21/11/2018 | Yazar: Belgin Günay

Bir insanın genital organları sadece ve sadece kendi kişisel kullanımı içindir, başkaları karışamaz.

“Nefrete inat yaşasın hayat” diyerek yeni bir yazı dizisine başladık. Sene sonuna kadar nefret suçlarından, sanata; şiddete karşı mücadele yöntemlerinden adalete erişime çeşitli başlıklarda yazılarla LGBTİ+ etkinlik yasaklarına, medyada nefret söylemine ve LGBTİ+’lara dönük hak ihlallerine dikkat çekeceğiz. İnterseks hakları savunucusu Belgin İnan’ın interseks kimliğin patolojikleştirilmesine ilişkin yazısıyla karşınızdayız…

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) zaman içinde cinsel azınlıkları patolojikleştiren sınıflandırma ve kodları Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması’ndan (ICD) kaldırdı. Buna rağmen, interseks varyasyonları ve cinsiyet özelliklerinde kongenital varyasyonlar ya da farklılıklar hala patolojikleştirilmeye devam ediliyor. ICD-11 patolojikleştiren ve normatif bir dille bunları “cinsiyet gelişim bozuklukları” olarak adlandırıyor.

Uzun insanlık tarihi boyunca bazı noktalarda mutlaka aksini gösteren olaylar yaşanmışsa da, tıbbi teknolojiler gelişene kadar intersekslerin – en azından kurumsal ve sistematik şekilde - patolojikleştirildiğini tam olarak söyleyemeyiz. Bugün 21. yüzyıla ait son teknoloji tıbbi tekniklerle yapılan müdahalelerse zihniyet bakımından ne yazık ki Nazi tıbbıyla aynı seviyede.

Modern tıp öncesinde intersekslerin durumları çoğunlukla içinde bulundukları kültüre ve geleneğe göre değişiyordu. Mitolojik hikayelerde tanrı, tanrıça ya da diğer doğa üstü canlıların aynı zamanda gayet insani özelliklerinden ve zaaflarından bahsedilmesinden anlaşılacağı üzere, eski çağlarda manevi dünya ve günlük hayat iç içeydi. İnterseksler mitolojinin pek çok yerinde “özel” canlılar olarak yer alsa da, bu kültürlerin çoğunda interseks bireyler bir patoloji olmaktan daha çok doğal bir gerçeklik olarak kabul ediliyordu. Sadece antik dönemde değil, örneğin 16. yüzyıl İslam dünyasında Hanefi ekolünden bir Osmanlı alimi olan İbrahim el-Halebi, köle sahiplerine kölelerini azad ederken içlerinden interseks (o dönemin diliyle “hünsa”) olanlara cinsiyetsiz ifadelerle hitap etmelerini salık verecek kadar intersekslerin varlığından haberdardı ve kabul ediyordu.

İnterseksin tıbbi bir mesele olarak ele alınmaya başlanması 19. yüzyılın sonlarına dayanıyor. Bunun öncesinde interseks spektrumundaki bireylerin çoğunluğu resmi, dini ya da tıbbi kurumlar tarafından fark edilmiyor, yıllar içinde sadece bir ya da iki vaka yetkililerin dikkatini çekiyordu. “Anormal” sayılan cinsiyet anatomisine sahip insanlar bu sayede – farklılıkları tespit edilemediği ya da tespit edilse bile önemsiz sayıldığı için – huzursuz olmadıkları, ortalama hayatlar yaşıyordu. Yeni doğan bir bebek ikili cinsiyet sistemine göre belirsiz bir genital organla doğduğunda, eğer bu farklılık gözden kaçmayacak seviyedeyse, bebeğin toplumsal cinsiyetini ebeler, büyükanneler ya da o bölgedeki diğer sözü geçen yaşlılar atıyordu. Bu atama sadece kültürel bir yönlendirmeden ibaretti ve herhangi bir fiziksel müdahale yapılmıyordu çünkü cerrahi teknikler henüz o kadar gelişmemişti.

