26/01/2017 | Yazar: Yıldız Tar

Yeni anılar, öyküler için eskisini çöpe mi atmak gerek illa? Kırılan her şey çöpe mi gitmeli? Peki ya kalbimiz kırılırsa?

Bu yıl altıncısı düzenlenen Pembe Hayat Kuirfest dünya çapında birbirinden değerli filmleri seyirciyle buluşturma, sinemaya queer müdahalelerde bulunma, seyirciyi katılımcı olmaya çağırma, sadece izlemekle yetinmeyip üretme, üretileni sahiplenme ve geliştirme noktasını rüştünü çoktan ispatladı. Her yıl farklı alanlardan onlarca film Kuirfest sayesinde izleyiciyle buluşuyor, Ocak ayı sinema salonlarında ısınıyor.

Kuirfest Ankara etabını geçtiğimiz günlerde tamamladı. Bugün itibariyle 28 Ocak’a kadar İstanbul’da olacak. Programı merak edenleri şuraya alalım.

İstanbul etabının açılışı ‘arşiv-i lubun’ seçkisiyle oldu. Farklı türlerden 10 kısa film seyirciyle buluştu. Şanslıydım ki vaktimi ayarlayıp izleyebildim. Kaçıranların gerçekten çok üzüleceği bir seçki olmuş. Spoiler sevmeyenleri şimdiden uyarayım, yazının bundan sonrası CİDDİ SPOILER İÇERİR.

arşiv-i lubun; tarihe, hafızaya, arşive, özne ve şahit olmaya dair sorular soran 10 kısa filmden oluşan bir seçki. Kuirfest ekibi şöyle anlatıyor bu seçkiyi:

“Her günümüzü belgelediğimiz, e-postalarımızdan fotoğraflarımıza türlü bilgileri, sözcükleri ve imgeleri büyük dijital alanlarda sakladığımız bu zamanlarda, arşiv kavramının tanımı da pek çok şey gibi değişip dönüşüyor. Ancak egemen olmayanların büyük tarih anlatılarına alternatif tarihsellikler yaratma mücadeleleri değişmeyen bir başka mücadele alanı olarak varlığını koruyor. Lubunyalar da bütün egemen olmayanlar gibi bu mücadelenin içinde. Kendi tarihinin peşine düşenlerden arşivin kendisini lubunyalaştıranlara ve yepyeni anlatı olanaklarının kapısını aralayanlara pek çok farklı filme yer veren seçki, hatırla(t)ma ve unut(tur)ma politikalarına da lubunca bir yanıt arıyor.”

Seçkide yer alan filmler, izleme sırası, filmden filme geçerken yaşanabilecek her duygu, his hesaba katılmış. Seçkiyi hazırlayan Kuirfest ekibi sanki bizi aralarda mola vereceğimiz, yer yer gerileceğimiz, tam gerildiğimiz anda bir öfke ya da gullümle rahatlayacağımız bir seyahate çıkarmak istemiş. Toplamda 71 dakika nasıl geçiyor hissetmiyorsunuz. Bazen 11 dakikalık bir film bir çırpıda bitti hissi uyandırırken, 3 dakikalık bir film içine alıp, zamanı donduruyor.

Seçki, Megan Rossman’ın yönettiği “Mücadeleyle Geçen Bir Ömür” mini belgeseliyle başlıyor. 74 yaşındaki Maxine Wolfe’un ömür boyu süren aktivizmine ve New York, Brooklyn’deki Lezbiyen Tarihi Arşivi’ndeki koordinatörlük günlerine Wolfe’un sesinden ve görüntüsünden bakıyoruz. His-story’e karşı, her-story’i yücelten bu 2 dakikalık film seçkinin temel sorusunu sorarak izleyiciyi ilk dakikadan izleyici olmaktan sıyrılıp düşünmeye davet ediyor: Bizim arşivimiz nasıl olur?

Bu sorunun hemen ardından trans deneyimi betimlemek için kullanılan arşiv görüntüleri ile “Kadın Olunca” monoloğu; sanat tarihinin en ünlü uzanan nü modellerinin yer yer birbirinin içine geçerek, yer yer ekrana sığmayıp taşarak, yer yer tehlikeli bir dansı icra ederek ilerleyen “Uzanan Kadınlar” ve çok alışıldık, bir o kadar da kalp sızısı bir hikaye “Gaya” ile seçki inanılmaz hızlı ilerliyor. Adeta Maxine Wolfe’un mini belgeselde dile getirdiği soru ve sorunlara üç ayrı filmle yanıt aranıyor. Yeni soruların kapıları aranıyor: Hikayemi nasıl anlatabilirim? Benim hikayem anlatmaya değer mi? Kimlerin hikayeleri anlatılır?

