12/12/2023 | Yazar: Şeyda Akpınar

LGBTİ+ mülteciler ile bazı dertlerimiz ortak bazılarıysa değil. Zaten mesele dertlerimizi kıyaslamak da değil. Mesele, birbirimizin dertlerine ve birbirimize çare olabilmek, kendi uzmanlık alanlarımızda söz söyleyebilmek, politika yapıcılara baskı mekanizmaları yaratabilmek, sivil toplumu yönlendirebilmek, kısacası; elimizi o taşın altına koyabilmek.

LGBTİ+ mülteciler ve umudu örgütlemek Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Nefret, peşinden milyonlarca insanı sürükleyebilecek kadar güçlü bir duygudur. Neyse ki umut da bir o kadar güçlü bir duygu. Zaten nefretin peşinden sürüklediği milyonların içinde olmamak aslında umudun ta kendisi değil mi?

Bu yazıda LGBTİ+ mültecilerin[1] maruz bırakıldığı çok katmanlı ayrımcılığa ve dayanışmamızı her zaman anlamlı ve sürdürebilir kılan biricik yol arkadaşımız umut’a dair birkaç şey söylemek istiyorum.

Türkiye, son yıllarda ülkesindeki ayrım gözetmeyen şiddet ortamından can havli ile kaçan; ırkı, dini, dili, siyasi düşünceleri, herhangi bir toplumsal gruba mensubiyeti vb. nedenlerle menşe ülkesinin korumasından faydalanamayan ve faydalanamadığı gibi bu nedenlerle can güvenliği olmayan birçok farklı uyruktan mültecinin bir arada yaşadığı -ya da yaşamaya çalıştığı- bir ülke konumuna gelmiştir.

Suriye’de can güvenliği kalmayan sivil halkın kitlesel göç hareketliliği; Taliban’ın Afganistan’da hâkimiyet alanını yıllar içinde genişleterek en sonunda iktidarı ele geçirmesiyle birlikte insan haklarından uzak ve zulme dayalı politikalarıyla milyonlarca insanı zorla yerinden etmesi; İran hükümetinin emriyle İran istihbaratı ve İran’a özgü milis güçlerin (Besiciler, devrim muhafızları vb.) işbirliği sonucu kişilere ve topluluklara yönelmiş tehditler, saldırılar, suikastlar ve işkenceler nedeniyle birçok İranlının ülkesini geride bırakmak zorunda kalması; Rusya’nın Ukrayna işgali nedeniyle savaş karşıtı vicdani retçi Rusların ve ülkelerinde Rusya’nın yapmış olduğu sivil saldırılar nedeniyle can güvenliği kalmayan Ukraynalıların güvenlik arayışı ile gelmesi üzerine Türkiye, birçok farklı uyruktan mülteciye ev sahipliği yapmaya başlamıştır.

Bu ev sahipliği hem ulusal hem de uluslararası göç politikaları ile eş zamanlı olarak küresel bir şekilde anaakımlaşarak yükselen sağ popülizm ve faşizmle kol kola girmiş milliyetçiliğin de etkisiyle gerek Türkiyeliler gerek mülteciler bağlamında ne yazık ki pek de iç açıcı görünmemektedir. Hak ve hizmetlere erişimdeki prosedürler, istihdam edilememe, kültürel farklılıklar, dil bariyeri, mizojini, homofobi, transfobi ve daha sayabileceğimiz birçok nedenden ötürü mülteciler günlük hayatlarını devam ettirmekte zorlanmakta ve her geçen gün daha da ötekileştirilmektedir.

Kayıt

Türkiye’de mültecilerin kayıt işlemlerinden sorumlu memurların ve yetkililerin birçoğu, toplumsal cinsiyete dair temel kavramları dahi öğrenmedikleri özensiz ve yetersiz bir eğitim sürecinden geçtiklerinden, LGBTİ+ mülteciler ile karşı karşıya geldiklerinde ne yazık ki çoğu zaman ayrımcı tutumlar sergilemektedirler.