İllüstrasyon: Aslı Alpar

19. yüzyıl ve Herculine Barbin

1800’lerin sonlarına gelindiğindeyse, jinekolojinin gelişmesi ve savaş dönemlerindeki tıbbi çalışmalarla elde edilen yeni bilgiler sonucunda doktorlar “anormal” cinsiyet anatomisinin aslında sanılandan çok daha fazla kişide görüdüğünü anladılar. Bu dönemde tıp çalışanları her yıl düzinelerce “hermafroditizm” ve “psödohermafroditizm” vakası kaydetmeye başladılar. Pek çok tıp uzmanı politik açıdan muhafazakar olduğu ve cinsiyetler arasındaki sınırları – feminizme ve açık eşcinselliğe karşı - net şekilde çizmek istediği için interseks bu uzmanlar açısından sıkıntı yarattı.

Bu dönemde interseksin patolojikleştirilmesinin ilk ve en bilinen örneklerinden birisi karşımıza çıkıyor: Herculine Barbin. Fransa’da 1838 – 1868 yılları arasında yaşayan Barbin, kadın kimliğinde sayıldığı halde yine kadınlarla romantik ve cinsel ilişki içine girdiği için mesleğinden uzaklaştırılmış bir eğitimciydi. Bir takım sağlık sorunları yaşayıp doktora göründüğünde – sağlık sorunundan bağımsız olarak – erkek psödohermafrodit olarak teşhis edilmiş, bunun ardından yasal kayıtları “erkek” olarak değiştirilmişti. Yoksulluk ve dışlanmışlık içinde intihar ederek hayatına son veren Barbin, ölümünden sonra Fransız düşünür Michel Foucault’nun – Barbin’in kendi hatıratından derleyerek - hakkında yazdığı kitapla gündeme geldi. Foucault, Barbin’i “kimliksizliğin neşeli arafında” diye tanımlıyordu. Buna rağmen Barbin hatıratında kendisini “bir kadın ama sıra dışı bir kadın” olarak tanımlıyordu.

Barbin’in yaşadığı dönemde her türlü cinsel yönelim ve cinsiyet ifadesi çeşitliliği “ruhsal hermafroditizm” olarak adlandırılıyordu. Örneğin eşcinsel erkekler ya da erkeksi bir beden diline sahip bir kadın bilimsel mecralarda bu tanım içine girebiliyordu. Biyomedikal uzmanları bütün çeşitliliği yok sayarak herkesin “erkek” ya da “dişi” olarak belirlenebileceği bir sistem yaratmanın peşindeydi.

Gonadal doku bu ayrımı yapmak için standart araç haline getirildi ve günümüzdeki tıbbi metinlerin büyük çoğunluğunda hala bu şekilde devam ediyor. Standart dışı cinsiyet anatomisine ve yumurtalığa sahip bir kişi “dişi psödohermafrodit”, standart dışı cinsiyet anatomisine ve testislere sahip bir kişi ise “erkek psödohermafrodit” olarak nitelendirilmeye başlandı. Bireyin hem yumurtalık hem de testis dokusuna sahip olduğu durumlar ise “gerçek hermafrodit” olarak adlandırıldı. Dönemin teknolojik kısıtlılığı göz önüne alındığında, Viktoryen dönem doktorları bu sistemi sevmişlerdi çünkü yaşayan kişilerde dışarıdan görünmeyen dokuları tespit edip “gerçek hermafroditizm” teşhisi koyamıyorlardı. Bu teşhisi koyabildiklerinin çoğu ölmüş ve üzerinde otopsi yapılmış insanlardı. İnterseksle ilgili bilgilerin büyük kısmı kadavralardan geliyordu.