Gaya’dan sonra “Durağan Hayat” bende bir şok etkisi yarattı. Bazen bir fular, kalem, kağıt hatta belki bir nokta, virgül bütün bir hayat hikayesini anlatır ya; “Durağan Hayat”ta da kırılan bir gözlük yaşanmışlıkları, yaşanamayanları, aileyi, anneyi, babayı, içine girdiğimiz o küçük saydam delikleri, durmayı anlatıyor. Ve bir soru daha: Yeni anılar, öyküler için eskisini çöpe mi atmak gerek illa? Kırılan her şey çöpe mi gitmeli? Peki ya kalbimiz kırılırsa?

Kırılmış gözlüğü geride bırakıp birdenbire psychedelic bir pop/pornografinin içine buluyoruz kendimizi. “Erotik Mandalalar”, tek kelimeyle tüyler ürpertici. Seks hiç bu kadar kaleydoskopik olmamıştı! Acaba bir ben mi bu kadar etkilendim derken seçkiden sonra facebook’ta bir arkadaşla yazışınca benzer hislere sahip olduğunu gördüm, rahatladım. Bir yanda ne idüğü belirsiz bedenlerin orgazmik dansı ve çığlıkları; bir yanda mandala desenleri. “Erotik Mandalalar” bütüne bakanlara başka bir şey, ayrıntıya odaklananlara başka bir şey anlatıyor. Bütün salon “ayıp” bir deneyime ortak oluyor, görüntü ve sesin yoğun patlayan etkisi sarsıyor. İç içe geçen bedenlerimizi, çığlıklarımızı bozarsak ne olur? Seks arşivlenebilir mi?

Mandala ile tuhaf bir transa girdiğimiz anda 25 dakikalık bir sessizlik gafil avlıyor. “Benim Ailem 2: Sınıf Düzen Aile Kabile”, 1960’ların Orta Kaliforniya’sında yoksulluğa, ırkçılığa ve sıkıntıya karşı mücadele eden “anasoylu” Kızılderili ailesinin 8 mm’lik amatör filmlerinden bir montaj. “Erotik Mandala”daki yoğun ses ve görüntü deneyiminden sonra “Benim Ailem”; sıfır ses, bozuk görüntüler ile nostaljinin yanıltıcı hislerine karşı uyarıyor. Ve soru: Arşivi tutulan, hikayesi anlatılan sadece sesi duyulan mıdır? Sessizliğin hikayesi anlatılabilir mi? Kocaman ailenin içindeki sessiz, içine kapanık “kara koyun”un hikayesi nasıl anlatılır? Sessizlik, boşluk mudur?

Seçki, “Şöhretli Elmaslar” ile izleyiciyi bu sessizlikten çıkarmaya çalışıyor. Ancak “Benim Ailem”in sessizliği o kadar yoğun ki; yalan, aşk ve arzunun bir volkana tıkılmış kaleydoskopik görüntüleri o sessizliği dağıtamıyor. Sessizliği dağıtabilen en sevdiğim film olan #Suçsuz oluyor. #Suçsuz çok basit bir soruyu 3 dakikada cevaplıyor: Bir dönem suçlu olarak görülen, arşivlerde kendine suçlu olarak yer bulabilen eşcinseller ne hisseder? “1961’de, Heinz başka bir adamın önünde diz çöktü. Sonuç olarak, iki yıl boyunca gözetimli serbestlikte kaldı ve üç hafta ıslahevinde kaldı. Günümüzde mahkumiyeti hala devam ediyor.”

Seçkinin kapanışı Türkiye’den, Pembe Hayat’tan. Kuirfest ekibinden Esra Özban yuvarlak olmayan masalarının etrafında arşiv meselesini tartışan Pembe Hayat ekibini çekiyor. Bu yazıya da başlığını veren soru Gani Met’ten geliyor: Ben hep kaçak yaşadım, hiçbir şey biriktirmedim, kaçak yaşayanın arşivi olur mu? Lezbiyen Tarihi Arşivi’yle başlayan seçki kendi çevresinde bir tam tur dönüp bu soruyla bitiyor. Sahi, kaçak yaşayanın arşivi nasıl olur?


Etiketler: kültür sanat
İstihdam