29/07/2024 | Yazar: Yıldız Tar
Tarihten Gizlenmeyenler’de Oya Burcu’nun 30 yılına tanıklık ediyoruz.

Express Dergisi’nin 16-23 Nisan 1994 tarihli sayısında Kaos GL’nin ilk örgütlenme çağrısı yayımlandı. 20 Eylül 1994’te ilk sayısını yayımlayan Kaos GL Dergisi 30.yaşını kutluyor. Bu kapsamda biz de 30 yıllık mücadele tanıklık edenlerin tanıklıklarına sizinle paylaşmaya karar verdik.
Tarihten Gizlenmeyenler’de Oya Burcu’nun 30 yılına tanıklık ediyoruz.
Oya Burcu seni tanıyabilir miyiz?
30 Ocak 1980 doğumluyum. Diyarbakır’da doğmuşum. Gerçi beş ay kalmışız orada. Çok fazla Diyarbakır’ı bildiğim söylenemez. Babam askerdi. O yüzden bayağı gezdik diyelim. İşte beş ay sonra Bartın’a taşınmışız. Sonrasında 6 sene Ankara, 3 sene Balıkesir ve babam emekli olunca da tekrar Ankara’ya geldik. 93’ten beri de Ankara’dayım.
Evet. Peki, ilkokulu nerde okudun bu durumda?
Benim hep böyle sonlar parçalı, yani ilkokul ve orta son başka yerde oldu. İlkokul 1, 2, 3, 4 Ankara Gölbaşı’nda, beşinci sınıf Balıkesir’de. Orta 1-2 Balıkesir’de, orta son yine Ankara’da. Ondan sonra da tamamen Ankara.
Bayağı gezmişsin. Nasıl hissettiriyordu çocukluğunda bu kadar gezmek?
Arkadaşları bırakıyor olmak üzücü. Çünkü ben çok fazla arkadaş delisi bir insanım. Annem hep şey der mesela, sen hep arkadaşlarını bizden önce tuttun, işte onları daha çok sevdin falan diye sitem eder hep bana. O yüzden arkadaşlardan ayrılması zor oluyordu. Emekli olduktan sonra babamın sivil hayata alışması da zor oldu. Çünkü ben lojman çocuğuydum. Hep böyle belli bir kutu içinde denilebilir, çok fazla dışarıyı bilmeden yaşadık. Okul lojman içinde falan. Belki Balıkesir’de biraz daha şehir ama Balıkesir de zaten küçücük bir şehir, bir tane iki tane caddesi var falan. O yüzden babam emekli olduktan sonra -bir de Ankara büyük bir şehir daha önce yaşadığım şehirlere göre- ona alışması biraz zor oldu. Orta sonda biraz depresif bir çocuktum.
Peki biraz daha çocukluğa yine geri dönersek asker çocuğu olmak nasıl bir şeydi? Hem bu kadar gezmek hem lojmandan bahsettin…
Evet. Aslında eğlenceliydi. Benim ailem görece daha rahattı. Lojmanda olunca da daha güvenli olduğu için istediğin zaman dışarı çıkıyorsun. Öyle akşam dışarı çıkmak sorun olmuyor yani. İstediğin zaman arkadaşlarınla vakit geçiriyorsun. Lojmanda her şey oluyor. Spor yapabiliyorsun, istediğin gibi arkadaşlarınla geziyorsun tozuyorsun. Gazinolar falan oluyor, oralara gidip eğleniyorsun. Gölbaşı’ndaki Bayrak Garnizonu, yüzme havuzu, botanik parkı falan olan bir yerdi. Tatil köyü gibiydi orası, aslında o yüzden zevkliydi. Sadece şey, yasaklar biraz ...
Ne gibi yasaklar?
Mesela çimlere basmak yasaktı bayrak garnizonunda. Çimlere bastığın zaman inzibatlar peşinden koşturuyor düdük çalarak. Çimlere basmak yasak diye böyle kaçıyorduk falan ama o bile eğlenceliydi. Yasaklar var, yasakları çiğniyor olma hali eğlenceli. Onu bile oyun haline getirebiliyorduk. Bisiklet kullanmak yasaktı. Mesela benim en çok üzüldüğüm şey o. Ben bisiklet kullanmayı çok arzuluyordum ama Balıkesir’e taşınana kadar Bayrak Garnizonu’nda bisiklet kullanmak yasaktı. Çünkü-işte asker mantığı- bir çocuk, bisiklet kullanırken araba çarpmış ölmüş.
Yasaklardan bahsediyordun. Bir yandan hem lojmandaki yasaklar. Ama o dönem Türkiye nasıldı? 80’ler, 90’lar hatırlayabildiğin kadarıyla nasıl bir ülkeydi?
