06/06/2022 | Yazar: Sibel Yükler
Onur Ayı’nı Kaos GL dergisi “Kesişimsel Aktivizm” dosyasından yazılarla kutluyoruz.
Geçen sene, sürekli çınlattığımız bir sorunun ertesinde kaosGL.org’da bir söyleşi dizisine başlamıştık. İsmi “Şimdi Tam da Sırası.”
Bu ismi niçin seçmiştik peki? Cevabı, LGBTİ+ gündeminin, kendi yaşadığımız mevcut sistem ve bitmek bilmeyen gündemler arasında ne zaman bir sözü olsa hep “şimdi sırası mı?” tepkisiyle ötelenmesinde gizliydi. Ayrımcılık, ülkede yaşanan gündemler arasında bile sürüyordu. Liste mübaşiri gibi dolaşan gündem otoriterleri bize ne zaman susmamız, ne zaman konuşmamız, ne zaman sesimizi kaç desibelde çıkarmamız gerektiğini buyurup duruyordu.
Geçen senenin bir özelliği daha vardı, o da pandemi koşulları. Pandemi koşullarında LGBTİ+’ların yaşadıkları veya yaşayacakları konuşulmaya başlandığında, “Yani bu kadar şey oluyor şimdi sırası mı??” cevapları verildi. Birkaç örnek sunarsam, barınma hakkı, sağlık hakkı, çalışma hakkı, göçmen hakkı, mülteci hakkı, çocuk hakları gibi LGBTİ+’ların bizatihi öznesi olan konular “şimdi sırası değil” diyerek ötelendi.
Kadın hakları, LGBTİ+ hakları, çocuk hakları, mülteci hakları, hayvan hakları ve dahası, birileri tarafından hep belli zamanda gündemleştirilmesi gereken hiyerarşik sıraya tabi tutuluyor. Hakların öncelik sırasını ve hak arama zamanını hangi otorite, neye göre belirliyor?
Yine böyle bir tartışmada, Yıldız Tar ve Umut Güner’in önerileriyle LGBTİ+ haklarının her zaman ve her an “şimdi tam da sırası” diyerek konuşulması gerektiğini söylemek için bir diziye başladık. Haklar demişken, bunu kimlerle konuşabilirdik? Elbette hak örgütleriyle. Fakat sadece bugünü konuşmak bizi tatmin etmeyecekti. Bizim biraz da derinine inmemiz, bu bir türlü gelmeyen haklar sırasının geçmişten bugüne hak örgütlerindeki gelişimini, değişimini, değişmeyenlerini, eksiklerini, özeleştirilerini de görmemiz gerekiyordu. Bu nedenle söyleşi dosyasının ana eksinini şu şekilde çizdik: Geçmişten bugüne hak örgütlerinin LGBTİ+ hareketiyle kesişimselliği.
Bu dosya, kesişimselliğin daha kavramsal olarak bile belki de dile getirilmediği zamanlara, 30 yıllık geçmişe götüren bir söyleşi dizisi olmuştu. Dosyanın ilk söyleşisini Gündem Çocuk kapatıldıktan sonra Fikir ve Sanat Atölyesi bünyesinde kurulan Çocuk Hakları Merkezi’nde çalışmalarına devam eden Ezgi Koman ve Esin Koman ile LGBTİ+ çocukların haklarını ve bu hakların ihlallerinin hangi sonuçlara ilişkin yapmıştım.
Söyleşi, yayınlandığı zamanda tam da 23 Nisan tarihine denk gelmişti ve elbette hetero-patriyarkal gündem otoriteri LGBTİ+ çocukların haklarını sıraya bile koymamıştı. Çocuk haklarını konuşanlar, LGBTİ+ çocukların aile, devlet, eğitim alanı gibi sistemin birden çok alanda çizdiği “normatif” yapıya uygun görülmediği için daha fazla ihlale ve ayrımcılığa uğratıldığını, heteronormatif sistem içerisinde cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği sebebiyle aileden eğitime kadar birçok alanda ayrımcılığa maruz kaldığını konuşmuyordu.
