15/08/2019 | Yazar: Aslı Alpar
Uygulandığı dönemden itibaren birçok trans ergenin hayatını kurtaran, bu yaklaşıma dair sosyal medyada yaratılan bilgi kirliliği bilimsel bir şüphe olarak ele alınabilir mi?
Çam ağacını öğrenmek istiyorsanız çam ağacına / Bambuyu öğrenmek istiyorsanız bambuya gidin / Kanılarınızı bir yana bırakın. Matsuo Başo
Adlandırınca, her şey sıkıcı oldu / … /adlandırmak ölümdür! İlhan Berk
Okumakta olduğunuz yazı sosyal medyada “TERF-Trans dışlayıcı feminizm” tartışması olarak anılan ve ardından Gazete Duvar, İleri Haber ve e-skop’ta yayımlanan makalelerle tartışılmaya devam eden konuya dair bir metin.
Bu metni öncelikle kaosGL.org’da 3 yıldır sürdürdüğüm sağlık muhabirliği sırasında öğrendiklerimi aktarma sorumluluğu ile kaleme alıyorum. Bir diğer motivasyonum özellikle trans ergenlerle yoldaşça bir dayanışma!
Bu tartışma esnasında sıklıkla kullanılan ifade özgürlüğü, linç çağrısı, hınç, saldırgan dil ve siyasi etik kavramları bu yazının dertleri arasında. Tüm bunlarla birlikte arka planda sürekli çalışacak olan mevzu ise çocuğun –bu meselede trans ergenin- yüksek yararı.
Öznur Karakaş’ın Gazete Duvar’daki yazısı üzerine
Öznur Karakaş’ın GazeteDuvar’daki yazısı ile başlayayım. Karakaş yazısında trans aktivizmi için, “biyolojik cinsiyetin toplumsal inşa olduğu iddia ediliyor” diyor ve bu “iddianın” “sorgusuz” kabul edilmesinin “dayanışma ortamını felç ettiğini” ayrıca siyaseten etik bulmadığını söylüyor.
Buna mukabil aynı yazısında Karakaş, sosyal medyada fırtınalar koparan söylemini hatırlatıyor, trans ergenlere uygulanan ergenliği baskılayan “hormon tedavisinin sadece beyana dair yapılması” ve bu tedaviye başlama yaşının düşmesine dair olan araştırmalardan bahsediyor.
Kısaca hatırlatacak olursak bu konu Eylül ayında Britanya’daki Cinsiyetin Tanınması Kanunu tartışmaları sırasında sosyal medyada tartışılmıştı. O zaman ve bugün Karakaş, trans ergenlere uygulanan hormon terapisinin sakıncaları olduğunu belirten bir araştırmayı savunuyor.
Peki, bu önerisini sosyal medya kullanıcıları ile paylaşma gereği duyan Karakaş psikolog, psikiyatr, endokrin uzmanı, cerrah ya da bu alanda çalışan hukukçu, etik uzmanı veya trans aktivist mi? Neden bu titrleri sıraladığım sorularsa açıklayayım; cinsiyet geçiş ya da uyum sürecinin ilkeleri “bakım standartları” ile belirlenir ve bu standartlar az önce saydığım uzmanlardan oluşan kurulun çalışmaları sonucunda saptanır.
Öyle ya, bu kişiler dışındakiler, bu konuda konuşma özgürlüğüne sahip değil midir? Bu soruya yanıt vermeden önce ergenlerde hormon terapisinin on yıllardır uygulandığını, tıbbın “güvenli” saydığı bir yöntem olduğunu ve bu yöntemin ergen trans intiharlarını ciddi oranda azalttığını hatırlatalım.