Uluslararası koruma başvurusunda bulunan kişiler ile prosedürel olarak yapılması zorunlu olan mülakatlar esnasında “LGBTİ+ olduğunu nasıl anladın? Hiç LGBTİ+ ilişkin oldu mu, olduysa bahseder misin? Ailene bu durumdan bahsettin mi? Bu durumunu ülkende gerçekten gizleyemez miydin?” gibi fobik ve tetikleyici sorular sorulduğunu maalesef çokça duymaktayız.

LGBTİ+ mülteciler zaten kendi ülkesinin korumasından faydalanamayıp belki özgürce yaşayıp eşit muamele göreceği inancı ile belki de salt güvenlik arayışı ihtiyacı ile çoğu zaman zorlu yollardan Türkiye’ye geldikten sonra kayıt aşamasında oldukça tetikleyici ve zorlu bir deneyim yaşamaktadır. Bu durum LGBTİ+ mültecilerin hem buraya uyum süreçlerini hem de psikososyal esenliklerini oldukça etkilemektedir.

Dil Bariyeri

Dil bariyeri etkili iletişim kurmanın önündeki en büyük engel olup mültecilerin günlük hayattaki temel ihtiyaçlarını karşılamalarını, sağlık, eğitim ve istihdam olanaklarından faydalanmalarını zorlaştırmaktadır.

Dil bariyeri nedeniyle mülteciler, hukuki süreçlerde haklarını anlamakta zorlanmakta; tebliğ edilen önemli belgeleri eğer anadillerini konuşan bir tercüman eşliğinde tebliğ edilmediyse anlamamaktadır ve bu nedenle mültecilerin adalete erişim hakları çoğu zaman zedelenmektedir.

Dil bariyeri, mültecilerin sağlık hizmetlerine erişse bile sağlık çalışanlarıyla etkili iletişim kurmasını engelleyip doğru tanı ve tedaviye erişimi zorlaştırabilmektedir. 

Mülteciler eğitim ve istihdam olanaklarından yararlanmak istediklerinde de çoğu zaman dil bariyerine takılmaktadır. Türkçe bilmeyen mülteciler, çoğunlukla lisans/ lisansüstü eğitime erişememekte ve nitelikli işlerde istihdam edilememektedir.

Barınma Sorunu

Türkiye’deki mültecilerin çoğunun düşük gelirli işlerde çalışmak zorunda kalmasından ve zaten Türkiye’nin güncel ekonomisinin bir sonucu olarak kontrol edilemez bir şekilde artan kiralar nedeniyle mülteciler için barınma büyük bir sorun haline gelmiş durumdadır.

LGBTİ+ mülteciler içinse barınma sorununun, bir de cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği veya ifadesi nedeniyle çok katmanlı bir hale geldiğini görebiliyoruz. Ev sahiplerinin, emlakçıların ve komşuların; cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği veya ifadesinin toplumsal normlarla uyuşmadığını gördüğü LGBTİ+’lara alan tanımadıklarını kendi deneyimlerimizden öğrenmiş olsak da; LGBTİ+ mültecilerin deneyiminde, bu alan tanımamaya ek olarak bir de mülteci karşıtlığı ekleniyor. Bu nedenle LGBTİ+ mülteciler, çoğu zaman kiralık ev bulamamakta, bulsalar bile ancak yüksek fiyatlarla ev kiralayabilmektedirler.

Yine Türkiyeli LGBTİ+’lar olarak sıkça deneyimlediğimiz ev içi hayatımıza üçüncü kişilerin pervasız müdahalelerine LGBTİ+ mülteciler de sıkça maruz kalmaktadır.  Hatta öylesine bir maruziyet ki, kira sözleşmesi bitmeden evden çıkarma, depozitoyu geri vermeme, ortada işlenmiş bir suç ya da suç şüphesi olmasa bile polise bildirme tehdidi sayabileceğimiz örneklerden yalnızca birkaçı. LGBTİ+ mülteciler, ev sahibi ve üçüncü kişiler ile yaşanan bu sorunlardan dolayı ev bulmakta zorlanmakta sık sık ev değiştirmek zorunda kalmaktadırlar.

