15/11/2024 | Yazar: Yıldız Tar
Tarihten Gizlenmeyenler’de Özgür Azad’ın tanıklığını dinliyoruz.
Express Dergisi’nin 16-23 Nisan 1994 tarihli sayısında Kaos GL’nin ilk örgütlenme çağrısı yayımlandı. 20 Eylül 1994’te ilk sayısını yayınlayan Kaos GL Dergisi, bu sene 30.yaşını kutluyor. Bu kapsamda biz de 30 yıllık mücadeleye tanıklık edenlerin tanıklıklarını sizinle paylaşmaya karar verdik. Tarihten Gizlenmeyenler’de Özgür Azad’ın tanıklığını dinliyoruz.
Önce çok klişe soruyla, seni tanıyarak başlayalım. Kimsin, ne zaman hangi şehirde doğdun?
Kimim? Akdeniz doğumluyum. 79 yılında doğdum. Ailem kademeli göç etmiş. Türkiye gibi hani köyden kente, oradan tekrar başka kente göç etmiş insanlar. Ben de İstanbul’da hayatımın büyük bölümünü geçirdim çok küçük yaştan itibaren. Genelde Şişli çevresinde.
Çocukluğunda Şişli nasıl bir yerdi?
Güzeldi. Çok rahattı. Yani hem İstanbul genel olarak belki daha rahattı ama Şişli özellikle pek kriminal olmayan, çok güvenli, gece 1’de hala sokakta, 80’lerde oynayabildiğimiz bir rahatlıktaydı. Sosyal olarak da rahattı genel olarak. Tabi ben azınlıkların azınlığı olduğum için farklı açılardan bu rahattı dediğimiz zaman biraz tuhaf olabiliyor tabi. Her kesim kendini çok rahat görebiliyor. O dönemin daha beyaz Türk ya da daha belli kesimleri çok rahatken paralel olarak farklı rahatsızlıklar ve zorluklar aslında olabiliyor. Ben de Alevi-Kürt bir lubunya olarak rahattık ama mesela küçükken de Aleviliğimden dolayı aslında çok küçük yaşta bile hani ailemin hani çaktırmayalım bunu çok fazla bu bilgiyi gizleyelim dediğini hatırlıyorum. Çünkü daha Beyaz Türk seküler bir semtte henüz 90’lardan sonraki bunların daha rahat konuşulabildiği durumlar da olmamıştı. Kürtlük zaten daha çok anlamadığım, geç yaşta anladığım bir şeydi. Hani Sivaslı olmak işte Trabzonlu olmak gibi… Sonra idrak ettim, idrak ettirdiler daha doğrusu. Yani mutlu bir çocuktum aslında küçükken. Ailem sağ olsun. Belli bir yaşa kadar onlar da mutluydular. Sonrasında biraz durum değişse de ailevi olarak, mutlu bir çocuk olarak hayata başladım. Şanslı kabul ediyorum o anlamda kendimi de. Tabi çok küçük yaştan itibaren aslında bir farklılık olduğunu, bir tuhaflık olduğunu anlamaya başladık. Başladık diyorum çünkü aslında herkes başlıyor. Ailen, çevren, herkes. Naif bir çocuktum hep. Aile de zaten hiç böyle saldırgan falan yetiştirtmeyince o alevi hümanizmi içerisinde.
Tabi negatif yanlarını da yaşadım. Bir yandan hep böyle hani sen naif oldukça üzerine gelinmesi durumu. İlkokul kısmen tabi yine rahattı. Unisex olunduğu için ilkokulda, kızlar erkekler arası çok göze batmayabiliyordu ama ilkokul sonrası… esas kâbus ortaokulda başladı benim için.
Nasıl bir kâbus mesela? Arkadaşlarından mı tepki mi alıyordun veya…
Evet. Yani özellikle oğlan çocukları artık yani sırf küfretmiyorum diye bile onların gözünde tuhaftım. Bir dönem küfretmeye falan çalışıyordum tuhaf gelse de bana. Yani hep gösteriyordum o ibneliği. Tabi çok ne olduğu da konuşulmuyordu ama ortaokulda başlamıştı hani ibne, kız gibi, karı kılıklı şeyleri, tacizler. Orta son benim için çok yoğun, travmatikti. 15 gün 20 gün okuldan kaçtım. Ailemden gizli…
Neden kaçmıştın?
Okula gitmek istemiyordum bu baskılardan dolayı. Aileme de anlatamıyordum, yardım isteyemiyordum. Öğrendikleri zaman yine söyleyemedim gerekçesini ve baya bir onlardan azar işittim. Yani okuldan kaçmışım muamelesi gördüm, hâlbuki çok başka bir durum vardı. Ortaokul bitince daha mutlu oldum. Lisede de çok süper değildi ama işte bir an önce işte bitsin, okuyayım, okuma hevesim vardı, isteğim vardı. Hep izoleydim yani. Teneffüslerde dışarı bile çıkmazdım yani. Sınıfta camdan dışarı bakardım falan böyle, pastoral. Bahçeyi falan izlerdim zaten sevdiğim için. Lise dönemi içimde biraz ukdedir tabi, o olması gereken sosyalleşme ne bileyim işte bir beğendiğim tabi ki hoşlandığım birisine açılabilme, flört etme. Bunları hiç yaşayamadım. O lise aşkı kafası hala ya bende hep o yüzden devam ediyor. Yani birisiyle âşık olduğumda sevgililik moduna girdiğimde hep böyle aptal, liseli ergen âşık tripine giriyorum, bazen farkında bile olmadan. Çok içimde kalan bir şey. Acı bir şey aslında yani. Üniversiteye girdim.
Üniversitede İstanbul’da okudun.
İstanbul’da okudum. Üniversite sona kadar hala cinsel hayatım yoktu. Lisedeyken biseksüel olduğumu sorgulama sürecinde düşünüyordum. Tabi rol-modelsiz kuşağız biz. Bir ben bir Zeki Müren kuşağı. İnternet yok bir şey yok. Hani bunu araştırabileceğim bir yer yok. Arada böyle bazı dergi ve gazetelerde abuk subuk 80’lerin 90’ların formatında ibne haberleri çıkardı. Ha biliyordum işte, ben evet, ben de sanırım bunlarla bağlantılı bir şeyim ama neyim…
Nasıl haberlerdi hatırlıyor musun? Neden bahsediyorlardı?
