konu.  Herhangi bir heteronun “lezbiyenler n’apıyo” merakının benzeri siz de yaşadınız, oysa geylik denmedi üzerinden bir kırılma yaşandığını ben hatırlıyorum. Oysa ben demiştim hakikaten demiştim ama duyulmadı.  Böyle alınganlıkların da olduğu, birbirimizi birazcık geren belki de gerileten, “aaa başa döndük” hissiyatı yaşatan tartışmalar da oldu.

ALİ EROL: Orda müdahaleler dediğimiz şuydu böyle tarihi müdahaleler bence, böyle bir iki tane müdahale de ettik. Örneğin orda biz de seziyorduk; bir burada arkadaşlar aslında bize ne anlatmak istiyor?  Bu kaygı kişisel bir kaygı mı, kolektif bir kaygı mı, bu kaygı bir öngörememe ve bilmemekten kaynaklanan bir kaygı mı, yoksa bizim “aaaa biz işin o kısmını kaçırmışız, akıl edememişiz” dememiz gereken ve dönüp kendimize bakmamızı gerektiren bir uyaran mı onu anlamaya çalıştığımızda ben şunu fark ettim. Haaa o 32. Gün televizyona çıkma çıkmama, görünürlük meselesinde, 1997, 1 Mayıs denemesinde vesaire, grubun selameti açısından, grubun ortalaması açısından ve de örgütlü bir networkü korumak için grubun ortalamasının talebine uymak gerektiğini düşündüm. Eğer ki onu yapmamış olsaydık muhtemel Kaos GL’de çok daha radikal bir kırılma olacaktı ve Kaos GL, kendi ortak, bağımsız ve kapsayıcı hattından savrulup daha küçük bir grup olacaktı diye düşünüyorum. Bunun mekanla da ilgisi var. Yine biz o toplantılar esnasında yavaş yavaş sayının arttığını gördükçe insanlar, daha önce biz gidip bir kahve bir bira içeceğimiz bir mekan bulamazken yeni yeni mekanların çıkmasıyla artık en azından belli bir dönem, örneğin kışın herkes buradayken sana ihtiyacı yok, ama insan Ankara’nın boşaldığı bir dönemde müşteri olarak gördüğünde seni “gel” diyor aslında. Altı ay sonra seni kovacak olsa bile bir kulp bulup. Orda toplantıların örneğin bir barda yapılması önerisi de gelmişti. İlk defa orda da bir ben fark etmiştim ya işte insanlar gözleriyle bize bakıyor fakat  yapmak da istemiyor, bizim anlamamızı istiyor, ben orada far kettim ki ha bu arkadaşlar aslında düzenli olarak bara giden arkadaşlar o bara gitmek istiyorlar, ama pazar günü geldikleri bu toplantı o barda yapılmasını istemiyorlar. Bunu görmemiz için bize bakıyorlar fakat o bara toplantıya davet eden arkadaşlarla da bozuşmamak için orda karar mercii olarak bizi görüyorlar. Biz de orda gene radikal “hayır bu tartışma bitmiştir, bu toplantılar mekan bulduğumuz sürece devam edecek, ama asla bir siyasi partinin salonunda ya da bir barın bilmem neresinde bu toplantılar olmayacak, bu konu kapanmıştır” diye. Oradaki tartışmalara rağmen bir karar almıştık. Diğer o televizyon, 1 Mayıs vesaire konusunda da “ha grup demek ki buna henüz hazır değil. Grup dağılmaktansa biz bunu üç yıl erteleyelim” demiştik. Nitekim öyle oldu. Nitekim işte 1 Mayıs 2001’de ilk defa işte kendi gökkuşağı bayraklarımızla kendi pankartlarımızla, eşcinsellerin dergisi Kaos GL, geyinden transına kadar ortak katıldığımız 1 Mayıs’ta bizim aynı zamanda kendimize ait bir mekanımız da nihayet olmuştu. Ve orada önceden zaten toplantılar yapılmıştı niye katılıyoruz vesaire vesaire ve orda grup artık katman katman kendini koruyan kendi içinde kendisi için hareket eden bir yapıya dönüşmüştü. Örneğin 1 Mayıs’a kim gidecek? 1 Mayıs’a gidenler gittiğinde merkezde kim kalacak? Merkezin kapısının sorumluluğu kimde olacak? Çayı kim demleyecek? Gelenle kim ilgilenecek gidenle kim ilgilenecek? Bütün bunlar olduğunda o yıl bir coşkuyla ve nihayet evet bu yıl oldu diyerek ve 1 Mayıs’tan sonra tekrar merkeze gelip işte çay kahve içip simit peynir yediğimiz ve insanların kendini iyi hissettiği bir yer olmuştu ve kendi mekanımızda, artık mekan sorunu da biraz en azından daha doğrusu mekan bulma sorunu çözülmüştü diyebilirim.

Tam bu noktada aslında sizin kişisel hayatınızla ilgili bir yandan Ali Erol’un gözaltına alındığı bir dönem var 90’larda. O nasıl gelişmişti sen hatırlıyor musun ve sizin ilişkinizin seyri, bir yandan Kaos GL devam ediyor ve yoldaşlık ve ilişki pratiğiniz sürüyor.