Çocuk hakları hareketinin LGBTİ+ hareketiyle teması
Epey uzun süren sohbetimizde “Açık kimlikli olan çocuklarla henüz açılmayan çocuklar arasında ayrımcılık boyutunun değiştiğini gözlemlediniz mi?” sorum üzerine Esin ve Ezgi, LGBTİ+ hareketi ile çocuk hakları hareketinin kesişimselliğinin, özellikle kendi hareketleri ve çalışmaları noktasında ne kadar kıymetli olduğunu şu sözlerle anlatmıştı:
“Biz gelişimci olduğumuz için bu perspektiften bakıyoruz ama bir çocuk örgütü olarak toplumsal cinsiyet ve LGBTİ konusunda Kaos GL’den çok fazla şey öğrendik, hâlâ öğrenmeye çalışıyoruz. Bir dönem yaşam hakkı raporlarımızda cinsiyet ayrımı yapmıyorduk, daha sonra vermeye başladık. Bu bir aradalıkla çok ilgili. Bir dönem Kaos GL ve Pembe Hayat'la düzenli toplantılar yaptık. Önce kendi algımızla yüzleşmemiz, kendimizi toparlamamız lazımdı, gerçekten çok öğreneceğimiz şey vardı. O dönem Kaos GL’ye çok fazla 18 yaş altı bireyler başvuruyordu. Kaos GL’ye geldiğinde belki bize yönlendirebilirler ya da biz süreci onlarla birlikte yürütebiliriz, birlikte bir şeyler yaparız diye düşündük. Bunları yapmaya başlamıştık da… Liseli LGBTİ’ler örgütlenmesi vardı, okulda yaşadıkları hak ihlallerini bize getirmeye başlamışlardı. Hem kendimizi geliştirme hem de ortak neler yapılabilir açısından çok iyi buluşmalardı onlar.”
Bir turnusol kağıdı: İşkence ve kötü muamele ile imtihan
İkinci söyleşi ise İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ile gerçekleşmişti. Aynı günler İHD’nin, 2015-2016 yıllarında Kürt kentlerinde sokağa çıkma yasakları dönemindeki çocuklarla ilgili yakın zamanda bir raporla çalışması yayınlanmıştı. Bunun üzerine “Acaba sokağa çıkma yasakları boyunca LGBTİ’ler ne gibi hak ihlallerine maruz kaldı?” sorusunu kendilerine yöneltip yöneltmediklerinini sormuştum. 30 yıl da geçse hâlâ o hiyerarşik sıralamada akıllara gelen ilk sorunun ne olduğunu ve ne olmadığını şu cevapla özetlemişti:
“Bu bir eksiklik. Çünkü hep aklımıza bir ve iki numaralı ihlaller geliyor; yaşam hakkı ihlali ile işkence ve kötü muamele. Bu iki ihlal öncelikle aklımıza gelince, aslında sahaya giderken LGBTİ’lerin oluşturduğu örgütlerle birlikte gitme konusunda eksiklik yaşadık. Bu çok açık. Gündem Çocuk’u yanımıza aldık, sağlık örgütlerini aldık. Ama demek ki hâlâ öncelik sıralamamızı içerisine LGBTİ’lerin o ağır koşullarda ihlale maruz kaldığı gelmemiş, bu bizim eksikliğimiz.”
Benzer bir şeyi Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Başkanı Metin Bakkalcı da söylemişti. Dokümantasyon merkezinin verilerine bakıldığında, çok sayıda örnek olmasına rağmen cinsel yönelimleri nedeniyle işkenceye maruz kalanlara bugüne kadar tedavi rehabilitasyon anlamında yeterince ulaşamadıklarının özeleştirini vermişti. Ona göre, artık “amasız, fakatsız” LGBTİ+ haklarını savunan bir gelecekte olsalar da şöyle bir eksiklik vardı ve bunu bozmanın tek yolu LGBTİ+ hareketiyle kesişimsellikti:
“Bizim cinsel yönelimiyle işkenceye maruz kalanlara ulaşmadaki sıkıntılarımızdan biri bize yeterince güven duymamaları. “Bizi bilmiyor meselesi” bir noktaya kadar gerekçe olabilir, bilmiyor olabilirler ama bilenler de demek ki yeterince güvenmiyor olabilirler. Ama didişiyoruz, bu nedenlerle önceki yıl İstanbul’da bütün LGBTİ alanlarda çalışma yapan arkadaşlarla bir tür iki günlük bir özel buluşma yaptık. (...) Bu buluşmalar aynı zamanda bir şeyleri de öğrenme, birlikte bir şeyleri yapabilme yollarını geliştirme konusunda telaşla yürüttüğümüz buluşmalardı.”