20. yüzyıl ve ilk “düzeltme” ameliyatları

“Gerçek hermafrodit” tanımı dışında kalan herkes “psödohermafrodit” de dahil olmak üzere “erkek” ya da “kadın” diye ikiye ayrılıyordu ve kendilerine atanan cinsiyete toplumsal ve seksüel bakımdan “uygun” davranmaları bekleniyordu. Öte yandan, tıbbi tekniklerin gelişmesi ve sağlık hizmetlerine erişimin artmasıyla daha fazla kişinin – aslında hiç bir anlamı olmayan - “biyolojik cinsiyeti” belirlenebilmeye başlandı (Bugün olduğu gibi 1910’larda da androjen duyarsızlığına sahip kadınlar testisleri olduğu halde kolayca erkek diye nitelendirilemiyordu). İki kutuplu bir cinsiyet paradigmasında “gerçek hermafroditizm” teşhisi konulan kişileri içine alabilecek basit bir kategori yoktu. Böylece 1920’lerde uzmanlar intersekse biyolojik cinsiyetten ayrı, toplumsal rolle ilgili bir mesele olarak yaklaşmaya başladı. Biyolojik cinsiyetle atanan cinsiyeti birbirine uydurmak için cerrahi “düzeltmeler” de bu noktada uygulanmaya başlandı. Teorik yaklaşımlar ve cerrahi teknikler değişse de bunların ardındaki motivasyon aynı kalıyordu: cinsiyetleri olabildiğince birbirinden ayrı tutmak ve sadece ikiyle sınırlamak.

İlk “düzeltme” ameliyatlarının hemen hemen hepsi kendi rızasıyla ameliyat olan yetişkinlere yapılıyordu. Klitoris küçültme, vajina yapılandırma gibi işlemleri içeren bu ameliyatlar kozmetik amaçlıydı. Tıbbi müdahaleler henüz gelişmediği, yaygınlaşmadığı ve rıza dışı yapılmadığı için interseks bireyler toplumdan izole edilmedikleri sağlıklı yaşamlar sürüyordu. Psikolog John Money interseks yetişkinler ile çalıştı ve bu bireylerde psikopatolojinin toplum genelinin üzerinde olmadığını, hatta daha bile düşük olduğunu tespit etti.

Zaman geçtikçe, biyoloji, cinsellik ve psikolojideki pek çok diğer şey gibi, interseks de daha fazla tıbbın kapsamı içine sokuldu. Sağlık sorunları yaşayan az sayıdaki interseks birey – örneğin gonadal kanser ya da tuz kaybı riski olanlar – bu tıbbileşmeden kısmen fayda sağlasa da, müdahalelerin çok büyük kısmı hayat kurtarma amacı taşımıyor, psikososyal kaygılarla yapılıyordu. 1950’lere gelindiğinde interseks cinsiyet kategorilerini toplumsal olarak rahatsız edici şekillerde birbirine karıştıran psikososyal bir problem olarak görülüyordu.

Kırılma noktası: 1950’ler, Johns Hopkins Üniversitesi, John Money ve David Reimer

1950’lerde Johns Hopkins Üniversitesi bir ekip kurdu ve intersekse kurumsal ve multidisipliner bir yaklaşım geliştiren ilk tıp merkezi oldu. Bu ekibin amacı interseksi erken çocuklukta “yok etmek”ti. Buradaki yaklaşıma “optimum cinsiyet yapılandırması” adı verildi. Temel fikir, her çocuğun “normal” cinsiyet kimliği potansiyelini bedenini, yetiştirilme şeklini ve zihnini birbirine uyumlu hale getirerek azami seviyeye çıkartmaktı. Cerrahi açıdan bir erkek bedeni yapılandırmanın kız çocuk bedeni yapılandırmaktan daha zor olduğuna inanıldığı için, pek çok interseks çocuk cerrahi, endokrinoloji ve psikolojiyi kullanarak mümkün olduğunca feminen yetiştirildi. “Başarılı” sayılan bir hasta atanan cinsiyeti içinde stabil ve “normal” yani “heteroseksüel” olmalıydı. Polislerin gey barları bastığı ve homofobinin dorukta olduğu bu dönemde bu uzmanların homoseksüelliği normal görmemesi şaşırtıcı değildi. Bu dönemde hastaların çok azı psikolojik destek bulabiliyordu ve doktorlar hastaların yerine karar alıyordu.

