04/09/2024 | Yazar: Yıldız Tar
Tarihten Gizlenmeyenler’e Oya Burcu’nun tanıklığının üçüncü bölümü ile devam ediyoruz.
Express Dergisi’nin 16-23 Nisan 1994 tarihli sayısında Kaos GL’nin ilk örgütlenme çağrısı yayımlandı. 20 Eylül 1994’te ilk sayısını yayınlayan Kaos GL Dergisi, bu sene 30.yaşını kutluyor. Bu kapsamda biz de 30 yıllık mücadeleye tanıklık edenlerin tanıklıklarını sizinle paylaşmaya karar verdik. Tarihten Gizlenmeyenler’e Oya Burcu’nun tanıklığının üçüncü bölümü ile devam ediyoruz.
Peki, bir yandan eylemler… İlk 8 Mart’ına ne zaman katıldın?
Kaos GL’de örgütlenmeden önce örgütlü biri değildim. Dolayısıyla da 8 Mart’a Kaos GL ile örgütlenmeden önce katıldım mı hatırlamıyorum. İlk kez en azından bilinçli ve örgütlü olarak Kaos GL ile katıldım. Zaten feminist harekette örgütlenmem de Kaos GL sayesinde oldu. Kendime feminist diyordum ama örgütlü bir feminist değildim. Aslında hem lezbiyen hem feminist olarak Kaos GL’de örgütlendim. Önce Sappho’nun Kızları ve Kaos GL’de tabii ki. İlk 1 Mayıs’a katılmamı 2001 diye hatırlıyorum. 8 Mart’a katılmam da yanlış hatırlamıyorsam ya 2000 ya 2001. Böyle ne biliyim bir avuç kişiydik. İşte zaten iki kişi pankartı tutuyor. Üç kişi döviz taşıyor. Annem bu arada beni lezbiyen olarak bilmiyordu henüz. Ben annem dahil tüm aileme akrabalarıma araştırmayı söylemiştim, yani bu konuda araştırma yaptığımı biliyorlardı sadece. Annem o süreçte araştırmanı yaptın, bitti, tamam artık görüşme o lezbiyenlerle, yoksa seni de lezbiyen yaparlar demişti. Ben de “lezbiyensem lezbiyenimdir anne, sonradan olunmuyor” biliyorsun dedim. Böyle ona söylemenin yollarını arayacak cümleler kuruyordum hep zaten ama annemin de geçilmesini istemediği çok kalın bir duvarı vardı. Biz seni çok iyi yetiştirdik, sen iyi aile kızısın, lezbiyen olamazsın dedi bana. Anne dedim o kadar anlattım ben sana, onlar da iyi aile kızları. Hayır, yok sen olamazsın diyor hala bana. Ya dolayısıyla muhtemelen aynı sene 1 Mayıs’la 8 Mart’a katıldığımız sene.
Senin katıldığın 1 Mayıs Kaos GL’nin de ilk katıldığı 1 Mayıs mıydı?
Evet, işte 8 Mart’a katılışım da 2000 miydi 2001 miydi, o yüzden böyle kafam karıştı. Çünkü ben böyle jet hızıyla girdim ya, ‘99 Mayıs’ta Sappho’nun Kızları, sonra direk toplantılar falan. Sonra işte 2000’de Sappho’nun Kızları Kaos GL’de toplantıları yapmaya başladı. Kültür Merkezi zamanları… Yüzde doksan 2001 gibi geliyor bana. Aynı sene hem 1 Mayıs’a hem 8 Mart’a katıldım sanki. Çok mutluydum, çok gururluydum, çok heyecanlıydım ama oradaki tek tedirginliğim şuydu: Kameralar geliyor, çekiyorlar, televizyona da çıkarsak ne olacak gibi. Hem annem öyle duvar örünce ben de söylememiştim açıkçası hem de o dönemde sevgili olduğum kişi de ailesinin bilmemesinden kaynaklı çok istemiyordu gazetelerde televizyonlarda görünmemi. Onun dışında çok az düşünmüşümdür aman ailem beni görecek kısmını. Aman görürse de görsünler, rahatlarım işte diyordum. Bize karşı, Kaos GL’nin pankartına yönelik destek de güzeldi ayrıca. Alkışlayanlar… Genelde sendikalardan alkışlanıyorduk tabii. Başından sonuna kadar, dövizlerin hazırlanmasından yürüyüşe, yürüyüş sonrası mutluyduk, çok güzeldi.