80’lerde hatırlıyorum. Çok kazara hani gördüğüm bir şey o. İşte “şorololar” falan gibisinden. Sonradan tabi günümüzde şimdi bu geçmiş gazete falan örnekleriyle daha iyi hatırlıyorum onları. İşte şorololar, nonoşlar falan şeklinde, işte dönmeler diye. 80’lerin o değişik dünyasında zaten fantastik isimlendirmeler vardı. 90’larda biraz daha artık böyle hani eşcinsel falan kelimeleri; homoseksüel, daha doğrusu işte homo’ya dönüştü bunlar. Aktüel, Tempo vardı çok meşhur. Kapak olurdu hatta yani zaman zaman. Oralarda mesela yazı dizileri olurdu. Röportajlar olurdu böyle işte bir gey bulurlardı, Taksim’de, genellikle işte böyle fonda, onun işte gezme fotoğrafları falan. Ben de tabi yani hem hala çekinerek hem böyle kaygıyla, biraz korkarak. Çünkü o kadar kriminal ve o kadar şey yansıtılırdı ki. Hep böyle çünkü hayatları sersefil, hep başlarına ilerde kötü bir şey gelecek, ya da mutsuz olacaklar diye aslında ciddi de bir şantaj ve mesaj vererek, benim gibi muhtemelen genç ibnelere. O kaygılarla okurdum. Yine de ama çok büyük bir şeydi tabi ki yani vahaydı onlara ulaşmak bile, o bilgilere. Üniversiteye geldim. Ama o arada asıl kurtuluşum, benim kişisel hayatımda ve tarihimde çok önemlidir. Lise sonlarda artık daha anarşizan fikirleri seviyordum. Sol bir aileden geliyorum format olarak da. Daha böyle özgürlükçü, daha tahakküm karşıtı, her türlü özgürlüğün de önemsendiği bir kafa yapım vardı ve bunu da savunuyordum. Anarşist birkaç dergiyi sanırım almaya başlamıştım, fanzin tarzı, Taksim’de bulduğum. Üniversiteye başladığım ya da sanırım başlayacağım yıl, biraz şeyi karıştırıyorum, oradaki o dergilerden birinde şeyi gördüm. Kaos GL’den Yeşim ve Ali’nin iki yazısı vardı. Hep söylerdim yani sonradan ki bu arkadaşlarla, Yeşim’le özellikle, tabi aynı hem yoldaş oldum hem arkadaş hem dost oldum. Hep ona böyle söylerdim. Yani çok önemlisin sen bu anlamda da benim için diye. Onların yazıları çok güzel geldi tabi ve Kaos GL’den de haberdar olup, yaşasın! Bulmalıyım ben bunu dedim.
Kaç yılıydı, hatırlıyor musun?
98’de ilk aldım ama Kaos GL’den 97’de haberdar olmuştum sanırsam. Evet, 97’de haberdar oldum ama o bile çok büyük bir adım. Satıldığı yerleri öğrendim zar zor bir şekilde. Birkaç kitapçıda Taksim’de. Ama gidip oradan almak bile inanılmaz benim için şeydi yani, korkutucu bir şeydi. Beyoğlu Sineması’nın altında Pentimento’ydu galiba kitapçısı, en ücrada olanı seçip, yine birkaç kez gidip işte kitapçı dolaşıp, kitaplara bakıp, orda Kaos’u görüp, uzaktan izleyip alamadım. En son bir gün artık cesaretimi topladım. İşin komiği sanırım kitapçıda çalışan çocuk da lubunyaydı. Bir gün cesaretimi toplayıp artık ve kasım aralık 98 sayısıydı. 97 sayısı da şeydi ama o sırada onu hep kapaktan görmüştüm, Matthew Shepard’ın ölüm haberinin olduğu ki benim için de çok sarsıcı yine ilk olaylardan birisidir. 98 sayısını ilk almıştım. Sonradan tabi ilk okuduğumda muhteşem bir şeydi. Eve gittim, saatlerce. Hem bilgilendirici yazılar. Daha güzel olan işte böyle kişisel hikâyelerini anlatan, koli hikâyelerini anlatan, muazzam bir şeydi yani benim için çok erotik bir şeydi. Aynı zamanda böyle kurtarıcı bir dünyaya girmiştim. Sonradan hemen geriye dönük sayılarını da alarak hepsini mümkün olduğunca ve her ay düzenli alarak, sonrasında yıllar boyu Kaos aldım. Sonra tabi Kaos’ta. Lambdaistanbul’dan haberdar oldum. Lambdaistanbul’u daha önce duymuştum Habitat döneminde, televizyonda görmüştüm aktivistlerin röportajı gibi bir şeyden. Kaos GL’den haberdar olduktan sonra karar verdim ki üniversiteye de başlamıştım. Gideceğim, hem tanışmak, ilk defa kendimden başka biriyle ve aynı zamanda da ben de bunun için uğraşacağım diye direkt aktivist olacağım. Bilmiyorum tabi o zaman nasıl bir şey yapılıyor, ne ediliyor. 2000 yılındaydı. Hatta şeyi görmüştüm. Güztanbul. O dönem işte Bahar Ankara, Güztanbul. Güztanbul’un afişini görmüştüm bir rockbarda. Ama adres yoktu, şey yoktu. Böyle bir-iki gün aradık. Kız kardeşime de ben açılmıştım öncesinde zaten. Çok yakınım, dostumdur,
Hani yani yaşıt olarak. Kendim cesaret etmediğim için ona da söylemiştim hani benimle gel diye. Bir şekilde bulduk ama yani pazar günü artık etkinlik bitmişti. Biz gittik etkinlik bitmişti. İşte sohbet eden kişiler vardı. Dediler bitti. Ama haftaya gelebilirsin, her Pazar toplantı yapıyoruz. Tamam dedim. Haftaya bu sefer kardeşim olmadan tek başına erkenden gittim. İlk giden bendim galiba hatta. O dönem bir vakfın toplantı salonu kullanılıyordu. Gittim beklemeye başladım. İnsanlar geldi. İşte önce sohbet toplantısı oluyordu o dönem ilk toplantı, işte herkesin içini döktüğü, dertleştiği, bir şeylerin konuşulduğu. Tabi o da acayip bir şeydi benim için. Translar var, geyler var, bir tane arkadaşı böyle sivil polise benzetmiştim. Değil diyordum ama, yani tipine falan diye… Kafamda hala şeyler vardı tabi, o stereotip o aralar.
Ne konuşuluyordu o toplantılarda?