Bir diğer söyleşi ise yine İHD’nin Eş Genel Başkanı Eren Keskin’leydi. Bu söyleşi belki de hak örgütlerinin, LGBTİ+ haklarıyla 30 yıllık imtihanını anlatması için bir turnusol olmuştu. “Hak ihlalinde de bir ‘öncelik’ sıralaması var insanların kafasında. Ama insan hakları savunucusu olmak demek öncelikle o ‘önceliği’ ortadan kaldırmak demek…”
Hortum Süleyman’ın işkencelerinin kol gezdiği dönemde trans kadınların avukatlığını yapan Eren Keskin, o dönem İHD’de de ve diğer hak alanlarında maruz kaldıkları homofobi ve transfobiyi anlatmış, bugün gelinen noktada verilen, hayata geçirilen ve tabii ki geçirilmeyen özeleştirileri aktarmıştı:
“1986’da ilk kurulan sivil toplum örgütü İHD’ye herkes her sorun için gelirdi o yıllarda. O arkadaşlarımız da İHD’ye geldiklerinde ilk olarak şunu net bir biçimde gördüm: Bir, onların mağduriyetlerini, yaşadıkları işkenceyi; bir de o zamanlar İnsan Hakları Derneği içinde dahi aslında homofobi ve transfobinin ne kadar gelişkin olduğunu görmüş oldum. (…)
“Örneğin Kürt meselesinde yan yana çalıştığım ama homofobik ve transfobik bakışı nedeniyle asla yan yana gelemeyeceğim arkadaşlar var. Biz bunun tartışmasını kendi içimizde de yapıyoruz. 20 yıl önce böyle değildi, 20 yıl sonra daha iyi olacak. (...) Farklı düşünenler var ama artık İHD’de homofobik bir görüş mümkün değil, yer alamaz. En azından İHD tamamen içindeki homofobiyi bitirdi diyemeyiz; homofobik insanlar vardır ama hiçbir zaman onlar karar mekanizması olamazlar, böyle bir noktaya geldik.”
Ayrımcılık karşıtı ilk buluşmalar ve bugün
İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) Genel Koordinatörü Feray Salman ise ayrımcılık meselesinin insan hakları hareketinin gündemine ne zaman ve nasıl girdiğini, ilk ayrımcılık karşıtı buluşmalarda LGBTİ+ hareketiyle bir araya gelme süreçlerini, kesişimselliğin tarihini anlatmıştı:
“STGM’nin sivil toplum örgütlerine yönelik verdiği destek programları kapsamında diğer örgütlerin yanı sıra LGBTİ örgütleriyle de bir araya gelmeye başladık. Bu buluşmalar, benim LGBTİ hareketini, hareketin içinde yer alanların da beni daha fazla tanımasını sağladı. (...)Özellikle 14-15 Aralık 2007 tarihlerinde yaptığımız ayrımcılık karşıtı temalı toplantı LGBTİ hareketi ile İHOP ilişkisi bakımından çok önemlidir. Bireysel tanışıklıktan daha öteye, kurumsal tanımaya yönelik bir adım özelliği taşır. Kaos GL’nin ve Pembe Hayat’ın temsilcilerinin de içinde olduğu 25 farklı sivil toplum kuruluşunun bir araya geldiği bir toplantıydı. Yanlış değilsem, LGBTİ örgütleriyle diğer sivil toplum örgütlerinin yan yana geldiği ilk toplantıydı Ankara’da.
Salman’a göre, bugün insan hakları hareketinde işler değişse de örgütler ve kurumlar içinde komisyon ve sekretarya kurmak ya da kotalar koymak, kadın ve LGBTİ+ meselesinin içselleştirildiği anlamına gelmiyordu. Aksine “Yaptım, oldu” demeden çaba sarf etmek gerekiyordu:
“Peki, mesela LGBTİ’ler senin genel karar alma sürecinin neresindeler, gerçekten içine, karar sürecine katıyor musun? Bence giderek gelişen, büyüyen ve bu nedenle hala bunu düşünmek zorunda olduğunuz ve planlamak zorunda olduğumuz bir kapsayıcılık sorunu var. “Ben yaptım, oldu” deyince olmuyor, bunun araçlarını, olanaklarını hazırlamak bir yana, devam etmesi için içselleştirilmesi lazım.”