Dövizleri nasıl hazırladınız mesela? Nerde hazırladınız? Hatırlıyor musun?
Kültür Merkezi’nde hazırlıyorduk dövizleri. İşte taşıyacak kişi var mı, çok fazla da hazırlamayalım gibi konuşmalar da oluyordu. Sonuçta bir kişinin iki tane dövizi taşıması ihtimalini konuşuyorduk o heyecan güzeldi. Dövizler zaten genelde varlığımızı haykırmamıza yönelikti. “Buradayız, her yerdeyiz” şeklindeydi dövizler.
Hatırlıyor musun üzerinde yazanları?
Lezbiyenler Vardır’ı çok iyi hatırlıyorum. “Okulda, işte, kampüste, eşcinseller her yerde” sloganımızı hatırlıyorum.
Bir de 2007’de homofobi karşıtı buluşmayla ilgili bir yazın var “pardon, sizin homofobiniz var mı?” diye soruyorsun. Homofobi Karşıtı Buluşma’yı nasıl organize etmeye başladınız? Hatırlıyor musun?
İlk homofobi karşıtı buluşma 2006’daydı. İstanbul’da pride yürüyüşü düzenleniyor, onur haftası var. Ankara’da da bir şeyler yapmak istiyoruz. Sonuçta Ankara’da örgütlüyüz, sadece İstanbul’a gidip bir şeyler yapmak değil, burada da sokaklara çıkmak, burada da etkinlikler düzenlemek ve buradaki LGBTİ+ camiasıyla birlikte bir şeyler yapmak istedik. Ve o şekilde başladı.
Tabii benim ilk hatırladığım şey homofobi karşıtı buluşma değil de 2003’te Lezbiyenlerin ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış için Çözüm Arayışları sempozyumu vardı. İlk düzenlediğimiz büyük organizasyon buydu. O sempozyum bence homofobi karşıtı buluşmalar için çok iyi bir deneme de oldu. Sempozyum bir kereye has bir şeydi ama bunu başararak biz bunu her zaman yapabiliriz diyebilmiş olduk, tarih olarak 17 Mayıs Uluslararası Homofobi Karşıtı Günü de kullanarak her sene düzenlemek üzere. Ankara İstanbul’a göre biraz daha “ciddi” ya, o yüzden pride haftası İstanbul’da, Homofobi Karşıtı Buluşma da işte bize daha uygun gibi. Buluşmanın sonuna biz de yürüyüş koymuştuk mesela, pride yürüyüşü gibi değil de daha 1 Mayıs gibi oluyordu bizimki.
Oraya geçmeden 2003’teki sempozyumda kalalım önce. Nasıl karar verdiniz? Sempozyum nasıldı, neler yaptınız, hatırlıyor musun? Bir de sen nasıl hissediyordun o sempozyumda?
“Baştan ayağa sempozyum…” diye Kaos GL dergisinin 2003 Temmuz-Ağustos sayısında yayınlanan bir yazım var. “Baştan ayağa” çünkü orada gerçekten, isim kartlarının hazırlanmasından oturum kolaylaştırıcılarının belirlenmesine, konuşmacıların bulunmasına, onlarla iletişimin sürdürülmesine, yerlerin ayarlanmasına herkesin kesinlikle her şeyde emeği vardı. O benim için çok güzeldi. Çok güzel bir ekip çalışmasıydı bir kere.
Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapmıştık. Çok güzel bir katılım oldu. Açıkçası ben o kadar büyük bir katılım beklemiyordum. Hazırlığı da ayrı bir heyecanlıydı zaten kim katılacak, kim ne konuşacak falan. Ali mi sormuştu, tam hatırlamıyorum biri sordu açılış konuşmasını yapmak ister misin diye. İsterim. Yapabilir miyim? Yaparım… Kameralar da olacak yalnız. Evet, olacak. Ben o zaman bir düşüneyim mi acaba. Yok ama çok istedim yapmayı ve zaten birlikte hazırladık açılış konuşmasını, Ali, Umut, Buse falan hep beraber. Kendi aramızda provasını yaparken bile çok heyecanlanıyordum. Ben bunu nasıl yapacağım ya bu kadar heyecanla, kalbim bu kadar çarparken nasıl okuyacağım acaba diye düşünüyordum. Benim için o sempozyumun bir önemi de şu: şimdi kameraların önüne çıkacağım için, yani basın orda olacağı için ailemin oradan öğrenmesini istemedim. Ailemi kenara çekip ben eşcinselim demek istemiyordum, onların bana sormasını istiyordum. Bu ortamı sağlayacak çalışmalarıma başladım. O dönem ben üniversiteden mezun olmuştum ve boştaydım. O yüzden zaten tam zamanlı Kaos gönüllüsüydüm. Annem tabii soruyor, her gün nereye gidiyorsun kızım diye. Okula gitmiyorsun, çalışmıyorsun ama her gün bir yerlere gidiyorsun. Önceden arkadaşlarımla buluşuyorum diyorken ilk adım olarak, Kaos’a gidiyorum anne, demeye başladım. Niye sen Kaos’a gidiyorsun? E, sen onlarla ilişkilerini kesmedin mi? Yo, kesmedim. Hepsi benim arkadaşım. Birlikte sempozyum düzenliyoruz. E, sen n’apıyorsun? İşte ben de yardım ediyorum sempozyuma. Sonra zaman yaklaştıkça daha çok bahsetmeye başladım. En sonunda anneme sordurttum. Annemin ‘yoksa sen de onlardan mısın kızım’ sorusuna hadi anne gel oturup konuşalım diyerek yanıt vermemle başlayan üç seanslı bir açılma deneyimi yaşadık. Ondan sonra da söyledim işte sempozyumda açılış konuşması yapacağım, sizi de beklerim diye. Bir ay içinde tüm aileme açıldım. Ağabeyime, annemin sordurtmasıyla açılmıştım zaten. Sonra annem babama da söylemiş. Ve sempozyuma gelemeyeceklerini söylemelerine rağmen geldiler. Hiç beklemiyordum. Annem de babam da geldi. Tam böyle açılış konuşmasına başlayacağım sırada, zaten o konuşmanın heyecanı içindeyim, bir de annemle babamı karşımda görünce bıraktım kağıtları, yanlarına gittim, hoş geldiniz dedim, onları bir yere oturttum ve yerime geri döndüm. Bir yandan da o kadar kameranın önünde konuşacak olmak… O kameraların anlamı, artık bizi birçok kişinin duyacak olmasıydı. Sadece etkinliklere gelen içerdeki katılımcılara bir şey anlatıyor değildik. Şimdi birçok kişiye bir şey anlatıyorduk. Bütün Türkiye duyacak ya, onun da heyecanı var tabi. O yüzden çok büyük, çok önemli bir olaydı. Ailemin orada karşımda olması da ayrı bir olay. Yanlış hatırlamıyorsam Buse’nin de ailesi gelmişti. Hatta çiçek vermişlerdi Buse’ye. Bazı açılmalara vesile olma sempozyumuydu bir yandan da o. Benim bir iki arkadaşım da kameraya yakalanıp ailelerine açılmışlardı hatta. Çok özeldi.
Tam o an mezun olmuştun? Peki sonra iş hayatı. Kaç yılında nerde çalışmaya başladın?
Ben 2002’de mezun oldum. 2003’te tam zamanlı Kaos gönüllüsüydüm. Sonra yüksek lisansa başladım 2004’te bir yıl devam ettim, sonra da depresyona girerek yarım bıraktım. Depresyonumun önemli bir ayağı gelecek kaygısı olduğundan, ben para kazanmalıyım aileme yük olamam artık diyerek, kendisi de açık lezbiyen olan aşçı bir arkadaşımın çalıştığı bir küçük restoranda hem garsonluk yapmaya hem de mutfakta ona yardım etme şeklinde çalışmaya başladım. Kısa bir süre sonra o küçük restoran Çankaya’da büyük bir restoran haline geldi ve orada da işte ön muhasebe, kasa, depo sorumlusu gibi görevlerde altı ay çalıştım. Böyle bir dokuz ay falan restoran çalışanı deneyimim