ALİ ÖZBAŞ: O 90’larda Ali Erol değil ben de alındım içeri...

Aaa..

ALİ ÖZBAŞ: Evet canım. Benim ilk gözaltı... Şimdilik son dimi?

ALİ EROL: Olmasın zaten bir daha evet. Bir daha olmasın.

ALİ ÖZBAŞ:  Olacaksa olur. İkimiz gözaltına alındık aslında farklıydı... Yine bizim alanlarda da olalım fikrimizden kaynaklı anarşist arkadaşlarla... Ya bizi içlerinde kabul edecek, onlarla hareket etmemizde çok ters tepki vermeyecek grup anarşistlerdi. CHP’lilermiş, efendime söyleyeyim, o dönem için sol, çeşitli sol gruplarmış bizi çok bağırlarına basmıyorlardı. Anarşistlerin de hepsi aslında bağırlarına basmıyorlardı çünkü anarşist arkadaşlar içinde de çok büyük tartışmalar olduğunu biliyoruz. Ama yine de beraber hareket edebileceğimiz bir gruptu belki bazı fikirlerden dolayı bize de yakındı. Ben hiçbir zaman şucuyum demedim. Belli bir siyasi görüş içinde kendimi görmedim. Çok mu liberaldim acaba yoksa kendimi Ali... Aliist olarak mı adlandırdım.  Ben kendimim, bir grupta bir liderin arkasından koşturan insanlar bana hiçbir zaman sıcak gelmedi.

Onlarla bir arada olmamız, bizim oturduğumuz apartmanda o grup arkadaşlardan bir kısmının oturuyor olmasıyla bir gece ben Türk kahvesi kaynatırken, bu önemli niye çünkü iş yerindeki arkadaşım Türk kahvesini ocağa koyup içeri gitmekten bahseden bir kızcağızdı ve ben ona “nasıl be! Türk kahvesi dediğin başında beklenir, ağır ağır yapılır” gibi bir muhabbet etmişken, o akşam bunu Ali’ye aktarırken kapımız çaldı ve ocakta kalan Türk kahvesi benim kalbimde yaradır. Meğerse bırakılırmış ocakta. Polisler geldi. Evde arama yaptılar ve bizi gözaltına aldılar. Konu hiçbir şekilde eşcinsellik olmadı ama tabi ki evdeki aramalarında bizim eşcinsel materyallerimiz dergilerimiz falan da onların aradıklarında karşılaştıkları eşyalardı ve ikimiz de iki gece...

ALİ EROL: Evet iki gece...

ALİ ÖZBAŞ: Götürdükleri cuma gecesi, ertesi cumartesi gecesi gözaltında kaldık. Pazar günü bırakıldık.

Kaç senesiydi bu arada tam olarak hatırlıyor musunuz?

ALİ EROL: Demirlibahçe’de... 90’ların sonu falan mı acaba?

ALİ ÖZBAŞ: Ben yılı hatırlamıyorum ama ...

ALİ EROL: Muhtemeldir, 90’ların sonudur herhalde...  Ya da 2000’lerin başı falan hiç hatırlamıyorum.

ALİ ÖZBAŞ: Ama bu gözaltının arkadaşları; eşcinsel toplantılar, eşcinselliğe yönelik toplantılar çıkan dergi mi acaba şeklinde korkuttuğunu hatırlıyorum.

ALİ EROL: 90’ların sonuydu galiba... Ama orda şöyle ilginç bir şey olmuştu. Şimdi ben daha önce de ... Öğrenciyken de şimdi Birlik Mahallesi oldu o zaman Göztepe gecekondu mahallesiydi köşkün arkasında. O zaman iki hafta gözaltında kalmıştım.  Öğrenci evi baskınları işte 1 Mayıs öncesinde öğrencilere yapılan baskınlardan hareketle bütün solcu öğrencilere falan yapılır ya. Biz de evde kaç kişiyiz vesaire. O örneğin çok korkunçtu ... O benim için çok ekstrem bir durumdu. Herhalde Cumhurbaşkanlığı köşkünün arkasındaki bir gecekonduda değil de varoştaki bir gecekonduda olsaydık... “Yav ne uğraşıyorsunuz sık kafasına işte” diyebilirlerdi diye düşünüyorum. Çünkü gelip yorganımızı yatağımızı yere attılar çiğnediler, bütün kitaplarımı dergilerimi köyden annemin işte meyve falan göndermişti, çuvallara doldurup onları götürdüler vesaire vesaire.

Ama Demirlibahçe’de hiç öyle değildi geldiler, ayakkabılarını çıkardılar, işte “telefonu kullanabilir miyiz” dediler, bilmem ne bilmem ne. En küçük bir hakaret yok ima yok tek bir faks kağıdı aldılar o da İstanbul’dan Lambda’dan bir arkadaş vardı Lambda adına gönderdiği bir faks vardı. O faks bir süre sonra silinir ya, o da okunmadığı için aldılar.  O kadar... Onun dışında hiçbir şey olmadı...