Kadın hareketiyle geçmişten bugüne kendiliğinden bir kesişimsellik
Söyleşinin sonuncusu Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği’nden (KİH-YÇ) Berfu Şeker ve Özlem Şen ile oldu. Kadın, feminist ve LGBTİ+ hareketin geçmişten bugüne temasını, her iki harekete dönük saldırıları ve güncel tartışmaları anlattıklarında şunun altını muhakkak çizmişlerdi:
“Kadın hareketi hâlâ bir ‘cisgender, heteroseksüel kadın’ kategorisi üzerinden işliyor. Ancak, hem feminist hem de LGBTİ+ hareketin karşısındaki kurumun hetero-patriyarkal bir kurum olduğunu, bu kurumun kadınları ve LGBTİ+’ları ezen bir yerde durduğunu hatırlamak gerekiyor. (...) Hareketin içerisinde lezbiyen, biseksüel ve trans kadınların ihtiyaçlarının farkındayız ama neresinden tutacağımızın, nasıl bir yöntemle ilerleyeceğimizi belki de henüz farkında değiliz.”
Her iki hareketin hem 90’ların hem de 2000’lerin başında yoğun temas halinde olduğunu, ancak gelinen noktada hareketlere dönük saldırıların tartışmalardaki ve temastaki boyutu değiştirebildiğine dikkat çeken Berfu ve Özlem, saldırı odaklarının, feminist ve LGBTİ+ harekete aynı anda saldırdığının altını çizmiş ve bu nedenle kesişimselliği vurgulamıştı:
“Kadının insan hakları kavramının hâlâ heteronormatif bir yerden yorumlanmasının bir nedeni de şu olabilir. Hareketin içerisinde lezbiyen, biseksüel ve trans kadınların ihtiyaçlarının farkındayız ama neresinden tutacağımızın, nasıl bir yöntemle ilerleyeceğimizi belki de henüz farkında değiliz. Bu noktada, LGBTİ hareketiyle feminist hareketin birlikte yol alarak bu farkındalığın ötesinde eyleme geçebilmesi mümkün gibi görünüyor.”
Son söz: “Yangından en son kurtarılacaklar” listesinden, “yüksek sesle savunmaya”
Bu bir nevi kesişimsellik dizisini en son Umut Güner’le değerlendirmiştik. Kaos GL’nin bu dosya konusu için Umut’un söylediklerinin kıymetli olduğunu düşünüyorum. Umut’a göre, örgütü oluşturan kesimlerin kendi tabanı üzerinden kurduğu ilişki de kimin hak ihlaline uğradığı anlamında önemliydi ve hiyerarşik düzlem açısından LGBTİ+’lar hiçbir yerde karşılığı bulmuyordu. Evet, bugün bütün hak örgütleri, kadın hareketi, feminist hareket ‘ama’sız, ‘fakat’sız LGBTİ+ hakları savunuyor, bu çok kıymetli. Fakat şu soru da son derece önemli:
"LGBTİ+ haklarından taviz vermeyeceğini yüksek sesle söylemeye devam edecek mi? Bu söylemsel değişim örgütlerin politikalarında ne kadar kendini gösteriyor?”
Berfu ve Özlem’le, yani feminist hareketle kesişimselliği konuştuğumuz son söyleşiyi hatırlattığım Umut, yine bu dosya konusunda belki de aradığımız, istediğimiz, arzuladığımız o dünyayı şöyle özetlemişti:
“Biz kadın hareketinin kapısını diğerleri gibi çalmadık. Feminist hareket, “Biz LGBTİ+’ları nasıl görebiliriz?” sorunu kendisi sordu, talep feminist hareketten geldi, alan açan feminist hareketti. Ortaklık kurmaya, birlikte mücadeleye dönük bir ilişkilenmeydi. Kadın Sığınakları Kurultayı’na LGBTİ+ hareketin dahil olması, herhangi bir insan hakları ağına ya da çalışmasına katılmasından daha kolay oluyor. Örneğin bahsettiğim mülteci ağına dahil olmanın zorluğu gibi. Kadın hareketi bize, “Şu kriterlere uymuyorsun” demedi en başından beri, senin varlığının zaten olması gerektiğini ve öğretici olduğunu düşündü. Diğer toplumsal hareketlerle karşılaştığında daha kapsayıcı bir hareket.”
Kaos GL Dergisine ulaşın
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Kesişimsel Aktivizm dosya konulu 182. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, kadın, nefret suçları, tarihimizden