Nasıl mı azaltıyor? Konunun uzmanlarından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Psikiyatr Koray Başar ile bu bahar yaptığımız röportajdan aktarmaya çalışayım: Transların en çok zorlandıkları dönem bedenlerinin kendi beklentilerinin aksine en çok değiştiği ergenlik dönemi. Ve yıllar içinde yapılan çalışmalar gösteriyor ki cinsiyetinden hoşnutsuzluğu nedeniyle uzmanlara başvuran 18 yaşını geçmiş her dört kişiden birinin intihar girişimi öyküsü var. Bu intiharların önüne geçebilmek için uygulanmaya başlanmış trans ergenlerde hormon tedavisi, ergenliği bir süre durdururken, kişinin bedeni ile sağlıklı karar alabilmesi için ona zaman kazandırıyor. Bu süreçte de bedeninde ergenliğin sebep olduğu beklentisinin aksine yaşanacak gelişimler (kıllanma, memelerin büyümesi vs.) geçici olarak durduruluyor.
İfade özgürlüğü mü, önyargıyı artıracak söylem mi?
Karakaş’ın paylaşımına dönelim… O sosyal medyada bu tedavinin 16 yaş altı ergenlerde uygulanmasının güvensiz bir yöntem olduğuna dair yapılan bir araştırmayı paylaşmış ve “ben biyo-medikal süreci sorguladım” demişti. Duvar’daki yazısında bu paylaşımlarının ardından zorbalığa maruz kaldığını söyledi ve ekledi: “Özelden, ‘hassas mevzular’ bunlar diyerek kaygılar anlatılsaydı yasaklı olduğunu bilmediğim bu mevzuda ben yine elbette hassasiyet gösterirdim.”
Şimdi buradaki karmaşayı bir düzenlemeye çalışacağım: Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde uzmanlar ve trans aktivistlerin yer aldığı bir kurumun on yıllardır süren araştırmaları sonucunda oluşturduğu ve sonuçlarının trans ergenler için pozitif olduğu ergenlerde hormon terapisine dair yapılan bir karşı araştırma ne oldu da Karakaş’ın gündemine girdi?
Psikiyatr Başar röportajımızda bu tedavi için “yaklaşık yirmi yıldır uygulanıyor ancak yine de bu konuda çok daha fazla araştırma yapılmalı” diyor. Ancak Başar’ın bu ifadesi ile Karakaş’ın sorusu aynı etkiyi yaratmaz. Çünkü Karakaş bu konuda çalışmamasına rağmen okuduğu bir araştırmanın sonuçlarını doğru kabul ederek bu sorgulamayı yapıyor. Koray Başar’ın ve alanda çalışan hekimlerin şüphesi bilimsel bir yöntemken Karakaş’ın tek bir araştırmayı manşete alarak kamuoyunu yanlış bilgilendirmesi aynı anlama gelmiyor.
Uygulandığı dönemden itibaren gerçek anlamda birçok trans ergenin hayatını kurtaran, ailelerin transfobisini kırabilen bu yaklaşıma dair sosyal medyada yaratılan bilgi kirliliği bilimsel bir şüphe olarak ele alınabilir mi? Hele ki transların yaşadığı ayrımcılığa dair bilginin yaygınlaşmadığı, önyargı ve transfobinin can aldığı bir dönemde bu gibi –en iyi ihtimalle eksik- bilgilerin paylaşılması “ifade özgürlüğü”nden çok önyargıyı artıran söyleme dönüşmez mi?
“Hassas” bir dönemde uzmanlık gerektiren bir tartışmayı sorumsuzca herkesle paylaşan Karakaş buna rağmen kendisinin özelden uyarılmasını bekliyor. Sosyal medyadaki “linç” dilinden bahsediyor ancak kendisi böylesine eksik olduğu bir alandaki tartışmayı “yoldaşça” kapalı gruplarda translarla birlikte mi yürütüyor ki kendisine karşı bir duyarlılık talep ediyor…
Zorbalığa maruz kaldığını ileri sürüyor ancak bu söyleminin kitleselleşmesi ile alınacak kararların ardından trans ergenlerin nasıl bir zorbalığa maruz kalabileceğini düşünüyor mu? Görünen o ki düşünmüyor.
Farkları konuşmayı kim sever?
