22/11/2023 | Yazar: Bengi Beng

Hiçbir bildiri, yüzde yüz politik doğru manifesto veya slogan dolu tweet karşımızda kanlı canlı duran bir insanın hikayesinden aldığımız feyzi bize veremez.

Öldün, çık! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bu foruma (antibiyotikli merhem mi, sarı kantaron yağı mı? yazımla) Kaos GL şakşakçısı, delüzyonel aktivist, nefret söylemi savunucusu olarak giriş yapmış oldum, (Ta ta ta öldün çık!) hayırlı uğurlu olsun. (Yıkılmadım ama ayakta da değilim.) Buna rağmen bir yer edinmek, sözümü bir yere salmak, görülmüş, duyulmuş hissetmek iyi geldi. (Ne de bencilim.) Bu yüzden konuyla ilgili ikinci bir yazı kaleme almak istedim.

Belki Kaos GL kendisine gelen yazıdaki (starbucksa gitmek) problemli bölümlerle ilgili yazarla diyalog kurmak, yazarı yazı üstüne düşünmeye davet etmek yerine aman ben yayımlayayım, sansür de yapmayayım, yapıştırayım sayfaya, tartışan tartışsın demiştir. Böyle bir umursamazlıktır geçtiğimiz birkaç gündeki hakaretlerle renklendirilmiş tartışmayı başlatan.

Belki de editörler yazıyı incelemiş ve yayıncılık ilkelerine aykırı hiçbir şey bulmamıştır, yazıyı sadece provokatif, yanlış yönlere çekilebilecek, tehlikeli sularda yüzen bir yazı olarak görüp ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını düşünerek olduğu gibi yayımlamıştır.  

Belki ben forumdaki ilk yazımı çok iyi arkadaşım olan bu yazarı veya çok sevdiğim dernek Kaos GL yi savunmak için yazmışımdır.

Bu ihtimallerin hepsi ilk duyuşta olası geliyor. Fakat mutlak olarak bildiğim tek şey kendi motivasyonum.

Bir süredir lubunyalara alan açtığını iddia eden STK lara çok öfkeliyim. Politik metinler, bildiriler yayımlayıp duran, paneller konferanslar veren bu örgütlerin söylem alanından eylem alanına gerçek anlamda geçemediğini düşünüyorum. Bunun sonucunda da şöyle bir şey ortaya çıkıyor; Biz bazı şeyler deneyimliyoruz. Evsizlik, işsizlik, dışlanma, nefret cinayetleri liste uzar gider. Ağır hak ihlalleri.

Bu örgütler de bu deneyimleri bir güzel raporlar haline çevirip gerçek beyazlara, avrupalılara satıyor. Yani bu deneyimleri çoğunlukla yaşayan kendi halinde insanlar (sosyal ve maddi sermayesi kısıtlı olanlar, azınlık kimliği olanlar, taşrada yaşayanlar, komünitede daha az lubun olarak görülen lubunyalar vs.) daha ayrıcalıklı bir azınlığın ‘’ekmek kapısına’’ dönüşüyor. Tüyler ürpertici ama gerçek. Bu örgütler sıradan insanlar tarafından kendilerine atılan maillere cevap vermiyor, bu insanların ihtiyaçlarını gidermeyi görev görmüyor. Bu devletin görevi, onlar sadece devletin ne kadar da beceriksiz olduğunu becerikli devletlere göstermekle yükümlü.

Üzücü ama gerçek, bu yüzden de bir dernek forumunda yazısı çıkan sıradan bir insanın bu derneklerin genel duruşlarından ayrı değerlendirilmemesini anlıyorum. Fakat gerçekten önemli bir şeyden bahsediyorum, ilk yazımda belki de apolitik ve romantik görülen ‘’temassızlık’’ meselesinden. O yüzden bu meramım bazılarınca ciddiye alınacaksa nerede durduğumu biraz daha açmaktan gocunmam.

Biraz dağıldım ama bir tweete sığmayacak uzunluk ve derinlikteki metinler her zaman dağılma, yayılma, yanlış anlaşılma, hatta kendi içinde kaybolma riskleriyle karşı karşıyadır. Birbirimiz için bazı riskleri de alalım diyorum.