Sağlık Hizmetlerine Erişim

Türkiye’de yaşayan mültecilere belli bir ilde ikamet etme zorunluluğu getirilmiştir ve son yıllarda, belli istisnai durumlar dışında İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya gibi birçok büyük şehirden mültecilere kimlik verilmemesi uygulaması söz konusudur. Dolayısıyla birçok mülteci, daha küçük illerde kayıt prosedürlerine erişebilmekte ve o illerde ikamet etmek zorundadır. Mültecilerin ikamet ettikleri şehirden başka bir şehre seyahat etmesi içinse “yol izni” almaları gerekmektedir. Yaşadıkları şehirdeki İl Göç İdaresi’ne başvuran mültecilerin yol izin başvuru talepleri çoğu zaman hiçbir gerekçe gösterilmeksizin reddedilmekte ve böylece mültecilerin seyahat özgürlüğü kısıtlanmaktadır.

Türkiye’nin küçük şehirlerinde bulunan hastanelerdeki uzman doktor ve medikal cihazların eksikliği nedeniyle; bu bölümlerden birinde tedaviye erişmesi gereken kişiler için sevk zinciri işletilerek, o bölümün bulunduğu başka bir şehirdeki hastaneye kişinin sevk edilmesi gerekmektedir. Fakat yukarıda açıkladığım yol izni ile başka bir şehre gitme prosedüründen ötürü mülteciler ya yol izni alamadığından ya da yol izni için verilen sürenin kısıtlı olması gibi nedenlerden ötürü çoğu zaman tedaviye erişimde zorluk çekmektedirler.

LGBTİ+ mülteciler sağlık hizmetlerine erişimde bu sorunları yaşamakla birlikte başka bazı sorunlar da yaşamaktadır. Örneğin cinsiyet uyum sürecini bazı tıbbi müdahaleler ile destelemek isteyen trans bir mülteci, yukarıda değindiğim sorunları yaşamakla birlikte; Türkiyeli bir transın da yaşadığı ya da yaşaması çok muhtemel diğer bazı sorunlar ile de karşılaşmaktadır. Cinsiyet uyum süreci konusunda uzmanlaşmış sağlık profesyonellerinin sayısının oldukça sınırlı olması, bu profesyonellerin kimi zaman sergiledikleri transfobik tutumları ve cinsiyet uyum sürecindeki zorunlu prosedürlerin tamamlanması için uzun süreler beklenmesi LGBTİ+ mültecilerin maruz kaldığı çok katmanlı ayrımcılık örneklerinden birisidir.

***

Ayrımcılığın ve ötekileştirmenin iç içe geçtikçe ağırlaşan bir pratiğe sahip olduğunu fark ettiğimizde, LGBTİ+ mültecilerin ayrımcılık ve nefrete yoğun bir şekilde maruz kaldığını açıkça görebiliriz. Cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği veya ifadesi nedeniyle menşe ülkesinde can güvenliği olmayan, koruma prosedürlerine erişemeyen ve bu nedenle Türkiye’ye iltica talebi ile gelen LGBTİ+ mültecilerin bu sorunlarının çözülebilmesi için kolektif mücadele veren ve bu mücadeleler sonucu bazı kazanımlar elde edilmesini sağlayan özneleri, sivil toplumu, aktivistleri, avukatları, avukatların meslek örgütü olan baroları görmezden gelmemek gerekir.

Kayıt prosedürlerine erişemeyen, İl Göç İdareleri’ne müracaat etse bile kapıdan çevrilen mülteciler için, başvuru sırasında gerekli evrakların hazırlanması, kişiye başvuru esnasında eşlik edilerek gördüğü ya da görmesi muhtemel kötü muamelenin önüne geçilmeye çalışılması, tüm bu çabalara rağmen yine de başvuru alınmıyorsa çeşitli stratejik davalamalar yapılması artık mülteciler ile çalışan sivil toplum kuruluşlarının ve avukatların iş rutinin büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen STK’ların ve avukatların bu yoğun çabası sonucu birçok mültecinin kayıt prosedürlerine erişebildiğini açıkça söyleyebiliriz.