Valla güllüm de yapılıyordu, işte insanlar sorunlarını da anlatmıştı. Şiddetle ilgili o dönem yine sanırım gündeme gelmişti. Gündelik hayattaki bazı sorunlar. Neler yapabiliriz üzerine insanlar hani fikir alışverişi yapıyordu. Madileşmeler de oluyordu. Yani hepsini ilk toplantıdan gördüm, deneyimledim. Çok, o da benim için hani güzel bir şeydi. Tabi hani konuştum da sanırım ben. Söz aldım. Konuştum hani. Şeyimi de söylemiştim. Derdimi, niye geldiğimi. Sonra ikinci toplantıda teknik toplantı denirdi o zamanlar. İşte böyle daha küçük bir grubun kalıp aktivist şeyleri konuşacakları. Ben ona da kaldım. İlk haftadan zaten başladım hemen. Bir grup, bir yerde görev de galiba almıştım ufak bir şey hani ucundan. Sonrasında sürekli artık daimî 10 yıl, 2010 yılına kadar hani faal bir şekilde, arada küçük birkaç aylık kopmalar olsa da katıldım ve hayatımın en büyük hani okulu derim hep. En beni ben yapan, kendimle barıştığım, hayatım için mücadele ettiğim, yani Türkiye’deki LGBT topluluğu içinde bir şeyleri, bizden önceki birçok insanın yıllar boyu hani başlattığı ettiği, böyle adım adım taş koyduğu şeyleri, hani benim de tuzum oldu. Çok bundan hep gurur duyarım. En çok bana oldu tabi yani katkısı. Çok büyük değişimler yaşadık tabi yani o 10 yıl, sadece 10 yılda bile.
O dönem Lambda bir yandan yer arıyor değil mi? İlk yeri ne zaman tutmuştunuz?
İlk zamanlar yer bile ayıramıyordu çünkü yani şey bir gruptu. Çok böyle bütçesi olan, çok şey olan bir grup değildi. Vakfın toplantı salonu kullanılıyordu, onun dışında da hafta içi işte aktivistler işte kafede, orda burada, evlerde. İşte alt gruplar vardı. Çalışma şeyleri. Onları yapıyorlardı. Bir yerden sonra artık tabi şey konuşulmaya başlandı. Yani bize ait daimî bir yerimiz olsun. İnsanlar hani sadece pazar günü gelebilen ya da pazar günü ile sınır değil, her hafta gelebilecekleri, içlerini dökebilecekleri, sosyalleşebilecekleri bir mekân olsun ihtiyacı da tabi çok arttı. Ona yönelik araştırmalar yapıldı. Ki galiba şimdiden bakıyorum, o dönem daha kolay galiba bulmuştuk. Hani zorlanmıştık ama yine de bugüne göre sanırım yani o 2000’lerin başı 2000’lerin ortalarına kadar güzel bir dönemdi. Türkiye için de gerçekten. Taksim için de her anlamda.
İlk yer Terkos Pasajı’nda mıydı?
Evet. Terkos pasajında. Terkos pasajının sonundaki bir binada bir daire tutuldu. Tek bir salonu olan, hatta mini de bir odası olan bir mekândı. Sonra bir yıl sonra kadar diğer daha büyük üst kata çıkıldı. Daha kullanım alanları geniş olan. Birkaç yıl orda kaldık. Sonrasında İstiklal’in daha yukarılarına taşındık. Daha, biraz ulaşılabilir oldu küçük bir mekân olsa da. Çok büyük şeyleri de hamleleri de yaptığımız dönemlerdi aynı zamanda bunlar. Mekânın tabi çok büyük işlevleri oldu, hareketsel anlamda, uygulamalar anlamda da. Tabi sürekli bir yandan da işte Kaos’la, diğer zaman zaman çeşitli şeylerde kurulan gruplarla hep temas halindeydik. Ortak etkinlikler, ya da birbirimizi işte gazlama. Biri bir şey yaptığında diğeri de ona örnek olurdu. O yapınca zincirleme, yani o kartopu şeyini görmüş olmaktan çok mutluyum ben, o dönemi.
Tamam kartopunda sanırım 2002’de İstanbul 1 Mayıs’ı.
Evet. Kaos GL ilk 1 Mayıs’a çıkmıştı. 2000’de. Çok sevinmiştik çok böyle güzel olmuştu. Hatta 2000, o sene miydi yine bizim iki arkadaşımız da galiba yanlış hatırlamıyorsam onlar da katılıp broşür dağıtmıştı galiba. Karıştırabiliyorum hani o bir-iki yıllık şeyleri. Çok sevindik tabi. Biz de güç aldık ve hani seneye mutlaka katılmalıyız diye. 2002’de arkadaşlarımız katıldı. Sonra 2003’te artık dedik yani grup olarak, görünür olarak. Üniversite öğrencisiydim. O dönem daha rahattım. Şapka mapka takardık. Bazen şapkayı da umursamazdık. Gözlüğü de umursamazdık. Önemli değil moduna giriyorduk yani o gazla. Çünkü bir şey yapmalıydık. Kim yapacak? Hani birileri işin ucundan tutmazsa diye. Çoğumuzun kaygıları da olsa hala, öğrenilme, açık değildik hepimiz. 2003’te daha kalabalık bir grup olarak Çağlayan’da 1 Mayıs’a katılmıştık. Çok tabi, inanılmaz bir şeydi, hazdı. Ve aynı yıl zaten işte ilk İstanbul’daki yürüyüşü, Onur Yürüyüşü’nde o 1 Mayıs’ın da gazı ve deneyimiyle oluşturup, yaptık.
O ilk Onur Yürüyüşü nasıldı? Hazırlığı, yürümesi?
Tabi çok heyecanlıydık. Onur Yürüyüşü, işte yurtdışındaki şeyleri de görüp, takip edip. Yani şunun farkındaydık. 1 Mayıs’a evet katıldık bir grup olarak ama 1 Mayıs yine de çok karma ve korunaklı bir alandı yani ama biz ilk defa LGBTİ+’ların kendilerinin tek başına ve sadece kendi en azından varoluşuyla ve sesiyle çıkacak olan bir şey olarak Onur Yürüyüşü daha önemliydi. Yine o dönemde temas halinde olduğumuz işte anarşist, anti militarist, solcu, feminist kesimlerden insanların da bize desteği ve yürüyüşe katılımıyla, yaklaşık 40 kadardık falan, tam sayıyı da bilmiyoruz. Terkos’taydık. Terkos’tan yola çıktık. İşte dövizlerimiz, şeylerimiz. Polis bir yürütmek istemedi. Zaman zaman işte indirip kaldırıp, indirip kaldırıp böyle… yürüyüşü yine yapmıştık İstiklal’de aslında. Ve hatta bu sokağın girişinde, Mis Sokak girişinde basın açıklamamızı da yaparak. Tişörtler yaptırmıştık o dönem, onları giymiştik hatta böyle.
Ne yazıyordu üzerinde tişörtlerin?