Tekrar ilk yazımı yazma motivasyonuma gelirsem, halihazırda sağ sol demeden örgütlerden illallah etmiş halde dolanırken bir anda dernek yetkilisi, çalışanı olmayan insanların kendi isimleriyle bu forumda paylaştıkları yazılarda bir şeyler tartıştığını görmek beni heyecanlandırdı ve bende güzel duygular uyandırdı. Çünkü normalde örgütler tutturdukları çizgide kılı kırk yararak kimseye ‘’prim’’ vermeyecek metinler yazmanın uzmanı oldu, kendi halinde insanlar da bana ne ki veya ben kimim ki deyip kendi sözlerini üretmekten kaçınıyor. Ben de dahil. Hadi tekrar politik olduğumu vurgulamış olayım, bana ne ki değil ben kimim ki diyen taraftaydım. Zira beni sokakta falan görseniz varoş kokumu üç metreden alırsınız.

Fakat artık öyle bir noktadayız ki biz kendi halinde insanlar olarak söz üretemiyoruz, twitterda birbirimizi alıntılayarak yaptığımız üç satırlık kavgaları söz sayamıyorum üzgünüm.

Söz üretenler de o sözleri eylem dünyasına aktarmıyor, aktaramıyor, belki aktarmak istemiyorlar, bilmiyorum. Bu yüzden ben oturup bir şeyleri dert edinerek bir satırdan fazla yazmanın önemine inanıyorum.

Yazımda ilk anlatmak istediğim buydu, içeriklerden bağımsız olarak. İçeriklerdekileri önemsemiyor da değilim, Yıldız Tar ve Ahmet Soykarcı’nın tepki yazılarında zaten beni tatmin eden eleştiriler, sorular vardı, tatmin etmeyen kısımlar da vardı, o yüzden hissettiğim o boşluğu doldurmak için oturdum klavye başına.

Her yazma girişimi en önce kendini anlama girişimi, öyle düşünüyorum. İnsan da aslında dert ettiği her konuda bu konuların kendi zihnine, bedenine, ruhuna tesirini merak eder. Bencillikse bencillik diyelim, sonuçta hakikat bu.

İkinci motivasyonum ise tepki gören yazıda bencillik propagandası olarak okunan kahve meselesinde;

Aslında eylem alanına etki edebilecek bir kolektif tepki yoksunluğunda kısıtlı bir çevreden gelen boykot çağrısının kendi halinde insanlara ‘’kahve içmeyin, zulüm, savaş, soykırım var.’’ şeklinde içi boş, kof bir emir gibi tezahür edebileceği ve bu konunun bir şekilde açılması ile kolektif, sistematik olamayan kesintili, reaktif, gündeme göre şekillenen dağınık tepkilerin dışarıda olup bitene sirayeti ile ilgili tartışabileceğimizi düşünmemdi.

Ne yani bunu o yazı olmadan tartışamaz mıydık, her söze alan mı açalım şimdi diyenler olabilir, ben açıkçası sözle mücadelede o söze de alan açmanın (bir eylem çağrısı içermedikçe), o sözün içinden, kenarından, kıyısından bir şeyler alıp onunla oynamanın ve sonunda kendi sözümle ona tesir etmenin onu susturmaktan daha faydalı olduğunu düşünüyorum. Zira susturduğumuz söz aslında yok olmuyor ki, başka şekillerde yine dışarı çıkıyor. Eyleme dönüşmeden onu alıp göğsümde yumuşatmayı susturmaya yeğlerim.

Ayrıca zaten yaygın/hakim fikir genellikle sessizlikle var olur, zaten eyleyen, var eden, var olan odur, neden söze ihtiyaç duysun ki? Fakat bazı zamanlarda bu hakim ideoloji bazı çatlaklardan sızar, söz olur. Muhtemelen bu sözü eden kişiler de hakimin misafir koltuğunda tam rahat edememiştir ki o yüzden bununla ilgili bir şey söyleme gereği duymuştur. ‘’Heterolar da vardır anam.’’ İşte bu hakim ideolojinin profesyonel sessizliğinin hata verip söze döndüğü böyle açığa çıkma anlarında, ötekinin kendi sözüyle oraya temas etmesinin dönüşüme ön ayak olabileceğini düşünüyorum.

Hadi diyalektik diyeyim, solcu dostlar layklasın. Sentez için tez ve antiteze ihtiyaç var. Hadi ifade özgürlüğü diyeyim, liberal dostlar layklasın. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler. Fakat işte mesele alkışlanmak veya yuhalanmaktan daha fazlası.