Lojmanda yaşayınca biraz izole de oluyorsun. Baban askerse çok bir şey oluyorsun, mesela evde siyaset konuşulmazdı bizde. Annem Atatürk milliyetçisi, öğretmen. Baba asker, seçimlerde kime oy verdiklerini söylemezler. Annem CHP’li zaten hep öyleydi ama babam mesela asla konuşmadı, emekli olana kadar siyasi görüşünü hiç bilmedim. Zaten çok fazla gördüğüm de söylenemez. Asker olduğu için onların nöbetleri falan oluyor. Sabah benden önce çıkıyor, akşam nöbete kalıyor. Hafta sonları, pikniklerde falan görüyoruz. Zaten 80 benim doğduğum yıl, ondan sonra bebeğim Bartın’da geçirdiğimiz senelerde. Babam emekli olduktan sonra onu da fark ettim, sonrasındaki yıllarda da gerçekten izole büyümüşüm. Biraz dünyadan bihaber büyümüşüm. Öyle olması istenmiş belki. Türkiye’de ne olup bitiyor, dünyada ne olup bitiyor değil de her şey yolunda, her şey güzel, bir sorun yok falan gibi. Ha tabii ki baş mesele güneydoğudaki terör… Terör var ülkede, işte Türk askeri onla savaşıyor. Ben de öyle diye biliyorum. Bunu sorgulayacak bir şeyim de olmadı. Gerçekten de bulunduğum ortam, ailem görüşleri itibariyle bizim evde konuşulanlar hep güneydoğuda terör olayları, teröristlere lanet yağdırmak şeklinde geçiyordu.
“Sadece cinsel yönelim olarak değil, toptan belli bir reddediş, bir isyankârlık durumu varmış”
Peki cinsel yönelim meselesine gelirsek heteroseksüellik dışında bir cinsel yönelimin var olabileceğini ilk ne zaman fark ettin? Mesela ilk ne zaman karşılaştın? Ailenizde konuşulur muydu ya da başka başka örnekler var mıydı çevrende?
Ailede aslında hiç konuşulmadı. Benim geçmişimde bir şey var ama bu cinsel yönelim veya cinsel kimlik sorgulaması şeklinde hiç geçmedi. Ben şunu biliyordum mesela, dört yaşıma kadar erkeğim demişim, adım Ali, benim küçük bir pipim var şeklinde. Annemler ben büyüyünce tabii bunu bana anlattı ya da muhtemelen başkalarına da anlatıyorlardı gülerek işte ben zaten erkek Fatma’yım ya, zaten bu küçükken dört yaşında ben erkeğim de diyordu falan filan diye. Babam mesela gayet radikal bir çözüm bularak beni bir sünnet düğününe götürüyor. Aslında önce psikoloğa götürüyorlar, pardon. Psikolog diyor ki sizin suçunuzdur. Kız gibi davranın, etek giydirin, o zaman kızım diyecek falan diye. Böyle bir şey imkânsız çünkü ben etek giydirmek istediklerinde ağlıyorum falan filan. “Kızım” dediklerinde bağırıyorum çağırıyorum, “Ben kız değilim, ben erkeğim, adım Ali” şeklinde. Hatta esmer değilim sarışınım da diyorum, sadece cinsel yönelim olarak değil, toptan belli bir reddediş, bir isyankârlık durumu varmış. Ondan sonra işte sünnet düğününde babam izlettiriyor olayı ve diyor ki sen erkeksen sana da bu olacak. Ondan sonra bir daha erkeğim demiyorum ben korkudan ama erkek Fatmalığım devam ediyor tabii ki. Kendimi bildim bileli şuna da isyan ettim, onu hatırlıyorum. En küçüklüğümden itibaren mesela abim bana su getir dediğinde “ben niye getiriyorum, kalk sen kendin al” derdim ya da babamla annem arasında bir şey olduğunda böyle hep annemden taraf olduğumu çok iyi hatırlıyorum. Hatta abim anneme bir şey buyurduğunda işte sen niye kendin yapmıyorsun diye kızardım. Annem benden bir şey istediğinde niye abimden de istemiyorsun diyordum. Böyle bir eşitliksizliğin farkında olma ve ona dair bir isyan içinde olma durumumu hatırlıyorum ama cinsel yönelimimi keşfetmem, lise 2’de aslında. O da dershanedeki bir kıza karşı “erkeklere hissetmem gereken şeyleri” hissedince kafamda sorular oluşuyor şeklinde. O zamana kadar hiç aklıma gelmemişti açıkçası.