Koyunlar vardı. Hepsi bir yöne gidiyordu. Bizim renkli, 6 renkli olanlar da ters yöne gidiyordu. O tişört hala duruyor bende. Şimdi giremem içine muhtemelen. Berkay yapmıştı galiba, ismini şey yaptım ama. Tabi çok inanılmaz güzeldi. Basına çıktık. Hatta şöyle bir komik bir şeydir. Kuzenim, sonradan öğrendim, açıldığım bir kuzenim beni o televizyondaki şeyde ben de çıkmışım, görünmüşüm, beni orda görmüş mesela. Bana sonradan söylemişti. Tabi çok ses getirmişti o zaman. Önemli bir şeydi. Sonrasında işte her yıl devam ettirdik. İlk birkaç yıl oturana kadar, mesela 250 kişi yürüdük galiba ikinci yıl. O gazla şeyle. Tamam dedik artık, yaptık! Oldu diye. Üçüncü yıldı sanırım. Rehavete katılınca mesela 15 kişi falan sadece toplanabilmiştik 20 kişi. Zaten hep öyleydi. Basın açıklaması şu bu herhangi bir şey yapacağımız zaman o dönemler yani böyle 5 kişi 10 kişi bir araya getirebilecek miyiz, çekinmeden, şey olmadan toplanabilen insan diye yüzlerce kişi yarattık hatta. E çok kısa bir sürede sonradan yani bugün günümüzde işte yüzlerce sosyalleşebilen, açılabilen, aktivizmini yapabilen insanlar var hani ne mutlu ki. Çok uzun bir süre değil aslında yani bahsettiğimiz. Ben hep umutluydum o zaman da çok kısa sürede ivme yakalayacağını tahmin ediyordum. 2007’de işte 1000 kişi yürüdük yani. 2003’ten 2007’ye çok kısa bir sürede 1000 kişiye ulaşmıştık. O ilk muazzam bizim kafayı sıyırdığımız tabi yürüyüştü yani. Hepimiz aptal olmuştuk. Aptala dönmüştük. Çok büyük güç almıştık. Her Onur Yürüyüşü’nde de öyleydi. Şeyi çok iyi hissediyordum. Yani her sene tazelendiğimizi, güçlendiğimizi. Özellikle hani dikkat ediyordum, temas halinde de oluyordum. Türkiye’nin küçük şehirlerinden, kasabalarından, taşradan bir sürü çocuğun, bir sürü genç özellikle insanın böyle hevesle yürüyüşe gelip çok büyük güç aldığını ve hani o güçle köyüne, kasabasına döndüğünü çok iyi biliyordum ve çok önemliydi. İşte bunu aslında çaldılar bu çocuklardan. En büyük benim Onur Yürüyüşü ile ilgili şeyim odur. Üzüntüm odur.
Tam 2007 şeyin sonrasına geliyor değil mi? Lambdaistanbul kapatma davası.
Evet. Aynı yıl kapatma davamız da başlamıştı. İşte Kaos yine sanırım dernek olmuştu. Kayıtlı şeye geçti. Sonrasında biz de hep konuşurduk. Yani her dönem konuşurduk. Dernek olsak mı olmasak mı? Yani ihtilaflar vardı aramızda. İşte olursak şu olur, avantajları, dezavantajları. Bir süre sonra artık dedik ki yani evet olalım. Avantajları daha fazla olur. Olmalıyız ve devlet de biz de kayıtlı kuyutlu. Tanınması açısından da yüzleşmek açısından da kuralım diye karar alındı. Ön süreçleri tamamlayıp dernek olduk ama sanırım kısa bir süre sonra Dernekler Müdürlüğü, şeyleri yanlış söyleyebilirim, Valilik sanırım, kabul etmedi. Kapatma davası açılmasıyla ilgili şey oldu. Yasal süreci başlattık. Tabi hukuk çalışmalarımız gruplarımız da başlamıştı o süreçlerde zaten daha artık oturaklı bir şekilde. Mahkeme süreçlerimiz de tabi başlı başına hepsi bir eylem ve bizim için güçlenme, mücadele alanıydı. Duruşma önlerinde mutlaka dövizlerimizle basın açıklamamızla her seferinde bunu dile getiriyorduk, görünürlük sağlıyorduk. Hatta Ankara’ya topluca Yargıtay’a gitmiştik. Yargıtay’a giden süreçte otobüsler tutup İstanbul’dan. Dediğim gibi yani her yaptığımız şeyden aslında bir eylem çıkarıyorduk. Bir işte bir mücadele, duyuru. En önemli şey oydu çünkü. Sesimizi duyurmak en önemli şeydi. Basında yer alabilmek. Diğer LGBTİ+’ların tek başına kendiyle hani o savaşı veren ya da ne yapacağını bilemeyen nereye gideceğini bilemeyen kişilerin de bu sesi duyması, o gücü alması en büyük şeyimizdi, isteğimizdi. O zamanlar bu kadar yaygın da değildi yani. Bir röportaj yapıldığında bu çok büyük olay oluyordu. Kısa bir süre sonra artık yetişemez hale gelmiştik. Yani daha seçerek, bıktığımız bir noktaya gelmiştik yani. Tabi lehimize en son sonuçlandı. Devam de ediyor Lambda. İşte ben 2010’dan sonra faal olmadığım için çok geçirdiği süreçleri bilmiyorum. Mekân sorunları çok yaşadı tabi bir sürü yerde. İşte maddi manevi ya da işte baskısal şeylerden çıkmak zorunda kaldığı dönemler oldu. En son sanırım kendilerine ait bir mekânları yok ama bir belediyenin ortak çalışma alanını kullanıyorlar.
Ben seni biraz geriye götüreceğim. Peki, 90’larda lubunya gece hayatı nasıldı? Sen gidiyor muydun?
90’lardakini bilmiyorum. Hatta 2000’lerdekini de pek bilmiyorum. Çünkü hani 10 yıl aktivist olduğum dönemde sadece işte Lambda’nın düzenli dayanışma partilerine katılırdım. Onun dışında pek kulübe gitme kültürüm şeyim yoktu alışkanlığım. 90’lardakini tabi ki hiç bilmiyorum. Ama Taksim’de hep ergenliğim geçtiği için mekânsal olarak bazı kulüplerin önünden geçerken görüyordum işte hani gey kulüp, trans kulüp bir şey olduğunu. Benim deneyimim öyle oluyordu. Hep böyle içeriye bir merak ve biraz endişe biraz sevinçle bakardım. Önlerinde duran kişileri keserdim bir şekilde. Tabi hep korkarak ve çaktırmadan. Şeyi hatırlıyorum. Daha hiç Lambda falan hiçbir şey hayatımda yokken, çok ilginç bir anıdır. Taksim’de sanırım Prive, halan devam eden bir mekân. Onun önünde bir gece ben Tarlabaşı’na doğru giderken onun önünde insanların bardan çıktığını bazı insanların genç, ellerinde kartonlar, arabaların üstüne koyup bir şeyler yazdığını, biraz dikkatli bakınca böyle bir sloganımsı bir şeylerdi. Tabi sonradan onu anladım ben. Sanırım bir eylem bir şey yapmışlardı ve onun için önceden bizim de sonradan hani benim de katılıp deneyimleyeceğim gibi dövizler hazırlama. O mesela çok ilginç bir şeydi benim için. Çok sevinmiştim çok hoşuma gitmişti. Aaa birileri var ve böyle sanırım bir şeyler de yapıyorlar bunun için. Hani böyle bir eylem meylem diye. O mesela aklımda çok kalan bir anıdır benim.