Türkiye’de yaşayan mültecilerin, kayıt prosedürlerine erişse dahi ilerleyen süreçlerde uluslararası koruma başvuruları değerlendirilip çoğunlukla olumsuz kararlar verilmekte ve bu olumsuz kararların kesinleşmesi ile haklarında sınır dışı kararı verilebilmektedir. Bu durumlarda da yine STK’lar, avukatlar, baroların hak temelli merkezleri devreye girmekte, her türlü hukuki süreçte mültecilere destek sağlamaktadır. Ağır aksak ilerleyen bir hukuk sisteminde bile çeşitli enstrümanlar kullanarak bir çıkış yolu arayan ve o çıkış yolunu bulabilen avukatlar sayesinde; elimizde, bu aleyhe kararların iptal edildiği oldukça fazla örnek mevcuttur.

Kayıt olduktan sonra mülteciler için Türkiye’ye uyum sağlamalarının beklendiği bir süreç başlıyor. Her ne kadar İl Göç İdareleri tarafından sosyal uyum etkinlikleri ve eğitimleri yapılsa da bunların son derece özensiz ve kapsayıcılıktan uzak olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle çeşitli STK’ların, bazı belediyelerin, aktivistlerin, lokal organizasyonlar ve komitelerin çabası ile bu konuda çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. LGBTİ+ mültecilere de bu hususlarda destek sağlayan, psikososyal anlamda güçlendirmek için hizmet veren, dayanışma kuran birçok sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır.

Yine, sağlık hizmetlerine erişemeyen ya da erişim konusunda sıkıntılar yaşayan, HIV+ ile yaşayıp ilaçlarına erişemeyen, cinsiyet uyum süreçleri hakkında doğru bilgi ve servislere erişemeyen LGBTİ+ mültecilere spesifik olarak bu konularda destek sunan sivil toplum kuruluşları mevcut olup faaliyetlerine devam etmektedirler.

Ne yazık ki hem ulusal hem de uluslararası anlamda insan hakları standartlarına uygun göç politikalarının varlığından bahsedemediğimizden; bu yanlış politikaların sonucunda öznelerin en az zararı görmesi adına hem sivil toplumu daha da geliştirmeye hem de bu konudaki aktivizmi daha da büyütmeye ihtiyaç vardır.

Dayanışma pratiğini geliştiren, kesişimselliği kavrayabilen, direnmenin bin bir çeşit yöntemini bulan, bazen mola verse de hiçbir zaman pes etmeyenlere ithafen Butler’ın çok yakın zaman önce Türkiye’de yapılan bir etkinlikte söylediklerine yer vermek istiyorum:

“ …

Bütün queerler için, bütün feminizm ve LGBTQİA+ hakları ve güçleri için mücadele edenler için, demokrasinin bedenlendirilmiş bir anlamı, yaşayan bir gerçekliği vardır. Biz, polis şiddeti veya polisin müsaade ettiği sokak şiddeti korkusu olmadan sokaklarda toplanmak için özgürleşmeyi talep edenleriz. Biz yaşamlarında eşitlik isteyenler, eşit muamele görmeyi talep edenler, hayatları yaşanmaya, desteklenmeye, kabul edilmeye değer görülenleriz. Biz faşist şiddeti, güvenlik terörünü, keyfi sokak şiddetine maruz kalan queerlerin de dâhil olduğu mültecilerin hayatlarının araçsallaştırılmasını ve bundan vazgeçilmesini sonlandırma çağrısı yapan adalet isteyenleriz.