Psikolog John Money, Hopkins modeli için teorik destek sağladı, cinsiyet kimliğinin yaşamın erken dönemlerinde şekillendirilebileceğini ve yetiştirmenin doğaya galip gelebileceğini savundu. Bu savunmanın en büyük dayanağı “John / Joan” olarak bilinen bir deneyden geliyordu. Bunun merkezinde 1965 yılında tek yumurta ikizi olarak doğan (interseks olmayan) David Reimer adlı kişi vardı. Bir sünnet işlemi sırasında işlemi yapan doktor kazayla sekiz aylık David’in penisini yakmıştı. David’in ebeveyni Hopkins’teki ekibe danıştı ve Money çocuğun bir kız olarak yetiştirilmesini önerdi. İkiz kardeşi erkek olarak yaşamını sürdürürken David kız olarak yetiştirildi. On yıllarca Money başarılı bir sonuç elde ettiğini düşündü ve her yerde bunun reklamını yaptı çünkü küçük çocuk ona göre “normal”, “dişi” ve “heteroseksüel” bir kız olmuştu. Gerçekte David kendisini hiç bir zaman tam olarak dişi hissetmedi. Ebeveyni ona neler olduğunu anlattığında hemen erkek cinsiyet kimliğine geri döndü. Kendi kimliğine dönmesine rağmen, yaşadığı travma 38 yaşına geldiğinde intiharla sonuçlandı.

1953 yılında yetişkin intersekslerde düşük psikopatoloji oranı bulan John Money’nin, neden interseks bireylerin cinsiyetlerinin cerrahi ve toplumsal olarak yeniden şekillendirilmesi gerektiğine inandığı bilinmiyor. İnsanların neden Money’nin “yetiştirilme doğadan üstündür” yaklaşımını sorgulamadığı ise biraz daha anlaşılabilir. Cerrahlar ve psikologlar bu teoriyi beğenmişti çünkü o dönemin değer yargılarına göre “anormal” çocuklara gerekli ve iyi bir hizmet sağladıklarını düşünüyorlardı. Ebeveynler ise çocuklarının bu sayede toplumdan dışlanmayacağına inanıyordu.

David Reimer gibi bazı insanlar ise elbette durumdan hiç memnun değildi, istismar edilmiş ve yanlış bir tıbbi yaklaşımın kurbanı olmuşlardı. Ne yazık ki pek çoğu sessiz kaldı çünkü yalnız olduklarını düşünüyorlardı.

1990’lar, Anne Fausto Sterling ve interseks aktivizmi

1993 yılında feminist biyolog ve cinsiyet araştırmacısı Anne Fausto-Sterling, The Sciences ve The New York Times’da yayınlanan makalelerinde interseks bireylerin varlığını açıkça ifade ettiğinde bütün bunlar değişmeye başadı. The Sciences’daki makaleyi okuyan Cheryl Chase bir mektup yazarak aynı dergide Kuzey Amerika İnterseks Topluluğu’nun (ISNA) kuruluşunu ilan etti. Chase, çocukluğunda rıza dışı cinsiyet yapılandırma ameliyatı geçirmiş, yaşadıklarından dolayı pek çok kez dışlanma ve hak ihlallerine maruz kalmış, kendi tıbbi geçmişiyle hesaplaşmaya çalışıyordu. Grubu kurma amacı da kendisiyle benzer durumdaki kişilerle biraraya gelmekti. Kısa süre içinde Chase onlarca interseksle buluştu. İnterseks aktivizminin temelleri böylece atılmış oldu.

1993’ten bu yana çok yol kat edildi. Milyonlarca insan intersekslerin varlığını öğrendi, öncü interseks aktivistlerinin ve internetin sayesinde interseks bireyler birbirlerini daha kolay bulmaya başladı, doktorların interseks bireylere söylediği “sen çok özelsin, çok nadir bulunan bir durumun var” yalanı böylece çöktü ve yok sayılan interseksler tıp konferanslarında masada yer bulmaya başladı.