Ankara’da görüştüğümüz insanlar şeyi anlatıyor. 90’lar sonu ve 2000’lerin ortalarına kadar hamam geyleri ve bar geyleri diye ikiye ayrıldığını. İstanbul’da böyle bir ayrım var mıydı? Mekânlar hani, nereler vardı senin gittiğin böyle?
İşte dediğim gibi ben maalesef Lambda’ya gelene kadar mekânlarla ilgili, ben çekingen bir çocuktum hep, çok çekingen bir gençtim. Lambda’ya geldiğimde bakireydim hala. Lambda’ya geldikten de bir yıl sonra ancak birisiyle ben cesaret edip utanmadan işte birlikte olabilmiştim…Ondan önce mekânlarla ilgili tek bildiğim, hamamları çok sonra keşfettim, üzülerek maalesef. Ama ortaokuldayken Taksim’deki bu erotik işte bu erotik sinemalara benden büyük kuzenlerim, işte ergen olduğum için işte beni de götürürlerdi ve erotik filmler işte falan. Orda adamlar vardı. O sahneler, benim için tabi çok bir yandan hani ortaokul çocuğuyum, cinselliğimi keşfediyorum, filmlerde hep erkekleri izlemeye çalışıyorum daha çok biseksüel olsam da. Çünkü onları hiçbir yerde göremiyordum. Çıplak bir erkek görüntüsünü. Yine de orda ne olaylar döndüğünü bilmiyordum meğerse. İnsanların mastürbasyon yapma seslerini duyuyordum, koltuklar gıcırdıyordu. Ama çok sonradan dergilerde ve şeylerde okumuştum. Daha işte yaşım biraz daha büyüdüğünde aa sinemalarda olaylar döndüğünü ve Lambda’ya geldiğimde. Gezi Parkı olayı benim için sair bir komedidir. Parkta ve meydanda insanlar birbirini bulurmuş, aranırmış bihaberdim ki o mekânlarda bulunurdum ben. Hani işte rock barlara takılan falan bir genç olarak ama o gözle bakmayınca o dönemki sosyolojiye. Yıllar sonra öğrendiğimde bir gün oturdum meydana. Parka, banklar vardı o zaman. Oturdum çevreyi izlemeye başladım. Orda dolanan insanları akşam. 30:00 Şok geçirmiştim, şok geçirmiştim aman tanrım dedim. O kadar çünkü belliydi ki yani o gözle bakınca birileri birbirlerini aranıyor, kesiyor, konuşmaya başlıyor, birlikte gidiyorlar falan. Ben yine de tabi yapmamıştım. Benim bu tip mekânlar, özellikle hamam ve outdoor deneyimim komik gelebilir ama daha 30 yaşımdan sonra, 35 yaşımdan sonra hatta…
Kaç yılları ortalama?
Valla işte 2013’ten sonra deyim. Hatta 2012’den sonra. Ama bir keşfettim pir keşfettim. Sonra oraların tam benim istediğim, cinselliğimi yaşama anlamında da eğlenmek ve... Aslında daha da doğrusu bir yandan da bir aktivizm işlevi olarak da sadece steril semtlerde, sadece işte okumuş, politik, semtler, kültürler, mekanlar dışında aslında Türkiye’de dönen çok büyük bir yaşam var. Ve bu yaşama bu insanlarının büyük bir bölümünün de başka mecraları yok cinselliklerini yaşayabilecekleri. Kısacık sürelerde bile olsa kendi gibi olabilecekleri. Onu keşfedince bu benim için daha değerli olmuştu. Bu mekânlarda çok bulunuyorum, çok zaman geçiriyorum ve bu kadar yıldır aslında gerçekten çok büyük bir hareketin dokunamadığı, hareketin asla belki de ulaşamadığı büyük bir kitleye bu mekânlarda ancak temas kurulabileceğini gözlemledim. Hani harekete dair en büyük aslında sanırım eleştirilerimden, ben de zamanında bilmeden o hatayı yapmışım, kendim çünkü yaşadım. Çok oralarda mesela inanılmaz haberler, bilgiler de öğrenebiliyorsunuz. Gıyabınızda bilmeden çok büyük baskıların, hem kamuda hem insanlardan, fobik kişilerden, mekânlardan, insanları öldüresiye muameleler gördükleri şeylere şahit oluyorum, öğreniyorum. Hemen her gün nerdeyse, her hafta. Ve bu tabi çok bu büyük bir acı kısmı ve eksik kısmı. O insanlara ulaşabilme yolları ile çok daha fazla uğraşmamız lazım. Hareket olarak.
Ben burada hani biraz senin kişisel hikayeni dinledik ama bir yandan sen bir süre doğuda bir ilde görev yaptın.