Karakaş Duvar’daki yazısında “trans kadınlarla na-trans kadınların farklı olduğuna dair vurgusunun” fobik karşılanması nedeniyle sosyal medyada linç edildiğini söylüyor ve ekliyor: “Senem Timuroğlu’nun trans cinayetleri de kadın cinayetleri gibi ifadesi bile takip ettiğimiz üzere bu tavra ve tacize varan siber saldırılara maruz kaldı”.
Karakaş yazısında alaycı bir biçimde trans hareketinin “her sene güncellenen terminoloji dağarcığına” vurgu yapıyor ve “bilmeden yanlış kullanılan ifade”ler yüzünden maruz kalınan “saldırılar”dan bahsediyor. Karakaş’a hatırlatmak isterim ki kendi yazısında okurlarına hatırlattığı üzere kendisi “feminist bilim ve teknoloji araştırmaları” çalışıyor. Peki, feminist bir akademisyenin LGBTİ+ hareketini bununla birlikte trans hareketin gelişimini, dilini takip etme sorumluluğu yok mu?
Kadın Çalışmaları yüksek lisans derslerinde, toplumsal cinsiyete karşı akademik bilgi üretmek için bulunduğumuz yerde çoğu akademisyenin inatla iki cinsiyetten bahsetmesi, cinsiyet skalasına dair yapılan araştırmalar hakkında habersiz olması, lezbiyen, biseksüel kadınlara dair bilgi üretmemesi bölümde okuyan LGBTİ+ öğrencilerin sık karşılaştığı bir şeydir. Peki, bu durumun heteronormativite ile bir bağı yok mu? Var, hem de nasıl var…
Karakaş kendisini feminist akademisyen olarak tanımlıyorsa queer hareketle mesafelenmesine dair bir özeleştiri vermeli. Çünkü alanda akademik bilgi üretmek heteroseksizm ve ikili cinsiyet ile yüzleşmeden mümkün değil. Nasıl toplumsal cinsiyeti dışarıda bırakan bir araştırmanın defoları oluyorsa, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dair araştırmaların göz ardı edildiği bir feminist bilgi de mümkün değil, en azından eksik! Kaldı ki bahsi geçen eksik bilgi “trans kadınların, kadın olduğu” kabulü, yani hareketin ürettiği en temel kabul.
Sorun gerçekten terminolojik bir eksik mi, tüm bu kavga basit bir dil yanlışlığı mı tartışmasını bir başka yazıda anlatmaya çalışacağım. Ancak şunu atlamak istemiyorum, Karakaş, trans kadınların ve cis kadınların farkını konuşmanın fobik olmadığın öne sürüyor. Burada tartışmamız gereken mesele neden bu farkı konuşma ihtiyacı hissedildiği değil mi? Altını çizmek isterim bahsi geçen çeşitlilik değil “farklılık”.
Burna yenen bir yumruk
Son sözüm Karakaş’ın yazısının başlığını da oluşturan “hınç siyaseti”ne dair. Max Scheler Hınç’ta “İntikam arzusu –ister dostane isterse hasmane olsun, bütün aktif ve saldırgan dürtülerin aksine- aynı zaman-da böyle bir tepkisel dürtüdür. Öncesinde her zaman bir saldırı ya da bir incinme vardır” diyor ve hıncı kendini savunma yönündeki dürtülerden ayırıyor. Scheler, “Burna yenen bir yumruğa hemen karşılık vermek de öyle diyor.”
Özetle, Karakaş’ın (ve elbette bezer paylaşımlar yapan sosyal medya kullanıcıların hele ki bu alanda çalışan akademisyenlerin) sorumsuzca paylaştığı, translara yönelik önyargıyı artıracak tüm paylaşımlarını Scheler’in deyimi ile “burna atılan bir yumruk” olarak değerlendiriyorum. Bana öyle geliyor ki bu mevzuda konuşmamız gereken “linç” değil, “ifade özgürlüğü kılığına girmiş ayrımcı söylemi nasıl değerlendirmeliyiz” olmalı.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: yaşam