Günümüzde intersekslerin insan hakları mücadelesi

İnterseks aktivistler bu konuda araştırma yapan uzmanlara destek sağladıkları gibi, biyoloji, genetik, tıp etiği, cinsiyet araştırmaları gibi pek çok alanda uzmanlaşan interseks bireyler de görünür olmaya başladı. Bugün açık interseks belediye başkanları ve yerel siyasetçiler (Tony Briffa, Betsy Driver vb.), sanatçılar (Del LaGrace Volcano, River Gallo, Eden Atwood vb.), internet aracılığıyla tüm dünyanın tanıdığı aktivistler (örneğin Hiker Chiu, Morgan Carpenter, Hida Viloria, Dan Christian Ghattas vb.), sporcular ya da modeller (Caster Semenya, Hanne Gaby Odiele vb.) interseks çocuklarının uğradığı hak ihlallerine karşı dava açan ya da çocuğunu destekleyen ebeveynler var. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi rıza dışı interseks çocuk ameliyatlarını işkence, çocuk istismarı ve tıbbi kötü uygulama olarak nitelendiren açıklamalar yaptı ve bu ameliyatların durdurulmasını tavsiye etti.

Böylece interseks aktivizmi görevini tamamlamış oldu mu? Elbette hayır. Bugün bazı tıp kurumları ve çalışanları geçmişte çalıştıkları interseks bireylere yaklaşımlarını sorguluyor ve aynı hataları tekrar etmemek için önlem alıyor ancak özellikle taşrada hak ihlalleri ve istismar hala devam ediyor. Tıp profesyonelleri interseksi tıbbi bir patoloji ve dolayısıyla kendi “işleri” olarak gördüğü için çoğunlukla interseks hak mücadelesini “işlerine karışılması” olarak algılıyor. İnterseks çocuklar üzerinde rıza dışı ameliyatlar yapan hastaneler hala var ve bazıları bugün artık daha bilinçlenen ebeveynlere bu ameliyatların “gelecekte geri dönüşünün olabileceği” - yani çocuk büyüdüğünde geçmişindeki rıza dışı ameliyatın sonuçlarını beğenmezse kolayca değiştirebileceği - yalanını söylüyor. Gereksiz, kozmetik amaçlı ve rıza dışı bu ameliyatlar ve hormon terapileri hala çocukları ruhsal ve bedensel açıdan yaralamaya devam ediyor. Tıbbi müdahaleyle başlayan travma ve yaftalama, çocuğun eğitim ve daha sonra meslek hayatında başarısız olması, sonuçta yoksulluk ve dışlanmışlıkla yaşamak zorunda kalmasına yol açan bir döngü yaratıyor. Bunun bir örneği de, ağır şekilde ikili cinsiyete göre ayrılmış spor alanında interseks sporcuların doğal bedensel özellikleri yüzünden “hile yapıyor” gibi görülmesi ve çoğu zaman bu yüzden haksızlığa uğraması.

Kadın hakları hareketi, sivil haklar hareketi ve LGBT hakları hareketinde olduğu gibi, interseks hak savunucularının da temel amacı, kamuoyunun interseks durumlarının bir insan hakları meselesi olduğunu anlamasını sağlamak. Beden politik bir savaş alanı olmaya devam ettikçe interseks tartışma konusu olmayı sürdürecek. Kadın sağlığı hareketi ve LGBT hakları için çok geçerli bir söylem, interseks haklarının da merkezinde duruyor: Bir insanın genital organları sadece ve sadece kendi kişisel kullanımı içindir, başkaları karışamaz.

Kaynaklar:

http://www.isna.org/faq/history

https://www.wikiwand.com/en/Herculine_Barbin

https://www.wikiwand.com/en/Herculine_Barbin_(memoir)

https://www.wikiwand.com/en/Intersex_in_history

https://newint.org/features/2018/10/09/our-bodies-our-rights

https://www.hhrjournal.org/2018/08/intersex-variations-human-rights-and-the-international-classification-of-diseases/

Yazı dizisindeki diğer içerikler:

Ne işimize yarıyor bu performanslar?

“Japon Arzu öldü” dediler…

*Bu makale Avrupa Birliği'nin desteklediği LGBTİ'lerin İnsan Hakları için Farkındalık ve Savunuculuk Projesi kapsamında yayımlanmıştır. Bu, yayının içeriğinin AB'nin resmi görüşünü yansıttığı anlamına gelmez.


Etiketler: yaşam
nefret