oldu. Tabii ben sosyoloji bitirdiğim için daha çok sosyal araştırmalarda çalışmak istiyordum. Bu yönde iş başvurularım oldu. Kadınlarda rahim ağzı kanserinin erken teşhisi için smear taramasını teşvik eden ve sonrasında HPV aşısının Türkiye’ye gelişinin önünü açan, Şanlıurfa pilot bölgeli bir araştırmada sosyolog asistanı olarak iki sene çalıştım. Bu işlerde hep açıktım. Zaten restoranda arkadaşım açıktı, patronu onu biliyordu. Beni de onun arkadaşı olarak tanıdı ve lezbiyenliğim bilinerek girmiştim işe. Sonraki işimde de ben açıldım. Bizim araştırmanın proje koordinatörü onkolog jinekolog bir doktordu. Onunla sürekli Ankara’dan Urfa’ya gidip geliyorduk. O gidiş gelişlerimizden birinde ben buradan İstanbul’a gideceğim, bir etkinlik var ona katılmak istiyorum diye işten bir iki günlüğüne izin istedim. Ne etkinliği bu dedi. Ya onur haftasıydı ya da başka bir şeydi, tam hatırlamıyorum. LGBT etkinliği dedim. LGBT ne ya diye sordu. Lezbiyen gey biseksüel trans diye açıkladım. Haa dedi şaşırdı, e sen ne yapıyorsun orada dedi. Böyle çok çat çat konuşan lafını esirgemeyen biriydi. Ben Kaos GL üyesiyim, Kaos gey lezbiyen derneği biliyorsunuzdur belki dedim. Ha tamam dedi ama bir tutuklaştı. Tam istediğini söyleyemedi sanki başkaları da var diye. Biraz sonra beni tek yakalayıp yanıma geldi. Dedi ki, ben böyle ilk anda şaşırdım falan, bilmiyordum o yüzden. Benim için hiçbir sıkıntı yok, yanlış anlama, negatif bir tutum sergiledim diye düşünme yani. Senin hayatın bu. Ben de zaten homofobik bir insan değilim ama şaşırdım hiç söylememiştin sen. E, dedim sormamıştınız ki. Niye durduk yerde söyleyeyim. O da hep erkek arkadaşından bahsediyorsun ama dedi. Yoo, ben hiç erkek arkadaşım demedim ki, sevgilim dedim hep. Siz bana cinsiyet sormadınız. Ben hep sevgilim diye bahsediyordum ve kadın olan sevgilimden bahsediyordum dedim. Ha, hadi ya falan dedi güldü. Orada çalışma arkadaşlarım da genelde biliyorlardı ve bir sorun yaşamadım. Hepsi değil tabi ama yakın çalıştığım arkadaşlarım. Zaten ondan sonra da Kaos’ta çalışmaya başladım. 2006-2008 arası. Aslında ilk homofobi karşıtı buluşmayla birlikte. Umut önce gelip bana sormuştu sen artık Kaos GL’de tam zamanlı olarak çalış istiyoruz, ne dersin diye. Ben de tamam dedim. Zaten Urfa projesi de bitiyordu. Tabii ki dedim, memnuniyetle. Bir buçuk iki sene civarı da Kaos GL’de çalıştım.
O 2006’daki o ilk homofobi karşıtı buluşma nasıldı? Sonra nasıl devam etti? Bir yandan lezbiyen forumu da vardı sanırım.
Evet, evet. İşte bu homofobi karşıtı buluşma dediğim gibi sempozyumun da deneyimiyle onu sürekli hale getirme isteğiyle başladı. Yine bütün organizasyonunda herkes çalışıyordu. Mesela bir video çekmiştik “Devrim beni aramadı” diye. Aslında o çok güzel anlatıyor. Homofobi Karşıtı Buluşma’yı yapacağımız ilk sene, tabii örgütleri de davet ediyoruz konuşmacı olmaları için. Onların verdiği tepkileri, yanıtları da derleyen bir video. Telefonla ben de aramalar yapıyorum, sol örgütleri, sendikaları falan. Arıyoruz, konuşuyoruz, anlatıp çağırıyoruz. Dinletip tamam biz size döneceğiz diyorlar. Bekliyoruz dönecekler diye, dönmüyorlar. Biz gene arıyoruz, dönmediniz, sizden yanıt alamadık diye. Şimdi bilmem ne sorumlumuzla konuştuk, o da şununla konuşacak, biz size tabii ki dönüş yağacağız falan diyorlar ama bir türlü geri aramıyorlar. Devrimci bir örgütten adı Devrim olan biri bize dönüş yapacaktı ama dönmedi. O yüzden videonun adı “Devrim beni aramadı” oldu. O süreçte LGBT hareketine yakın olduğunu düşündüğümüz örgütlenmelerden bile böyle bir tavır olmuştu mesela. Sanıyorum ki ilk buluşma olmasından, neyle karşılaşacaklarını da bilmedikleri bir şey ya o yüzden de gerildiler. Sonra sonra o örgütler de katılmaya başladı.