…” [i]

“Mültecilerin hayatlarının araçsallaştırılması” kavramı ile Butler bize hem ulusal hem uluslararası zemindeki politik ikiyüzlülükleri ve bunun bedelini ödemek zorunda kalan özneleri hatırlatıyor.  Politik tutarsızlıkların ve insan haklarından nasibini alamamış çeşitli uluslararası anlaşmaların yarattığı bu kaygan ve tehlikeli zeminde öfkemizi doğru aktörlere yöneltmeliyiz. Öfkemizi, çalışma izni ile çalışabileceği güvenceli bir iş bulamayan, HIV ile yaşayıp tedaviye erişemeyen, cinsiyet kimliği/ ifadesi nedeniyle barınma hakkı engellenen, hastaneye gittiğinde dil bariyeri nedeniyle problemini anlatamayan, anadilinde konuştuğunda zorbalığa uğramaktan korktuğu için sosyal hayattan izole edilen, akademik kariyer yapmak isteyip yapamayan, cinsel yönelimi nedeniyle kamusal alanlarda partneri ile el ele dolaşamayan, hak ve hizmetlere erişimde prosedürlere takılan, hiçbir şey yapmasa da sadece varoluşu nedeniyle kolluk kuvvetleri ile başı dertte olan mültecilere değil; güç erklerine, politika yapıcılara, gizli kapılar ardında insanların hayatına kast eden anlaşmalar imzalayanlara yöneltmeliyiz.

Bakıldığında bilhassa LGBTİ+ mülteciler ile bazı dertlerimiz ortak bazılarıysa değil. Zaten mesele dertlerimizi kıyaslamak da değil. Mesele, birbirimizin dertlerine ve birbirimize çare olabilmek, kendi uzmanlık alanlarımızda söz söyleyebilmek, politika yapıcılara baskı mekanizmaları yaratabilmek, sivil toplumu yönlendirebilmek, kısacası; elimizi o taşın altına koyabilmek.

Yazının başında umudu, nefretin peşinden sürüklediği milyonların içinde olmamak olarak tanımlamıştım. Şimdi yeniden dile getiriyorum, gerek kamusal gerek özel alanlarda nefrete, her türlü fobiye, ayrımcılık ve ötekileştirilmeye, eşitsizliklere, adaletsizliklere, faşizme, elimizden alınanlara, devlet şiddetine, gelir adaletsizliğine vb. her türlü hak ihlaline daima ses çıkaranlar olarak; bizler aslında umudun ta kendisiyiz. Bu nedenle biz var oldukça umut da var olmaya devam edecek.

Son söz niteliğinde Türkiye’de yaşayan LGBTİ+ mültecilere şunları söylemek istiyorum:

“Öncelikle sana dayanışma ve sevgi dolu bir merhaba göndermek istiyorum.

Şu anda hayatının zor bir döneminden geçiyor ve bu zorlukların üstesinden nasıl geleceğini bilemiyor olabilirsin. Ancak unutma ki yalnız değilsin; Türkiyeli bir LGBTİ+ olarak senin yanındayım ve biliyorum ki benim gibi binlerce Türkiyeli LGBTİ+ da senin yanında.

Doğduğumuz yer ve konuştuğumuz dil farklı olsa bile benzer deneyimlere sahibiz. Birbirimize destek olacağımızı, birbirimizi güçlendireceğimizi ve yaşadığımız zorlukları birlikte aşacağımızı; birbirimizin hikâyelerini dinleyip birlikte iyileşeceğimizi, birlikte mücadele edeceğimizi bilmeni istiyorum.

Cinsel yönelimimizi, cinsiyet kimliği veya ifademizi özgürce dile getirip; dilediğimiz gibi yaşayabildiğimiz günlerin geleceğini umut ediyorum.

Biz var oldukça umut da var olmaya devam edecek çünkü biz umudun ta kendisiyiz!” 


[1] Bu yazıdaki “mülteci” kavramı yerel mevzuattaki anlamıyla değil; şemsiye terim olarak, yerinden edilmiş herkesi kapsayacak şekilde kullanılmıştır.


[i] https://kaosgl.org/haber/judith-butler-queer-sohbetler-e-katildi-ihtiyacimiz-ittifaklarin-genisletilmesi

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Umut dosya konulu 191. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, mülteci
İstihdam