Yarıklardan çok tırmandım

Velhasıl kelam ben şimdiye kadarki deneyimlerimde sol ahlaka sahip olduğunu iddia eden, bununla ilgili söz üreten devrimci yapılarda da, yok anacım sağ sol değil biz insan hakkı savunucusuyuz diyerek kimlik siyasetini kendine yeterli gören demokratik yapılarda da sözle eylem arasında nasıl yarıkların bulunduğunu gördüm ve bu yarıklara birkaç kez düştüm, hepsinde de kendi başıma ve birkaç yakın arkadaşın desteğiyle yeryüzüne tırmandım.

İşte bu deneyimlerim sonucu da şöyle bir kanıya vardım; söze bu kadar takılmayalım, o sözü söyleyeni sözün temsil ettiği iyilik veya kötülüğün yegane temsilcisi ilan etmeyelim, biraz tahammül edelim, biraz anlamaya çalışalım, sözle eylemin ne derece örtüştüğünü, birbirine ne kadar tesir ettiğini ölçmeye çalışalım, biraz da üç dakikaya kavga edip dağılmadan bir yerlerde konuşabilelim. Elbette sözü kimin söylediğini, sözün nasıl bir bağlamda durduğunu, nasıl maddi sonuçlara sebep olduğunu da göz önünde bulundurarak.

Örneğin yakın zamanda eski terapistim sırf sözleriyle beni onarmaya çalıştı, usul usul lubunya değil şiddet mağduru olduğuma ikna etmeye çalıştı beni. Hem de bir lubunya derneği vasıtasıyla tanıştığım terapist! Fakat işte ben tüm bu sürecin korkunç tesirini yaşamaya devam etmekle birlikte ancak bunun alternatifini kendi sözüyle mümkün kılan bir başka terapistten şifa bulabildim. Yaygın sözün güvenli kollarında rahat rahat kendini üretmeye devam eden bir şiddet kültürünün karşısında üç kişi de olsak, beş kişi de olsak biz kendi sözümüzü üretmeliyiz, bunun için de ilk önce birbirimize tahammül etmeyi, birbirimizle yan yana durabilmeyi öğrenmeliyiz, böyle düşünüyorum. Ve tüm bu düşünce akışını bir twitter paylaşımı mümkün kılamazdı.

Bir de kesişimsellik meselesini anlamak, içselleştirmek öyle kolay değil. Kolay değil ama umudum da bu. Bir yerden incinmiş bir insanın hemencecik tüm incitme pratiklerinin ayırdına varmasını istemek de bencillik değil mi? Kendi incinmişliğinin acısıyla evinde, kafesinde oturup şifasını bulma peşindeki kişinin biraz kendine gelmesini beklemek, şifalanmasına yardım etmek, o kişiye ‘’Daha iyice misin?’’ diye sormayı o anlarda yeterli görmek uzun vadede hepimizin yararına değil mi? Eğer değilse hadi insanları ikiye ayıralım. Politikler ve apolitikler, incinmiş olanlar ve daha az incinmiş olanlar. Sonra ne olacak?

Üretilen sözlerin eyleme dönüşmesi zaman alıyor. Ben feministim/sosyalistim/kuirim vs. dedikten sonra kendi kişisel çıkarlarınla da mücadele edip, içinden yükselen yıkıcı duyguları kontrol altına alıp yoldaşınla dayanışmak zaman, emek, çaba, tahammül istiyor, bunu görelim istiyorum. Ben şimdiye kadar girdiğim çoğu toplulukta insanların salt kişisel çıkarları sebebiyle birbirleriyle anlaşamadıkları için, birbirlerini borçlandırdıkları, birbirlerinin sevgililerini kıskandıkları, birbirlerini itici buldukları için politik sözlerin arkasına saklanıp birbirlerinden nasıl da hemencecik uzaklaştıklarını gördüm ve bunları konuşmak istiyorum.

Yoksa tabi ki slogan atmak, pankart hazırlamak, bir konferansta konuşmacı olmak, bir paylaşımın altına hakaret yorumları yazmak çok daha kolay. Ve/fakat değişimi, dönüşümü sürekli bir çaba isteyen konularda gerekli emeği vermeyip bir şeylerin de aynen kalmasının verdiği öfkeyi kısa tweetler halinde çevremize savurmamızın bir faydası yok, onu demeye çalışıyorum. Bence artık derin sohbetlere, birbirimizin hikayelerini dinlemeye, okumaya, kısaca gerçek anlamda ‘’etkileşmeye’’ ihtiyacımız var. Hiçbir bildiri, yüzde yüz politik doğru manifesto veya slogan dolu tweet karşımızda kanlı canlı duran bir insanın hikayesinden aldığımız feyzi bize veremez. Böyle düşünüyorum. Varsın apolitik olayım, çok da umurumda değil.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
2024