ALİ ÖZBAŞ: Ama bütün buna rağmen benim için ilkti ve dediğim gibi şimdilik son. Dolayısıyla Ali’yle olan ilişkimde bir bence testti. İkimizi aynı odaya koymadılar haliyle ve Ali her zamanki gevezeliğini o gözaltında da gösterip odasındaki çocukla gayet iyi muhabbetler yaparken ben odamdaki güzel mantiyi kaçırdım. Bol bol uyudum sanırım bir travma yaşıyordum depresyon halindeydim bol bol uyudum o esnada ama ben. İşin esprisi bir yana o noktada daha ziyade o gözaltı Ali’nin sebep olduğu bir şey diye düşündüm çünkü daha çok ilişkilenen o insanlarla Ali idi. Ben buna rağmen Ali’ye bir böyle “niye böyle yaptı onun yüzünden oldu” gibi duygular duymuyorsam tamam öyle düşünüyorum ama bunu kötü negatif ruh haline girip öyle değerlendirmiyorsam bizim ilişkimiz sağlam demek ki diye düşündüm.  O gözaltı ilişkimizin de bir nevi teste uğradığı ve benim Ali hakkında herhangi bir olumsuz hisse kapılmadığım bir test haline geldi. Bizim ilişkimizi güçlendirdiği gibi “gözaltı dediğin olay da bak atlatılabiliyormuş” diye mücadele, eşcinsel hareket sürecinde de daha rahat olmamızı sağladı gibi geliyor bana. İnsanlar ondan mı diye bir çekince yaşadı belki dışarıdakiler ama dışarda olmak daha zor.  Nasıl ki “olan oldu işte asıl dışardakiler o acıyı yaşıyor” noktası gibi bu türde de dışarda olan için daha zor. Ki sonraki Ali’nin yakın tarihli gözaltı sürecinde de zaten onu... Yaşadım. Tabi yine aslında bir açıdan o ikincide “Ali içerde ne yaşıyor?” üzerine o duyduğum kaygılardı.

ALİ EROL: Hepsi bir süreç dönem herhalde. Ya bizim açımızdan da ... Ya sonuçta biz de aslında sıradan insanlarız. Dolayısıyla etkilenme imiz diğer insanlardan çok da farklı değil. Ama en azından baştan biliyorduk, ola ki çok ekstrem bir gelişme olup da duvara toslamazsak mümkün olduğunca işte kendimizi iyi hissedeceğimiz, insanların işte soluk alacağı alanı genişletmek üzerinden biz bir politika...  Bizim örneğin bazı sözlerimiz bazı örneğin yazdıklarımız çizdiklerimiz, bazı insanlara çok çok radikal geliyor ama aslında bu söylemsel bir radikallik gibi geliyor bana.  Biz diyoruz ya biz buradayız gideceğimiz bir yer yok ve biz kendi ilişkimizi geliştiriyoruz, aslında kendi ilişkimizi geliştirirken  birbirimizin hayatlarını geliştiriyoruz.  Kendimiz bu toplumda kaç göç nereye kadar, saklan saklan nereye kadar... Ya bu toplumda ben kendim olarak nasıl yaşarım dolayısıyla ben kendi soluk alacağım alanı nasıl genişletebilirim?  Ben soluk aldım alanım genişledi ama senin soluk aldığın alan da genişleyecek. Dolayısıyla dayanışma ağlarını da biz böyle yapıyorduk... Örüyorduk. ... O dönem için bakıldığında, tamam şu an köprünün altından çok sular aktı da o dönem için gerçekten mangalda kül bırakmayan pek çok örneğin siyaset, insan, kurum bir yana gerçekten kafasında kırk tane soru işareti olsa bile gözü kapalı bize yoldaşlık eden feministlerle, anarşistler vardı.  Tarihimizin doğrusu ve gerçeği bu aslında.  O feminist kadınlar ve anarşist yoldaşlarımız olmasaydı bence Kaos’un bir ayağı eksik kalırdı. Tamam ben okuduklarım, yazdıklarım, sezdiklerimle kendi aklımın erdiğince dilimin döndüğünce işte biraz sol kültürden aldığım biraz anarşistlerden aldığımı harmanlıyordum, uyarlıyordum, harekete uyarlıyordum. Ve hareketin dilini hareketin terimlerini de aslında oralardan devşiriyordum. Bugün örneğin anonimleşmiş, “naber lan!” der gibi “naber abla!” ya da “naber gacı!” der gibi kullandığımız onlarca terim, ifade aslında   feminizmle anarşinin harmanlanmasıyla oluşmuş terimler.  Tahakküm karşıtlığından tut da işte hiyerarşi karşıtlığına kadar, yatay örgütlenmeye kadar, bağımsız ağlar oluşturmaya kadar. Başkalarının kullandığı terimleri LGBTİ+’ların ihtiyacını karşılayacak bir hareket için nasıl yeniden yapabiliriz ya içini doldurabiliriz?  Ana kaynaklarımız onlardı. Dolayısıyla “ya niye durduk yere şimdi biz gözaltına alındık” falan muhabbeti olmadı.


Etiketler: insan hakları, yaşam, tarihimizden
İstihdam