Yine daha öncesinde çocukluğunda lojmanda erkek Fatma olmak nasıl bir şeydi? Mesela arkadaşların nasıl davranıyordu sana, çevrendekiler? Hatırlıyor musun?
Aslında gayet olumlanan da bir şeydi. “Erkek gibi kız” gibi bakıldığı için çok da böyle dışlanma gibi olmuyordu. Ben de bundan rahatsız olmuyordum, ne zamana kadar, böyle ortaokulda işte regl olduğumda biraz daha böyle kadınsal konular başladı falan, o zamanlarda aslında ben önce bedenimi sevmeye başladığımı fark ettim. Memelerim çıktı, regl oldum falan. Hatta 17 Ocak’ta ilk regl olduğum günü, “ilk kez kadın olduğum gün” diye onu takvime kaydediyorum benim için önemli bir gün o falan diye böyle. Ondan sonra işte hareketlerimden dolayı “erkek misin”, “bu erkeğin yapacağı iş” falan dediklerinde, artık kızmaya başladım. Niye erkek yapsın? Kızlar da yapar. İşte erkekler öyle oturur diyenlere “hayır, kızlar da böyle oturur”. Bunu yapınca erkek mi oluyorum? İşte niye öyle konuşuyorsun? İşte kızlar öyle konuşmaz. Kim diyor kızlar öyle konuşmaz diye? Böyle kavgalı diyaloglarım oluyordu. Arkadaşlarım arasında benden korkulduğunu, erkeklerin benden korktuğunu hatırlıyorum doğal olarak. Mesela yakın bir arkadaşım vardı erkek. İşte Burcu senden hoşlananlar falan oluyor, güzel kızsın ama yanına yaklaşamıyorlar, bir şey diyemiyorlar sana falan demişti. Niye diyemiyorlar ya dedim. Ne bileyim, dövecek gibi bakıyorsun onlara falan dedi. Allah Allah korkuyorlarsa gelmesinler, bana ne falan diyordum ama mesela cesaret edip gelenler oldu, işte çıktığım erkekler oldu falan böyle. Kız arkadaşlarımın böyle yeni yeni böyle cinselliği keşfettiği ortaokulda mesela öyle şeyler hatırlıyorum. İşte şu şunla şunu yapmış, bu bunla bunu yapmış falan gibi şeyler konuşulurdu. Ben de öyle çok bir merak yoktu ortaokul yıllarımda. Benim biraz daha lisede herhâlde kendi cinsel merakımla mı birlikte… Aslında cinsel yönelimimi de cinsel merakla keşfetmedim. Direk aşkla keşfettiğim için öyle bir değişik oldu…
Lise ikide âşık oldun?
Aslında o hiç bilmiyordu, platonik olarak takılmış oldum. Çünkü ben korktum. Dershaneden bir kızdı. Şunu fark ettim, dershaneye gitmeyi dört gözle bekliyorum, niye çünkü onu göreceğim falan. Aynı sınıftayız ve sandalyemi ondan tarafa doğru çeviriyorum, ama tahta öbür tarafta. Ben yan oturup onu izliyorum, arada tahtaya bakıyorum şeklinde. Onu gördüğümde böyle kalp atışlarım hızlanıyor, ağzım kulaklarıma varıyor falan. İşte sürekli onun hakkında bir şeyler soruyorum. Kimseye burcunu falan sormam normalde, işte burcun ne, baban n’apıyor, sen n’apıyorsun diye hakkında daha çok şey öğrenmeye çalışıyordum. TRT Çocuk’ta haber sunuyordu salı günleri, heyecanla gidip oturup onu izliyordum hayranlıkla ama hiçbir şekilde ona belli etmedim, söylemedim yani. O da anladı mı bilmiyorum, sonuçta onunla ilgili her şeyi çok merak ediyorum, sürekli ona bakıyorum falan ama zannetmiyorum. O dönem tabii ki bu duygular beni zorladığı için “n’oluyor, böyle şeyleri benim erkeklere hissetmem gerekmiyor mu, neyim ben falan diye günlüğüme yazıyorum o dönem. En çok günlük tuttuğum dönemler zaten ortaokul ve lisenin bir kısmı. Orda “acaba ben l…..miyim” diye yazıyorum. Nokta nokta olarak yazıyorum çünkü işte lezbiyen yazarsam kabul etmiş olabilirim daha belli olmadan yazmayayım bunu ben falan diye düşünüyorum ama o gün günlüğüme yazdığımda şunu fark ettim ki ben bir diyalog istiyorum. Günlüğüme de şöyle yazdım, “sen bana hiç cevap vermiyorsun, ben birini aramalıyım, bana birileri bir şey söylemeli”. Lise ikideyken aynı servisten olduğum bir arkadaşımı aradım. Ben sana