Devrim aramaya başladı yani?
Evet, evet aynen öyle. Hatta öyle bir gelişti ki isteyerek kendileri de memnuniyetle geleceklerini söyledikleri, hatta kendiliklerinden katkı sunma istekleriyle falan devam etti. Onun gelişimini görmek çok güzeldi. O uzak duruştan, şaşkınlıktan, gerçekten birlikte bir şey yapmaya yönelik güzel bir etkinliğe dönüşmesi değerli oldu.
Bir yandan 2006 senesi ilk Kadın Kadına Öykü Yarışması senesi, değil mi?
Evet.
O nasıl çıktı? Nasıl karar verdiniz? Ne yaptınız?
Aslında Kadın Kadına Öykü Yarışması fikri, bizim Kaos’ta hafta sonu yaptığımız kadın kadına sohbetlerimizden birinde çıkmıştı. O zamanlar çoğunlukla yazılı ve görsel medyada, edebiyatta, sinemada kadın kadına aşkı hep böyle depresif ya da sonunda birinin intihar ettiği ya da aileden zulüm görüldüğü kötü sonlu veya işte içeriğinde de hezeyanlarla dolu hikayelere maruz kalıyorduk ve bu bizi mutsuz ediyordu. Neden biz kendimiz yazmıyoruz dedik, çünkü gerçek böyle değil, her şey hezeyan, hüsran, drama falan değil. O yüzden kendi öykülerimizi yazalım o zaman dedik. Eğlenceli hale getirmek için de bu bir yarışma olsun diye düşündük. Bu fikri ilk ortaya atan Burcu’ydu aslında o şimdi Kanada’da yaşıyor. O günden bugüne jüri üyelerinde değişiklikler oldu ama ikimiz hiç ayrılmadık. Güzel bir karar oldu bence. Ondan sonra ilk duyurularımızı yaptık hemen. İlk, ilk öykü yarışmasına dokuz kişi katıldı. Dokuz katılımcı vardı ve bunların da ya herhalde ikisi falan aktivist değildi, geri kalanı farklı şehirlerden aktivistlerdi. Benim öyle bir yeteneğim yok, ben organizasyon ekibinde ve jürideydim. Organize den de jüri de bizdik zaten. Jüride beş altı kişiydik galiba, yine Kaos GL’den kadınlar olarak. O zaman ilk üç ödüllerinin yanında, diğer tüm öykülere de özel ödül verdik. Çünkü hem ilk yarışma hem dokuz kişi katılmış zaten ve amaç birilerini yarıştırıp rekabet yaratmak değil. Amaç görünürlük, amaç gerçekten hem kadınların yazmasını teşvik etmek hem de eşcinsel biseksüel kadın görünürlüğünü arttırmaya katkıda bulunuyor olmak. O yüzden mesela özel ödüllerden birinin adı, Yelda X Özel Ödülü idi. Sevgilisi olduğu kadının kocası tarafından öldürülen bir kadındı Yelda, haberlere konu olmuştu, onu anmak istedik. Bu çeşit atfedilen ödüller de vardı Sappho’nun Kızları Özel Ödülü gibi de. Sonraki senelerde gittikçe arttı yarışmaya katılanların sayısı. Dokuzdan yirmiye, otuza, kırka, yetmişe şeklinde sayı hep büyüdü. Buna tanık olmak da çok güzel bir heyecandı. Şöyle söyleyebilirim ki ilk Kadın Kadına Öykü Yarışması’ndaki heyecanımı her sene yaşadım. O öyküleri okurken, ödülleri kararlaştırırken, isimleri açıklarken. Öyküler geldiğinde ilk zaten rumuzla olarak okuyoruz, ondan sonra tüm ödüller kararlaştırıldıktan sonra isimleri öğreniyoruz isimleri. Her anı, her adımı ayrı bir heyecan bizim için. Sonra öyküleri kitaplaştırdık da.
Kaç yılında çıktı kitap?
İlk kitap 2009’da basıldı. İlk üç yarışmanın 2006, 2007 ve 2008 yıllarında ödül alan öyküleri kitaplaştırdık Aşkın L* Hali diye[1]. Üçüncü basımını da yaptı bu arada kitap. Hiç aktivizmle ya da Kaos GL’yle ya da LGBTİ+ ortamla alakası olmayıp da kitapçılardan ulaşıp okuyanlar da oluyordu. O da çok güzeldi bizim için.