Tabi benim kişisel hayatımda da zaten önemli bir dönemdir. Geç bir yaşımda atanıp, çok ücra bir yere hem de çok az nüfuslu bir yere atandım. 3 yıl kaldım. Bu 3 yılda bir yandan tabi mahrumiyetler oluyordu bir yandan da çok büyük bir deneyim kazandım. Çok başka bir insana dönüştüm. Çok daha güçlü birisi olarak döndüm. Çok daha kafası açık belki de. Tabi doğuyla ilgili, yani İstanbul’da büyümüş Kürt’üm ama hani batıda büyümüş Kürtçe bile bilmeyen bir genç olarak ne kadar olsa da hala bir sürü şeyden bihaber olduğumu gidince yerinde görünce öğrendim. İşin hem politik ve şey boyutları vardı. Hafta sonu işte mümkün olduğunca çevre illere kaçıyordum. Hem bölgeyi tanımak açısından, insanların kültürünü, hem de kendimi yaşayabilmek adına. Oralar da çok farklı şeyler yaşadım. Zaten doğu görevinden sonra işte ben bu hamam vs. bilmem neleri keşfedip İstanbul’a döndüğümde tatillerde kuduruk şekilde ve aa sevdiğim şey buymuş bunları yaparak devam ettim. Şu vardı farklı olarak. Belki yani büyükşehirlerden farklı olarak ne yaşanıyordu? İnsanlar birbirlerini daha kolay, o dönemler yeni çıkmaya başlamıştı tabi ki bu akıllı telefon ve uygulamalar. Kolay değildi insanların bulması. Daha Facebook gruplarından, işte chat odalarından insanlar buluyordu. Küçük yerlerde insanların deşifre olma kaygısı çok fazla. Şehir büyük bir şehir bile olsa İstanbul gibi hiçbir risk alabileceğiniz bir yer değil. Mutlaka bir tanıdık ya da tanıdığın tanıdığı durumu olduğu için. Ya insanlar deplasmanda gelen işte memurdur, geçici misafirdir, turisttir, bunlarla yaşıyorlar deneyimlerini ya da başka şehirlere gidiyorlar hafta sonları. Bu şekilde ancak yaşayabiliyorlar. Çoğunluk benim gözlemlediğim. Hamamlarda yine orda yaşanabiliyor. Epey yaşanabiliyor, onu görmüştüm. Parklar tabi ki her zaman birbirini bulabilmek için en iyi mekânlar. Tabi hep erkekler ya da işte hani erkek muamelesi gören deyim, erkek atanmışlığı yapan insanların deneyimlerini anlatabiliyorum. Kadınları dünyası ile maalesef bilgim çok az. Ama şunu biliyorum yani genel olarak bu zor ulaşma daha değerli yaptığı için insanlar birbirlerine bu kadar hoyrat davranmıyorlardı. Yani tanışma sürecinde de birlikte olma sürecinde de. Bu belki önemli bir fark küçük şehirlerin durumu açısından. Bir yandan tabi o hani klasik doğu ile ilgili algı, hani doğu kültürü ile ilgili algı, maço işte kültür, evet var birçok insan birçok erkek o kalıplara girmek zorunda kalıyor ama fiiliyatta tabi ki asla böyle şeyler yok. Ne aile babalarını ne aile dedeleriyle hani hamamlarda orda burada götürdüğümü biliyorum. Ama şey açısından benim için de çok önemliydi tabi. Yani o kelli felli aile babaları bir anda bambaşka bir duruma bürünüp yaşıyordu. Ben hep söylerim özellikle bazı hetero arkadaşlarım şey derler, ya size göre de herkes gey falan diye. Derim yani hani emin olma belki babanı hamamda bir yerde götürmüş olabilirim yani hiç emin olma. Çünkü onlar da benim birlikte olduğum insanların çocukları aileleri de asla onlarla ilgili akıllarına bile gelmez, genel olarak zaten böyle bir durum var. Doğuda gözlemlediğim en büyük fark buydu. Bu arada başka arkadaşlarım da vardı görev yapan benimle aynı dönemde de sonradan tanıştığım da. Onların biraz deneyimlerini de biliyorum. Yani yaşanma anlamında yaşanıyor. Bazı yerlerin de tabi ki özellikle daha politikleşmiş yerlerde gözlemlediğim, İstanbul’un belki birçok semtinden aslında daha güvenli yaşayabildiğimiz bir durum da oluyor. Ama genel olarak küçük bir yerde olmak, taşrada olmak her zaman için çok zor bir durumdur. Onu ben 3 yılda deneyimledim. Çok iyi anlayabiliyorum o yüzden o bölgedeki insanları. Bu batıda da olabilir. Taşrada olma hali kolay değildir.
Bir yandan eğitimcisin. Yani biseksüel bir eğitimci olarak hem taşrada hem İstanbul’da kaygıların oluyor mu veya hani Türkiye’de çok az aslında memur olabilen ya da kamuda çalışabilen insan sayısı. Sen nasıl çalışıyorsun?
Yani çok tanıdığım kişi var. Tabi bilmediğim ama tahmin edebileceğimiz gibi çok insan var. Zorlukları var, kaygıları var, atanmadan önce de geç atandım, geç başladım mesleğe daha doğrusu. Kaygılarım vardı, yapabilir miyim? Deşifre olursam hani başıma neler gelir? Gibi. Ama umursamadım ben her zaman. Hani mesleğimi çok severek yapıyorum ama bir yandan bir aktivist şeyle de yapıyorum motivasyonla da yapıyorum. Çünkü şuydu, ben okul hayatımda çok zorluklar yaşayan bir çocuktum. Özellikle ortaokulda, ilkokulda… Benim yaşadığım o zorlukları mesela yaşamasın istiyorum. Okulun daha güvenli bir alan, sadece LGBTİ+’lar için değil. Kız çocuklar için de engelli, sakat çocuklar için de herhangi bir farklı görülen, aşağılan çocuklar için de naif çocuklar için de naif öğrenciler için insanlar için de güvenli bir alan yaratmaya çalışıyorum olabildiğince. Hem öğrencilere yönelik bunları sürekli anlatmaya ve farkındalık yaratmaya çalışıyorum, hem işte öğretmen, idarecilere karşı. Bu konudaki şeyden taviz vermem asla. Ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Yani bir insanın bile hayatı bu şekilde rahatlasa bir kişi bile eğitim hayatından olmasa benim için bütün o yorgunluğumu ve aldığım risklere değer. Hani ömür boyu da yapmaya çalışacağım, mesleğim boyunca da. Tabi çok değişim var.
Nasıl bir değişim?