şimdi günlüğümü okuyacağım, lütfen hiç yargılamadan sonuna kadar dinle dedim. Tabii ben günlüğün en sonlarında ağladım falan filan. Ondan sonra bana bir kızdı, ya Burcu, benim ödümü koparttın, kötü bir şey oldu zannettim, bu muydu falan diye. “Lezbiyensin ya da biseksüelsin ne fark eder” dedi. Günlüğün en sonunda öyle yazmıştım da, acaba lezbiyen miyim yoksa biseksüel miyim falan diye. Ne fark eder canım ya, neysen nesin, bu da sorun mu falan dedi bana. Korkuttun beni falan yaptı. Ha, sorun değil mi? Peki o zaman falan. Tabii canım, sorun değil, sen oluruna bırakacaksın, neysen ortaya çıkar zaten dedi. Çok şanslıydım. İlk konuştuğum insandan böyle bir tepki almış olmak gerçekten büyük bir şans. O bana öyle söyleyince işime de geldi, tamam o zaman oluruna bırakayım ben şeklinde. Ayrıca şöyle bir şey de oldu, aynı dönemde lise ikideki başka bir kız arkadaşım bana yazmaya başladı alenen. N’oluyo ya falan dedim böyle. Yanıma geliyor, benim hakkımda sorular soruyor, üniversitede nereye gideceksinler, spor derslerinde beden eğitimi derslerinde yanımdakini ittirip böyle benim yanıma sıkışmalar bilmem ne… Sen nereye gideceksen ben de oraya gideceğim üniversite sınavında orayı yazacağımlar falan. Ben de en sonunda “n’oluyo sana” dedim, “O sana bir şey mi söyledi?” diye sordum çünkü benim açıldığım arkadaşımın en yakın arkadaşı. “Hayır kimse bana bir şey söylemedi, gece rüyalarıma giriyorsun, ben sana âşık oldum” falan dedi. Bir şekilde inandırıcı gelmiyordu, biraz da dengesiz bir kızdı kendisi. Ondan sonra dedim benimle dalga geçiyor herhalde bu. Dedim ben oluruna bıraktım, zaten üniversite sınavına da çalışıyorum, böyle şeyleri düşünemem şu an, biz dost kalalım falan. O yaz duygularımı daha çok sorguladım. Sonunda cesaretimi toplayıp onu aradım o da öyle bir şey hissediyorsa onla konuşayım falan diye. Bu böyle beni tersledi, ne konuştuğumu anlamıyor havalarına girdi kapattı telefonu suratıma. Okula dönüşte -lise sondayız artık- ben bir erkekle yattım artık bakire değilim dedi. İyi dedim, hayırlı olsun, napayım… Böyle kendim gibi birini bulma isteğimden dolayı ona soruyordum zaten ama o da olmadı. Zaten o dershanedeki kıza da hiçbir şekilde açılmıyordum. Gerçekten de üniversite sınavına yoğunlaşayım, dur bakayım ben çok bu işlerle kafamı yormayım falan diyerek üniversiteye kadar bekledim biraz aslında. Tabii şöyle küçük küçük şeyler söylemeye başladım etrafıma: İşte ben hümanistim, aşkın cinsiyeti yoktur. Neden erkek veya kız olmak zorunda ki… Herkesi sevebiliriz, herkese aşık olabiliriz. Belki de ben biseksüel olabilirim falan diye küçük küçük açılmalara başladım arkadaşlarıma lise bitmeye yakın. Bu söylediklerim herkesin ilgisini çekiyordu falan ama benim gibi hisseden ya da hissediyorsa da ben de öyle hissediyorum diyen olmadı o süreçte. Üniversiteye geldiğim zaman, bir de Sosyoloji olunca tamam dedim, bende ışık yandı. Üniversite birinci sınıfın ikinci döneminde aldığım bir dersin hocası, konusunu kendiniz seçeceğiniz sembolik bir saha çalışması yapın dedi. Odasına gittim, ben dedim eşcinselleri araştırmak istiyorum hocam. O da dedi ki bu sembolik bir araştırma, konu geniş olduğu için sen sadece lezbiyenleri araştır bence. Tabii olur, siz nasıl isterseniz dedim. Öyle başladı işte Sappho’nun Kızları’yla tanışma serüvenim.
Bu yazı, Türkiye Avrupa Vakfı’nın yürüttüğü SAHNE projesi kapsamında Avrupa Birliğinin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla yazarın sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.
Etiketler: insan hakları, yaşam, tarihimizden, sahne projesi