Evet. Son olarak 2009’lara kadar geldik. 2009 sonrasında neler hatırlıyorsun? Seni mesela ne heyecanlandırıyor? Hem kişisel hayatında hem LGBTİ+ aktivizminde…
2009 mesela kişisel hayatımda düşüneyim. 2008 yazında Kaos GL’den çalışan olarak ayrıldım. Şu anda yaptığım işe, yurtdışı eğitim danışmanlığına geçtim. Kuzenim iş teklif etmişti bana. O sıra çok arada kalmıştım ama yerleşik bir iş olsun, sadece LGBT aktivisti olarak devam etmeyeyim, aynı zamanda başka bir profesyonel hayatım da olsun, orda da bir farkındalık yaratırım sonuçta diye de düşündüm. İkisini, aktivizm ve iş hayatını bir arada yürütebileceğimi düşündüm ama gerçekten çok büyük zamanımı aldı bu arada yeni iş. O ilk sene fazla iş olmadığından geçiş aşamasında, en azından 2009’da yine çok aktiftim. Mesela 2009’da Kaos GL’de tam zamanlı çalışan olmasam da gönüllü olarak hala aktif olabildiğim zamanda diyeyim, PembeMor Haftasonu[2] buluşmasını yaptık. Orada da farklı şehirlerden kadınların bir araya geldiği, bir çeşit -o kadar olmasa da- homofobi karşıtı buluşmanın küçük kadın+ versiyonu gibi bir şey yapmak istedik. Çünkü her zaman için, ne etkinlik düzenlerseniz düzenleyin kadın katılımı istediğimizden, beklediğimizden, arzuladığımızdan düşük oluyordu. Bir yerde kadınların ayrı olarak da bir arada olmaya ve örgütlenmeye ihtiyacı var, bu karma örgütlenmede onları çok daha güçlü kılıyor. Her zaman böyle düşündüm ve hala da böyle düşünüyorum açıkçası. O yüzden feminist örgütlenmelere ve kadın kadına örgütlenmelere bu anlamda her zaman bir yandan devam edilmesi yanlısıyım. O yüzden PembeMor Haftasonu’nu eşcinsel biseksüel kadınların buluşması olarak düzenlemiştik. Lambdaİstanbul’dan, Eskişehir’deki Mor El’den, Ankara’da Kaos GL ve Pembe Hayat’tan falan kadınların katkılarıyla böyle hep beraber düzenlediğimiz bir etkinlik oldu. İki günlük bir etkinlikti. Hem söyleşiler düzenledik hem workshoplar yaptık. Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme[3] belgeselini mesela izledik. O da çok güzeldi. Belgeselin hem oyuncularından hem de yapımcı ve yönetmelerinden olan rahmetli Zeliş de vardı aramızda, sonunda söyleşi de oldu. Hep beraber belgeseli izlememiz de böyle ayrı kadın kadına bir arada olmanın gerekliliğini ve mutluluğunu yaşadığımız bir deneyimdi. Herhalde benim en son çok aktif görev alabildiğim dönemlerdi ayrıca.
Son olarak 1999’dan 2018’e kadar çok geniş bir zamana tanık olan birisin. Türkiye’de LGBTİ+ hakları açısından sence neler nasıl değişti? Şu an kendini nerede görüyorsun? Gelecek ne getirecek sence?