Yani ben lisedeyken ortaokuldayken bir durumla şimdi çok farklar olduğun görüyorum. E yeni kuşak bütün bunları görerek büyüdü. Daha aşinalar daha biliyorlar. Lubunya olduklarından şüphelendikleri bir arkadaşları olduğunda dedikodusu çıkabiliyor ama en azından benim bulunduğum okullarda gözlemlediğim, daha da sahiplenici olabiliyorlar. Onu görüyorum artık. Uyarı yaptığınızda, anlattığınızda da çocuklar anlıyorlar. Tabi çok büyük bir zehirlenmeye maruz kalıyorlar maalesef ailelerinden başlayarak. Mahallelerinden, toplumdan, diğer öğretmenlerden, dev bir televizyondan zehirlenmeye maruz kalıyorlar. Bir iki kişi, bir iki öğretmen bile söylediğinde ama çok bunun işlevsel olduğunu da görebiliyorum ama bazen ümitsizliğe de düşebiliyorum. Yani biz bunu şey yapıyoruz ama zehirlenme hali devam edecek diye. Yine de benim gözlemim daha olumlu, daha olumlu bir durum var. Bir örnek de yaşamıştım. Bir öğrenci deşifre olmuştu öyle deyim. Arkadaşları sahip çıktılar, kolladılar. Sonrasında konuştuğumuzda… öğrencinin okul hayatından olma durumu vardı. Ailesiyle temas kurduk. Buralar biraz şey olacak aslında ama anlatayım ben. Ailesi ile temas kurduk birkaç öğretmen ve ikna ettik onları. Ve öğrencimiz eğitimine devam edebildi. Mezun oldu. Üniversiteye de gitmiş, gidiyormuş şimdi, onu öğrendim. O birebir aleni yaşadığım bir örnekti mesela benim. Kim bilir nerelerde neler yaşanıyor? Bunları biliyorum. İç ediliyor rehberlik öğretmenleri bile, rehberlik servisleri dahi maalesef fobik oluyor, çok travmatik şeylerde bulanabiliyorlar önerilerde ya da çocukları deşifre ediyorlar. Yani şeye de aykırı davranarak, ne derler yapmaları gereken o etik kurallara da uymayarak. Çok korkunç şeyler yaşanabildiğini de biliyorum. Atılan öğrenciler olduğunu da duyuyorum. Tepki gören, baskı gören. Okul çok büyük bir başlık hala. Benim hem mesleki olarak hem de eskiden beri hareketin içindeyken de o zaman. Hep önemsediğim bir alandı çünkü hani okullarda geleceğin aynı zamanda işte bizim hizmet aldığımız ve fobiye de maruz kalabileceğimiz, işte hukukçuları, hekimleri, sağlıkçıları, öğretmenleri, hepsi buralarda yetişiyor en başta. Buralarda maruz kalacakları bütün bu olumsuz bilgiler bize sonra fobi olarak da geri dönüyor.
Biraz harekete döndüreceğim seni. Harekette aslında çok uzunca süre biseksüellerin varlığı dahi tartışma konusu olduğunu anlatıyor bizim diğer görüşmecilerimiz. Sen nasıl deneyimledin bütün o yıllar boyunca yani?
Lambda’ya geldiğimde kendimi biseksüel olarak tanımlıyordum. Ve tabi ilk, benden başka kimse yoktu uzun süre hatırladığım kadarıyla. Dalga da geçilirdi böyle… Mesela o dönemler maalesef arkadaşlarımdan, aktivist arkadaşlarımdan hani bazen şaka yollu bazen alaycı bazen de gerçekten ciddi ciddi hani fobiye maruz kalıyordum. Benim biseksüelliğim ile uzun süre, bir kere zaten ikna olmadılar. Dalga geçerlerdi senin de bir biseksüelliğini göremedik diye. E ama şeyi size anlatamadım, ben bir erkekle bile daha yapmadım bir şey, yapmadım. Ki bir sevgilim olmuştu lisede, kız sevgilim. İlk seviştiğim insan da odur hatta ama uzun yıllar sonra tabi boş bir dönem. Harekete gelince biseksüeldim ama biseksüelliğimi biraz ben de kendi kendime de sanırım geri plana almıştım. Çünkü hani hala kendimi keşfetme, tanıma… yıllarca bastırdığım, kimseyle paylaşamadığım hislerimi, duygularımı, edimlerimi yaşama şeyindeydim. Ama hiçbir zaman da tabi ki bırakmadım biseksüellikle ilgili mücadeleyi de. Çünkü biz eşcinsel örgütüydük, o zamanlar hala çatı şeyi vardı. Sonrasında zaten gelen başka biseksüel arkadaşlarımın ve trans arkadaşlarımın ve başka arkadaşların etkisiyle zaten bu çatı kelime olayının da zaten çok yanlış olduğuna karar verip değiştirdik, o yanlıştan döndük. O dönem için belki hala sınırlıydı, işte LGBT, interseksler yoktu tabi, tanımıyorduk, bilmiyorduk, açılan görünür olan arkadaşımız da yoktu. Trans erkekler de yoktu uzun süre. Sonradan birçok arkadaşımız trans erkek olduğunu, o süreci, o deneyimi bize öğrettiler, anlattılar. Ki Ali Gül, işte benim için hem çok, çok büyük dostum hem hani yoldaşım, güçdaşım olarak bu anlamda hepimiz için önemliydi benim için de. Aslında biz keşfettik. Öyle yani çocuklardık deyim. Kendimizi bile bilmiyorduk. Bir sürü kavramı bir sürü cinsellikle ilgili durumu. Biraz okuyorduk biraz yurtdışından biraz buradan biraz kendimiz işte belirleyerek. Bu kavramları da oturtma sürecini zaman içerisinde hani kervanı yolda düzdük bir anlamda. Bugün gelinen nokta da biraz hatta biraz böyle şey görülebiliyor, karışık görülebiliyor. Hala çok netleşilmeyen bir sürü şeyler var. Birçok aktivist bile hemfikir olamıyor. Kavgalar çıkabiliyor falan filan. Önemli değil. Bunlar güzel tartışmalar. İşte bu hem teorik hem pratikte birçok şeyi sağlayan şeyler. Bunlar aslında oldu, bunlar oluyor. Biseksüellikle ilgili dediğim gibi epey mücadelesini verdiğime inanıyorum. Başka biseksüel arkadaşlarım da gelince tabi daha da güçlenerek. Bazen de tabi yeterince şey yapmadığımı da düşünüyorum bazen. Bifobi hala devam ediyor maalesef. Aktivistlerden bile gelebiliyor. Hepimiz birbirimize yapıyoruz daha doğrusu. Hani translar geylere yapabiliyor, geyler lezbiyenler translara yapıyor, lezbiyenler mutlaka yapılıyor, falan yan böyle bir sürü kombinasyon halinde. Çok abuk ve çok tuhaf ama yapılıyor.
Mekânlarla biraz geç tanıştığından bahsettin ama senin o şahit olduğun süreçte nasıl bir değişimle karşı karşıya kaldın, Beyoğlu, İstanbul?