Açıkçası son dönem LGBT Ankara’da işte etkinliklerinin engellenmesi ve benzeri yasaklar ve kısıtlamalarla biraz geriye gidiş hali gibi hepimiz için üzücü oldu. Ancak mücadele bir yandan devam ediyor. Bu engellemeler yasaklamalar kimseyi durdurmuyor. Evet birileri çıkıp bir şeyleri yasaklıyor ama her zaman olduğu gibi “yasak ne ayol” devam ediyor. Bir şekilde bir şeyleri yapmamız engellenebilir ama biz bir yerden bir yolunu bulur gene yapmak istediklerimizi yaparız. Ben buna her zaman inanıyorum. Mesela AKP’nin iktidar olduğu ilk dönemlerden bu yana çok şey değişti. Biz Kaos GL’yi temsilen bir sunum yapmak üzere, 2007’de miydi, İsveç’in Stockholm şehrinde RFSL’nin düzenlediği onur etkinliğine gitmiştik. Orada, Erdoğan geldi, İslamcı falan n’olacak şimdi LGBTİ+ların hali falan diye soruyorlardı. Biz de ılımlı İslamcılar, şeriat demiyorlar, partimize üye olmazlar ama onların da hak ve özgürlükleri var diyorlar demiştik. O zamanlardan şimdiye kadar söylem olarak tabii ki mesafe, karşı duruş vardı ama belki de Gezi’ye kadar bu kadar sert bir halini görmemiştik. Gezi, Türkiye’de genel olarak söylüyorum sonuçta feminist hareket de LGBTİ+ hareketi de bütün örgütlenmelerin etkilendiği kadar -hatta daha fazla bir yandan da- bu şiddet ve diktatörlük rejiminden nasibini alıyor. Bazen yere çakılacak gibi olsak da her zaman tekrar umutlanacak bir şey buluyoruz diye düşünüyorum. Mesela tamam Homofobi Karşıtı Buluşma’yı düzenleyemiyor olabiliriz ama birlikte hareket ettiğimiz örgütlerle yine diğer etkinliklere devam ediyoruz. Hiçbir şekilde yılmayacağız diye düşünüyorum. O zamanlardan bu yana yükselerek ve büyüyerek devam eden güçlü bir hareketiz, eskiden sadece Ankara’da, İstanbul’da bir şeyler yapılıyorken şu anda Anadolu’nun birçok şehrinde birçok LGBTİ+ örgütlenmesi var. Bu LGBTİ+ örgütlenmelerinin içinde hep kadınlar da var. Mesela aktif olarak bir şeyler yapan kadınları görmek beni çok mutlu ediyor. Kadın Kadına Öykü Yarışması’na olan talepten tutun ödül almaya gelenlere kadar hep bir artış var. Mesela, ilk zamanlarda ödül töreni sırasında ödüllerini almaya sahneye çıkmıyordu kadınlar, sonradan adreslerine gönderiyorduk ya da arkadaşına aldırıyorlardı. Şimdi gururla çıkıyorlar, kendileri alıyorlar ödüllerini. Bu da çok önemli. Görünürlük, ayakta duruş, mücadeleye inanış anlamında kesinlikle bir ilerleme var ve bu bence umudun en sağlam zemini diye düşünüyorum. Her zaman engeller çıkacaktır ama biz her zaman o engelleri kaldırmaya yönelik mücadeleyi sürdüreceğiz.
Benim sorularım bitti. Senin eklemek istediğin bir şey var mı?
Açıkçası olumlu mu olumsuz mu olduğu konusunda hem genel anlamda hem de LGBTİ+ hareketi anlamında böyle çelişkide kaldığım bir konu var. İnternet, internetin yaygınlığı örgütlenmeyi nasıl etkiliyor konusu. Belki ben internetin olmadığı zamanlardan aktivizme yelken açtığım için böyle hissediyorum. O amatör ruh, o daha güçlü ve heyecanlı bir şekilde mücadeleye inanış biraz internetle beraber, sosyal medyayla birlikte kırıldı gibi. Çünkü insanlar her şeye çok daha kolay ulaşıyor artık. İşte Montaigne’in bir sözü var: “Zorluk değer kazandırır her şeye”. Bu, benim hayat mottolarımdan bir tanesi. Bir şeyler kolaylaştıkça insanların daha bencilleşmesi ve bireyselleşmesi gibi bir sıkıntıyla karşı karşıya geliyoruz sanki. Kendini kurtarıyor insanlar biraz. Belki hareket olarak, örgütlenme olarak işimiz o anlamda biraz daha zor. Onu da gözeterek bir arada durmayı ve birlikte hareket etmeyi internet nesline de daha iyi verebilmek ve daha çok bir arada olmak gerekiyor. Artık kuşak farkı öyle benim zamanımda öğrendiğim gibi otuz yıl değil, beş yıl falan. O yüzden bu engelleri de ortadan kaldıracak şekilde yine hep birlikte devam edebiliriz.
[1] Daha sonra 2020’de NotaBene/Kaos GL ortaklığı ile 5 Ciltlik Aşkın L* Hali serisi olarak 2006-2020 arasındaki on beş yarışmada ödül olan tüm öyküler basıldı.
[2] Kaos GL haberini okumak için: https://kaosgl.org/haber/kadinlar-pembemor-haftasonunda-bulustu
[3] İzlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=qMVJISsdsQo
Etiketler: insan hakları, kadın, yaşam, tarihimizden