Ya evet işte bu son 6-7 yılda deyim işte hem outdoor mekânlar hem hamamlar vs. deki değişim. Bu mekânlar var. Tarih boyunca varmış. Hiçbir zaman yok edemiyorlar. Devlet istediği kadar baskı yapsın. Mekânlar veya kişisel özel kişiler, mahalle halkları şu bu. İstediği kadar baskı yapsın bunları yok edemiyorlar, edemeyecekler. Ben bizzat da deneyimledim. Outdoor alanlarda bile ve bir yandan çok da gülüyorum. Eminin yani diyorlardır biz bunları kovuyoruz, dövüyoruz, şantaj yapıyoruz, hastanelik ediyoruz. Yani işte bekçisinden tut güvenliğine şusuna busuna. Ama yine de bunlar, bunlar bırakmıyor burayı. Bunlar, bunları yok edemiyoruz. Ya nasıl bir şeydir diye eminim sürekli dertlendiklerini düşünüyorum. İdrak etmeleri lazım. 1, bu engellenebilir bir şey değil. İnsan istediği kadar bastırsın, cinsellik en önemli, sadece cinsellik yani cinselliği geniş anlamda kullanıyorum tabi, bütün romantik vs. her şeyiyle ilgili. Bunu engellemek mümkün değil. Yemekten bile bazen öncelikli ihtiyacın. Ve olduğun kişiyi yaşayabilmek, olabilmek. Sen bunu istedik……hiçbir şiddet hiçbir tehdit, fiziksel psikolojik baskı bunu engelleyemez. İnsanlar bir yandan da demin söylediğim gibi işte çeşitli uygulamalar ve benzeri gibi, kendi gey-sosyal, homo-sosyal ortamları yoksa bunu yaşayabilecekleri mecralar da en kolay mecralar da buralar. Parklar, belli outdoor alanlar, hamamlar. Ve birçok büyük bir kitle için buralara mecburlar zaten. Buralarda yaşamaya. Bildikleri ve ulaşabildikleri mekânlar buralar. Ama buralar da bir yandan çok şiddete de uğruyorlar dediğim gibi. Ya bu uğradıkları şiddet çoğu zaman, şahit olduğum olaylar da oldu. Ya kapatmak zorunda kalıyorlar ya hiç haberimiz olmuyor. Ya kimseye duyuramıyorlar. Asla bir, savcılıktır, şudur budur hukuki zemine taşıyamıyorlar. Çünkü deşifre olma kaygıları var. Ayyuka çıkar, bir de böyle bir rezillik yaşarlar. Maalesef hani çok görüyorum, çok duyuyorum. Nasıl bir çözüm bulabiliriz hani bilmiyorum ama tartışılması gereken büyük bir başlık olduğunu düşünüyorum.
Bunu aslında dört ana mekân üzerinden konuşuyoruz. Parklar ya da diğer outdoor mekânlar, barlar, sinema, hamam. İstanbul’da da hala bu kültür devam ediyor mu? Çünkü bazen şey düşünülüyor yani. Artık aplikasyonlarla veya daha toplumsal dönüşümle önemi azaldı gibi düşünülüyor ama sen katılıyor musun buna?
Yok. Bence, katılmıyorum çünkü şey yani. İki sebep var dediğim gibi. Birincisi demin söyledim. Bazı insanlar için hala aplikasyon bilmem ne gibi şeylere, özellikle belli bir yaş ya da belli bir sosyal sınıftaki insanlara, çok kullandığı şeyler değil bunlar. İki, sevme nedenli, benim gibi, yani bir yerim olmadı, hani yer yok en büyük sorun. Yer yok, şu bu falan değil, ulaşılmamayla ilgili değil. Bunu sevdiği için insanlar, yapan çok büyük bir kitle var ki zengini de var, çok üst düzey görevlisi şusu busu bilmem ne de olabiliyor. Yani çünkü bundan haz alıyorsun. Barlar zaten, kulüpler yoğun bir şekilde hem eğlence amaçlı hem partner bulma amaçlı her zaman devam ediyor. Hamamlar keza. Ama tabi bu mekânlar baskı da devam ediyor maalesef. Yıllar içerisinde de gördük. Farklı dönemlerdeki çeşitli uygulamaları da. Sinemalar kapandı mesela. Sinemalarla ilgili, sürekli baskına uğruyorlardı. Bunu duyuyorduk, ben gitmezdim ama yani hareket içerisinde şahit olduğumuz duyduğumuz şeyler. Kapattılar hepsini baskıyla. Mekan sahipleri baş edemediler bir süre sonra. Hamamlar belki daha uzun vadeli devam edecektir hamam kültürü. Açık alanları tabi ki tabi bilmiyorlar. En yok edilemeyecek yerlerden birisi de belki orası. Ve bir hani işletme bilmem ne olmadığı için, kamusal alanlar. İnsanlar bir şekilde tabi yer de bulacaklar hani ama kentsel zorluklar tabi artıyor. Kent artık, kentte yeşil alan kalmadı artık. Hiçbir şeyden hani bahsetmesek bile yani yeşil alan yok, her yerde mobese kamera, yer yerde bir işletme, kafe, şu bu. Mekânsal olarak fiziken artık böyle uygun alan yok, yok ediliyor zaten. Onu bırakın herhangi bir insanın yorulduğunda dinlenmek için oturabileceği bir yol kenarı, bank bilmem ne yok bu şehirde artık maalesef. Bir kafeye girip para harcamak zorundasın oturmak istediğinde. Dediğim gibi böyle iki şeyi var bu mekânların değişimi ile ilgili. Ama şunu yapmaya çalışıyorum kendi adıma. Aktivizmim orda da devam ediyor. Özellikle bu tip mekânlarda gördüğüm işte politik bilinci olmayan, belki bilgisi olmayan, buna cinsel yolla bulaşan hastalık ve diğer şeyler dâhil, hukuk vs. onlarla sadece seks amaçlı temas kurmuyorum. Hani yeri geliyor bu bilgilendirmeleri de yapıyorum. Yönlendiriyorum işte test merkezleri olabiliyor bu. Ya da işte örgütlerden haberdar etme. E aplikasyonlarda yine benzer şeyi yapıyorum. İnsanlar bana soruyor hamam vs. bunlar çünkü biraz network yani. Birbirimize anlatarak öğrendiğimiz yerler. Nerede olduğunu, raconunu, nasıl olduğunu. O konuda baya bir bilgilendirme faaliyetinde bulunuyorum. Bu dayanışma şeyinin, hani genel olarak da aslında mesaj vermek istiyorum. LGBTİ+ hareketi içerisinde de normal sosyalleşmelerimiz içerisinde en tahammül edemediğim, en benim katlanamadığım durum, bu güllüm madileşme değil de aşırı birbirimize sürekli bir madileşme hali, dayanışmama gibi bir lüksümüz de yok. Öyle bir bence seçeneğimiz de yok. Ne olursa olsun, onu terk ettiğimiz noktada çok ciddi sorunlar yaşıyoruz ve yaşayacağız. Hey yani şey diyorum, tüyü bitmemiş lubunyaların hakkı var yani. Ne derneklerin örgütlerin ne de işte bireysel aktivistlerin böyle bir saçmalama şansı yok. Böyle bir şeye izin de vermemeliyiz. Bunca yıl binlerce insanın emeği var bu harekette. Binlerce milyonlarca insanın hakkı var. Faydalanma hakkı. Bunu yok edecek her şey benim için çok ciddi suç, öyle deyim yani, suç olarak görüyorum.
Etiketler: insan hakları, yaşam